ADANA

Onur ERMAN

Çukurova Üniversitesi MMF
Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi

Geçmişin İzinde, Hayallerinin Peşindeki Kent Adana

4 Mayıs Çarşamba, Çukurova’nın gururu Yaşar Kemal’in adını taşıyan Seyhan Belediyesi Yaşar Kemal Kültür Merkezine saat 17.30’da ulaşıyorum. Aceleyle içeri geçerek kayıt masasına uğrayıp kaydımı yaptırırken şöyle bir etrafa göz gezdirdim. VitrA’nın organizasyonunda incelikler ön plandaydı. İlgili ve güler yüzlü karşılama, güzel bir ikram büfesi ve şık sunum etkinliğe verilen özenli önemi gösteriyordu. Tanıdık yüzleri seçmeye çalıştım. Fuaye yavaş yavaş hareketlenirken konuşmacıların son hazırlıklar için salona geçtiklerini gördüm. Hemşerimiz Menderes Samancılar da aralarındaydı ve Adanalıları yine yalnız bırakmamıştı.

VitrA ile Kentin Hayalleri seri toplantılarının ikincisi olan Adana toplantısı için tematik başlık “Dört Yakasını Bir Araya Getirmek” olarak belirlenmiş. Kendi adıma şehrin parçalı, kopuk, birbiriyle geçimsiz halini tarif etmek için çok uygun bir başlık olduğunu söylemeliyim. Seyhan Nehri’nin doğal bir biçimde kenti doğu ve batıya ayırdığı, eski Adana ve yeni Adana olarak da kentin kuzey ve güney yönlerden farklı gelişim gösterdiği düşünülürse Adana için dört yakalı demek hiç de yanlış sayılmaz.

Yekta Kopan’ın içten sesi ile açılan toplantı Adana’dan “Aslında bu şehirde güzel şeyler var” dedirten görüntülerle başladı. Yekta Kopan konuşmacılara söz vermeden önce serinin ilk toplantısından izlenimlerini kısaca aktardı. İzmir toplantısına yoğun ilgiden ve yüksek katılımdan söz ederken sesindeki ince sitem Adana’da katılım neden daha az der gibiydi. Adana’nın bereketli toprakları ile cümlesine başlayıp, Adana ve Adanalılara jestleri ile devam ederek, toplantının genel çerçevesini; Sosyal ayrışma, toplumsal kopuş, kopmayı toparlayacak şeyler neler olabilir, kamusal alanlar bu işte nasıl rol alabilir” sorularını sıralayarak tarifledi.

Toplantılarda ilk konuşmacı olmanın en zor şeylerden biri olduğunu düşünürüm ve bu akşam ilk konuşmacı olma görevi Kaya Arıkoğlu’na verildi. Kaya Bey 1950’li yılların Adanasını anlattı ve o zamanlar az sayılabilecek nüfusuyla Adana’nın aslında modern bir kent olduğunu ve bunu kentin sunduğu yaşam kalitesiyle sağlayabildiğini, kimi zaman anılarına dönerek kimi zaman bugünle karşılaştırmalar yaparak, aktardı. Modern olmasını ise en çok kentin insan ölçeğinde yapılaşmasına ve her noktasına yaya olarak ulaşılabilir olmasına dayandırdı. Konuşmada eski Adana’ya özlem buram buram hissediliyordu. Bahçeli evlerden oluşan sokaklar, portakal bahçeleri, bahçe duvarlarından sokağa uzanan meyve dalları, yazlık sinemalar… Geçmişteki Adananın imgeleri… Aslında özlenen ne bahçeler, ne yazlık sinemalar ne de portakal ağaçlarıydı, özlenen o yıllardaki yaşantının kendisiydi.

