GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA
GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA
GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA
GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA
GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA
GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA
GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA
GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA
GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA
GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA
GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA
GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA
GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA
GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA
GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA
GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA
GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA
GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA
GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA
GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA
GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA
GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA
GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA
GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA
GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA
GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA
GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA
GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA
GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA
GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA

GEMSS’21 SEÇKİSİNDEKİ İSİMLERLE KISA KISA

MİMARİ   28.01.2022

GEMSS’21 seçkisinde yer alan genç mimarların mimar ve ekiplerin çalışmalarından oluşan sergi 20 Ocak tarihinde The Circle’ın mekânı Circle Space’te açıldı.

GEMSS’21 seçkisi, Sait Ali Köknar moderatörlüğünde, mimarlar ve mimarlık kültürüne katkıda bulunmuş sanatçılar, akademisyenler ve sektör temsilcilerinden oluşan, aralarında Ömer Selçuk Baz, Pelin Derviş, Murat Germen, Tülin Hadi, Luca Molinari ve Şebnem Yalınay Çinici’nin bulunduğu çok disiplinli bir seçici kurul tarafından belirlendi.  Ve seçkide Türkiye’nin ve dünyanın farklı bölgelerinde mimarlığın yapı üretimi, editöryel, küratöryel, sanatsal ve akademik alanlarında üretimler yapan 9’u bireysel, 4’ü ekip olmak üzere 13 pratik ve 21 yaratıcı yer alıyor.

20 Mart 2022’ye kadar açık kalacak olan sergi vesilesiyle, seçkide yer alan mimarlara sorular yönelttik.

Aslı Eylem Kolbaş / Macbeth (f.)

1. Macbeth (f.) projesinin “bağlamsal altyapısı, Atina’da baskın tipoloji olan “polykatoikia”ya dikkat çekmek” olarak tanımlanıyor. Bu tipoloji üzerine düşünmek neden önemli?

1923’te Türkiye ve Yunanistan arasında gerçekleşen nüfus mübadelesi Atina’da nüfus patlamasına neden oluyor. İnşaat da bu artışa verilen hızlı bir cevap. Bu cevaptan kâr edilmeye başlanınca; kentin belleğini korumak, ya da yeni inşa edilen binalardaki yaşantıyı sorgulamak önemini yitiriyor. Atina, plansız bir tekrarlar kentine dönüşürken, kentin kamusal alanları geri plana atılıyor. Bugün, bu sorun ciddi bir noktaya gelmiş durumda. Atinalıların kentte vakit geçirebileceği mekânlar özelleşmiş yerlerle sınırlı. Dolayısıyla, mübadele ile başlayan sorunlar, artarak günümüze kadar gelmiş.

Bu noktada ‘polykatoikia’ çerçevesinde düşünmenin önemli olduğu iki aks var. İlki mevcut kent bağlamı. Polykatoikia, kent aktörlerinin söz alarak planladığı bir tipoloji olabilecek potansiyele sahipse de olamamış. Enformel yollarla, müteahhit tarafından dayatılmış ve o günün hukuksal açıklarıyla (antiparochi sistemi) kâr etmek için dönüştürülmüş bir tipoloji. Dolayısıyla kamusal alanı açgözlülükle tüketmiş durumda. ?

İkinci aks ise kullanıma olanak veren esnekliği. Bu daha olumlu, çünkü bir diğer yandan “Maison Domino” modelinden yola çıkmış, esnek bir strüktür. Bu nedenle “Şimdi ne olacak?” sorusuna baktığımızda, derdin dermanı yine aynı tipolojide saklı. Esnekliğini kullanarak, bugünün takıntısı olan “yeni bir bina daha inşa etme zorunluluğu”nu ortadan kaldırabiliriz. Mevcut polykatoikia, gelecekteki kullanımlara uyarlanabilirliği sayesinde, uzun ömürlü bir yapı olarak düşünülebilir.

2. Projede altını çizdiğiniz “Atina’daki kamusal alanların yetersizliği ve bunun kentleşmeyle nasıl ilişkili olduğuna” bakmak, günümüz kamusal alan tartışmaları bağlamında bir katkı sunabilir mi??

Türkiye ve Yunanistan arasındaki tipoloji benzerlikleri, bana kalırsa ortak bir hafızanın oluşturduğu paylaşılan değerleri görünür kılıyor ve bu tipolojiyi yerel bağlamda incelemek için ilginç hale getiriyor. Az önce bahsettiğim gibi, bazen kentsel sorunlara neden olan tipolojilerde, cevapları bulmak da mümkün olabiliyor. Projede bu tipolojinin (istemli veya istemsizce) meydana getirdiği "gradyan kentsel iç mekân”lar üzerinden aramıştım bu çözümleri. Bunun, başka tipolojilerde de bulunabilecek, kamusal alana katkı sağlayabilecek bir araç olduğuna inanıyorum.