Nebil Özgentürk için ise Adana insan demekti. Görmekle duyguları aktaran usta, sinemacı gözüyle kısacık anda Adana insanının profilini çizdi. Görüntülerde bir şehri tanımak için bütün sokakları gezmenize gerek yok, insanını tanımanız yeter der gibiydi. Tabi buralarda Adanalı olmak ayrı bir duygudur. Yekta Kopanın “Kendisi Adanalı” dediğinde Nebil Özgentürk’ün cevabı “Allah’ına kadar!” oldu. Adanalılık hepimizin içine işliyor bir şekilde. Ama sormamak elde değil, bu derece hemşerilik ve bağlılık hissine karşın kente karşı neden bu kadar duyarsızız? Eşyamıza, evimize, arabamıza gözümüz gibi bakarken, ufacık bir zarar veya kayıpta kendimizi paralarken, kentimize neler olmuş umurumuzda değil.

Evet, Adanalıyız ama bir şeyler eksik. Bizi buraya bağlayacak daha kuvvetli, bizden, bizim olan şeylere ihtiyacımız var. Ceyhun Baskın sunumunda bize önemli bir şeyi gösterdi. Yaşanabilir bir kent olmak için Adana büyük potansiyele sahip. Farklı dünya kentleri ile Adana’ya aynı mekânsal ölçekte bakmak gerçekten ufuk açıcıydı. Sunumda yapılan karşılaştırmada aynı mekânsal büyüklüklerdeki alanlarda, dünya kentlerinde kentsel mekan kurgusunun karakteri verilirken, Adana’nın da nitelikli kentsel alanlara sahip olabilmesi için gerekli potansiyelinin olduğu vurgusu yapılıyordu. Kendimize ait olanın üzerinde biraz daha fazla durmamız, bize özgü olanı biraz daha parlatmamız gerektiğini hatırlattı. Seyhan Nehri ve Seyhan Baraj Gölü kıyısı kent için bu bakımdan büyük bir potansiyele sahip. Düşünmeden edemedim, içinden nehir geçip de bu güzelliğe Adana kadar umursamaz olan, suya sırtını dönen bir başka şehir var mı acaba? Berrak, pırıl pırıl akan Seyhan Nehri kent için büyük bir olanak, sonuçta fiziki olarak kenti ikiye bölüyor ama kentliyi birleştirmemesi için bir neden yok.

Özgentürk sözün bir yerinde çokça arkadaşının kente gelip gittiğini, izlenimlerinin çoğunlukla; insanı çok güzel ama kent çok çirkin şeklinde olduğunu belirtti. Üzülüyorum ama söyleneni haklı da buluyorum, insan uyum sağlayan bir varlık ve biz yaşayanlar olarak durumu kanıksamışız, bir çeşit kabullenmişlik sanırım. Dışarıdan bakan gözler şunu söylüyor; bu kentin güzelleşmeye ihtiyacı var.

Kentin güzelliği ve kentsel estetik konusundaki tartışmalar artık bir noktada bağlanarak “Kenti güzel yapan binalar değil yaşantıdır” denildi. Yüzlerce her biri birbirinden güzel binalarınız olabilir ama bunları bir araya getiren yaşanabilir güzellikte bir kent değilse binaların güzelliği bir işe yaramaz. Tartışma ilerlerken beklenen oldu ve sonuçta konu yine planlamaya geldi dayandı. Jansen dönemi planı hariç, yapılan büyük ölçekli planlarda bir hayal yoktu ve belki o zaman bir Adana Hayali kurulsaydı kent bambaşka olabilirdi. Aslında çoğu şey bir hayal ile başlamıyor mu? Yazık ki hayal kurmak pek makbul değil. Ruhumuzu besleyen, zihnimizi uçurup ayaklarımızı yerden kesen hayallerin peşinden gitmektense ayakların yere basması daha akılcı sayılıyor.

Adana özellikle tarımsal üretimin yoğun olduğu ve buna paralel gelişen sanayisi ile bilinen bir kent. Günümüzde artık bu karakterini kaybetmeye başlasa da romanlara, filmlere konu olan Çukurova dolayısıyla Adana denilince ilk akla gelen pamuk tarlaları ve fabrikalar. Kentin ekonomisini oluşturan tarımsal üretime dayalı fabrikalar kentin biçimlenmesinde etkili olmuş, hatta bazı mahalleler fabrika yapılarının çeperlerinde gelişmiş. Emek Mahallesi, Döşeme Mahallesi gibi. Hatta fabrikaların çeperinde kurulan Döşeme Mahallesi’nin eski adı çevresinde yer alan dokuma fabrikaları nedeniyle olsa gerek Çarçaput Mahallesi’ymiş. Kerem Erginoğlu bu noktada önemli bir tespitte bulundu; fabrika yapıları kentin tarihi ile özdeşleşmiş durumda, kentin ve kentlinin kaynaşması için endüstriyel miras kapsamında mutlaka değerlendirilmeleri gerekir. Nitekim bu yönde çalışmaların yakın zamanda başladığını söylemek isterim. Bu açıdan kentteki ilk örnek olarak Milli Mensucat fabrikasının yenileme ve yeniden işlevlendirme çalışmaları sürdürülüyor. Erginoğlu toplantıya davet edildiğinde aslında Adana’yı pek bilmediğini ama etkinliğin yürütücüsü Müge Cengizkan tarafından kendisine gönderilen kitap sayesinde kent ve mimarisi, dolayısıyla kentin hafızası hakkında epeyce fikir sahibi olduğunu söyleyerek küçük yeşil bir kitabı salona gösterdi. Kitap Adana Mimarlık Rehberiydi. O anda, yaşadığım kente dair kalıcı bir şey yapmış olmanın mutluluğunu hissettim. Benimle birlikte salonda olan Duygu Saban Ökesli de kitabın yazarlarından biri olarak eminim benimle aynı duyguyu paylaşmıştır. Kitabın yazarlarından diğer iki arkadaşım Figen Karaman ve İpek Durukan’a da izninizle buradan selamlarımı göndermek istiyorum.

Sonuçta Adana’nın hayali neydi? Adana şu an estetikten yoksun hatta kimilerince çirkin olarak tanımlanan ama biraz ilgiyle daha güzel olabilecek bir kent. Kamusal alanlarımız yeterli değil, toplumu bir araya getirecek ve kaynaştıracak, sosyal hayatı canlandıracak kamusal alanlara ihtiyacımız var. Geçtiğimiz günlerde ilan edilen Sucuzade Mahallesi Kent Meydanı ve Çevresi Kentsel Tasarım yarışması bunun için iyi bir başlangıç olabilir. Zira 2008 yılında Ziyapaşa Mahallesi Kentsel Tasarım yarışması sonuçlandırılmış olmasına rağmen seçilen proje ne yazık ki uygulanmadı. Umarım bu yarışma da aynı kaderi paylaşmaz. Bunların yanında az sayıda kalsa da nitelikli sayılabilecek tarihi yapı stokumuz var. Bu yapılar kentin ortak hafızası ve toplumsal bütünleşmenin yapıtaşları. Bir kısmı kaybedilmiş olsa bile elimizde kalanları mutlaka değerlendirmeliyiz. Bunun için yapılabilecekler çok ve hayaller gerçekleşirse kent için büyük bir geri dönüş olur. Adana müsrif bir mirasyedi gibi zenginliklerini ucuza elden çıkarmış. Kayıplarımız çok. Ancak tartışmalardan edindiğim izlenim, aslında umudumu güçlü tutan his, hala çok geç olmadığı.

Toplantının ertesi günü yazıyı toparlamak için hazırlıklarımı yaparken aklımdan konuşulan konular geçiyordu, tartışma sona geldiğinde birkaç nokta öne çıkmıştı. Salondan ve sosyal medyadan gelen sorular kısıtlıydı ve Adana’nın hayali hakikaten bu kadar mı diye düşünüyordum. Derse zihnimde aynı soruyla girdim ve öğrencilere Adana’nın Hayali’ni sordum. Çocuklar birkaç dakika sorunun etrafında gezindikten sonra cevaplar gelmeye başladı:

Metro üniversiteye gelsin,
Seyhan Baraj Gölü kıyısı canlandırılsın ve kıyıyı çevreleyen Adnan Menderes Bulvarı civarı yenilensin,
Adana bisikletle gezilebilsin,
Kentteki parçalanmışlık ortadan kaldırılsın, sosyal ve fiziksel olarak kent bütünleştirilsin.
Salonda değillerdi ama gençlere göre Adana’nın hayali bunlardı.

VitrA ile Kentin Hayalleri” programının ikinci buluşması Adana’da gerçekleştirildi.

VitrA’nın 2016 yılında düzenlemeye başladığı ve ana tema olarak kentlerin ihtiyaç, beklenti ve hayallerine odaklanan “VitrA ile Kentin Hayalleri” tartışma dizisinin ikinci buluşması, 4 Mayıs Çarşamba günü Adana’da gerçekleştirildi. Kent ve mimarlık arakesitinde yürütülen etkinlikte, son yıllarda demografik yapısı giderek çeşitlenen, dört yakasını bir araya getirmeyi hayal eden Eski ve Yeni Adana tartışıldı.

Hızla büyüyen kentlerin ortak sorunlarını göz ardı etmeden, kente dair yapıcı ve dinamik bir platform olmayı hedefleyen panel, Yekta Kopan moderatörlüğünde Adana Seyhan Belediyesi Yaşar Kemal Kültür Merkezi’nde gerçekleşti. Katılımcılar ile etkileşim halinde devam eden etkinliğin konuşmacıları ise gazeteci yazar Nebil Özgentürk, mimar Kaya Arıkoğlu, Kerem Erginoğlu ve Ceyhun Baskın’dı.

Yekta Kopan, bereketli ve neşeli toprakların, samimi ve kahkahası gerçek bir coğrafyanın kenti Adana’da mutluluk duyduğunu belirterek panelin açılışını yaptı. Eski Adana ve Yeni Adana'yı kıyaslayarak söze başlayan Adanalı Mimar Kaya Arıkoğlu, "Çocukluğumun Adana’sı doğa ile iç içe yaşanabilen, mahalle kültürüne sahip, tiyatrosu olan medeni bir şehirdi. Bugün ise şehir bambaşka bir noktada. Özellikle Kuzey Adana, yüksek binaların kuşattığı, geçmişin güzelliklerini yitirmiş bir halde. Planlama eksikliği ve vizyonsuzluk nedeniyle bulvarlar üzerinden sınırsız büyüyen Adana, yeşilini kaybetmeden daha az katlı binalar inşa ederek daha küçük kentçikler halinde büyüseydi, sanırım Adanalılar daha mutlu yaşardı. Bunun için hala geç değil” dedi.

Ardından sözü alan Adanalı mimar Ceyhun Baskın, "Aslında Adana'nın 1930'lu yıllarda hazırlanan Jansen Planı adında bir kentsel tasarım planı vardı. Bazı bölgeler hala bu tasarımı kullansa da, kent zaman içinde sosyal ve mimari anlamda maruz kaldığı olgular nedeniyle plansız şekilde büyüdü. 1990'larda ele geçen planlama fırsatı ise ne yazık ki kaçırıldı. Bugünkü programa adını veren, “Dört Yakasını Bir Araya Getirmek” hayali Adana için çok doğru bir tespit. Geçmişe değil geleceğe bakarak, mimar ve şehir plancıların yerel yönetimlere dahil olmasıyla, bir yerden başlamak mümkün" dedi.

Mimar Kerem Erginoğlu, dışarıdan bir göz olarak Adana'nın çok köklü bir şehir olduğunu, değerli tarihi yapılara ev sahipliği yaptığını, kentsel hafızanın ve endüstriyel mirasın korunmaya değer olduğunu dile getirdi.

Gazeteci yazar Nebil Özgentürk ise geçtiğimiz günlerde tamamladığı Adana belgeselinden, Adana insanını anlatan ve kente dair özgün karelerin yer aldığı birkaç dakikalık bir bölüm göstererek konuşmasına başladı. Çocukluğunun ve gençliğinin Adana'sı ile bugünkü Adana'yı kıyaslayan Özgentürk, "Pamuğuyla, portakal bahçeleriyle, sanatçılarıyla, güzel ve sevgi dolu insanıyla Adana, mimari ve kentsel tasarım açısından ne yazık ki estetikten yoksun bir kent. Tarihi ve çok kültürlü olması nedeniyle sahip olduğu yapı çeşitliliğini koruyamamışız. Belki de, kent yönetimi ile kent insanı harman olamamış. Benim Adana için hayalim; ortasından portakal bahçeleri geçmesi, mahallelerinin en azından dış görünüşüyle estetik hale getirilmesi ve Eski Adana dediğimiz bölgenin restore edilmesi..." dedi.

Yekta Kopan, kentin dört bölgesi arasında fiziksel, mekansal ve sosyal ayrışmanın olup olmadığını ve kamusal alanların bu noktadaki işlevlerini tartışmaya açarak etkinlik boyunca dinleyicilerden gelen soruları konuşmacılara yönelterek interaktif bir tartışma ortamı yarattı.

“VitrA ile Kenti Hayalleri” etkinliğinin İzmir ve Adana’dan sonraki durakları ise Ankara, Kayseri ve Antalya olacak. Proje kapsamında, mimari fotoğrafçı ve mimar Cemal Emden’in bu kentlerde çektiği fotoğrafları odağına alan ve kentlerdeki tartışmaları özetleyen bir kitap yayımlanması da hedefleniyor.

Adana'nın Hayali

VitrA ile Kentin Hayalleri 4 Mayıs'ta Adana'da

VitrA’nın yeni tartışma dizisi “VitrA ile Kentin Hayalleri”, İzmir’den sonra bu kez Adana’ya konuk oluyor. “Dört Yakasını Bir Araya Getirmek” başlığı altında Adana’nın hayalinin konuşulacağı oturum, 4 Mayıs Çarşamba günü saat 18:00’de Seyhan Belediyesi Yaşar Kemal Kültür Merkezi’nde gerçekleşecek. Yekta Kopan moderatörlüğündeki etkinliğin konuşmacıları ise Kaya Arıkoğlu, Ceyhun Baskın, Kerem Erginoğlu ve Nebil Özgentürk.

Adana, doğal ve yapay eşiklerle çeyrek parçalara ayrılmış bir kent. Seyhan Nehri ile Doğu ve Batı yakası olarak, kenti Mersin'e bağlayan D400 karayolu ile de Kuzey ve Güney olmak üzere okunaklı bir bölünmeye sahip. Üstelik bu bölünme sadece coğrafi ya da işlevsel bir ayrışma değil; bu durum, demografik yapısı son yıllarda giderek çeşitlenen kentin sosyal, kültürel ve politik aidiyetlerle bölünmesiyle de çakışmakta. Bu tanıma göre batı, Güneybatı bölgesindeki Eski Adana hala bir çekim noktası olarak olası potansiyel kentsel kaynaşma ve temas noktalarını barındırırken, Yeni Adana ise başlangıcından bu yana eleştiriler alarak sıfırdan hızla kurulan bir kent parçası.

Bu doğrultuda, dört yakasını bir araya getirmeyi hayal eden Adana'da "eski" ve "yeni" her iki anlamda tartışılacak. “Kentin yerleşik nüfusu ile yeni gelenlerin teması, eski kent dokusu ile yeni mimarinin teması ne şekilde gerçekleşiyor?”, “Adana’nın farklı parçaları kentte nerelerde birbirilerine temas ediyor?”, “İnsanların birbirine temas etmesi için ne tür kentsel mekanlar tasarlamak gerekiyor?”, “Kent merkezini yeniden kazanmak adına ne tür kentsel akupunkturlara ihtiyaç var?”, “Eski ve yeni kent parçalarının, mimarlığın buluşma ve kaynaşması nasıl gerçekleşebilir?” gibi sorular, konuşmacılar ve katılımcılar ile enine boyuna masaya yatırılacak.