Çeşitli tipolojilerin ürünlerinin uzun ömürlü yapılar olarak düşünülmesinde, hikâye anlatıcılığı, kullandığım bir başka çözüm. Bu tipolojilerin fark edilmemiş yanları, paylaşılmamış hikayelerinin gün yüzüne çıkarılması, çeşitliliğe yer açıyor. Hikayeler, bu mekanlarla ilgili hayal gücümüzü bir adım ileri taşıyor. Mekânın ve dolaylı olarak bizim özgürleşmemize imkan sağlıyor.?

Aslı Tusavul / Yer Gök Arası

1. İklim krizi ve çevre sorunlarının günümüzün en kritik meseleleri haline geldiği bir durumda, mimar olarak bu konular üzerine düşünmek neden önemli?

Farklı ölçeklerden düşündüğümde mimarlık hem bizlerin hem çevremizdeki diğer canlıların barınma ihtiyacını karşılıyor ve çoğu zaman da bu canlıların var olan yuvalarının yakınlarına ekleniyor. Mimarlık ile var olduğu çevrenin uyum içinde olabilmeleri bu açıdan önemli. Tasarımın, doğaya zarar vermeden, kaynakları en verimli şekilde kullanarak gerçekleşmesi gerekliliği de buradan doğuyor.

Çevresi ile uyumlu, sürdürülebilir bir yapı veya tasarım yapmak, daha doğal olanı, daha uzun ömürlü olanı yaratıyorsa, neden bu şekilde tasarlamayalım? Ekosistemdeki tüm canlıların aldığı nefes adına, bu konular üzerine günlük yaşantımızdaki alışkanlıklarımızdan, mimarlık pratiğine uzanan birçok alanda daha çok düşünmemiz gerekiyor.

2. Karapınar Güneş Enerjisi Santrali SCADA Merkezi Binası bulunduğu coğrafya ile nasıl ilişki kuruyor?

Uçsuz bucaksız Karapınar çölünde, yer ile gök en yakın ilişki içindeler, hatta belki yer bile değiştirmeleri bile mümkün olabilir… Yer Gök Arası projesi, bu düşünceden yola çıkarak, kendi coğrafyasının ruhundan, iklim koşullarından, çevre ilişkilerinden, tarihi yapılarından, yeraltı canlılarından ilham alarak var olan; aslında kendi coğrafyası olmasa asla var olamayacak bir yapı. Yerel ama yenilikçi, dingin ama teknolojik, zıtlıkları günün farklı dilimlerindeki anlarda barındıran bir varoluş içinde. Çevredeki dairesel obruklar ile etkileşime girerek, yer içine geçen yapı, yer ile gök arasında kendi bağlamını oluşturuyor. Yer, peyzajı kapsamaktan öteye gidiyor, gökle bir bağ kuruyor ve gök yere birleşiyor, yer ise gökte obruğun pembe rengiyle temsiliyetini buluyor.

Proje, kullanıcılarına farklı ölçeklerde enerji deneyimi sunarken, algı değişimi yaratan yarı gömük varoluşu ile, birçok farklı okuma olasılığı sunarak yapısal kimliğini kuvvetlendiriyor; Yer Gök Arası farkındalık yaratan, yeni yaşamın bir parçası oluyor.

Bihter Almaç / Beklenmedik Karşılaşmalar

1. Beklenmedik Karşılaşmalar “mmimarlığın ötekisinin arayışında ötekiliğin zorunluluk olduğu alanlarda dolaştığını ve mimarlıkta ötekilik etraflıca tartışılsa da, aktörlerinin karşılıklı ilişkilerinin ve sürekli değişen konumlarının incelenmediğini” belirtiyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?

Mimarlığın ne olduğu ve pratiklerinin ne kadar kapsayıcı olduğuna dair bir eleştirel pozisyon olarak tanımlanabilir mimarlığın ötekisi. Genel tariflenen mimarlık pratikleri, paydaşları ve bağlamı mimarlığın ötekisinde aynı şekilde karşılık bulmaz; çünkü kurduğu ilişkiler başkadır ve çok daha serbesttir. İşlerimde mimarlığın ötekisini Çizimde tarifliyorum, mimari temsil olmaktan kurtulduğunu düşündüğüm Çizim kendi evreninde mimarlığın ötekisini üretiyor ve paydaşları, yaratıcı düşüncenin üretimi- aidiyeti, mimarlığın karşılığı bu evrende bambaşka ifadelere bürünebiliyor. 

2. Mimarlığın çeşitli katmanları üzerine düşünmek için deney, oyun gibi yöntemler nasıl bir açılım sağlıyor? 

Çalışmalarım, mimari tasarım deneyleri. Kapsamları mimari tasarım kuramı, mimari tasarımın bağlamı üzerine araştırmalar olarak tariflenebilir. Günümüzün alışılagelmiş mimarlık kavramları ve tariflerinin pek karşılık bulmadığı alanlar fakat zaman zaman bu deneyler günümüz mimarlık pratiklerinde boy gösterebiliyorlar ve iyi -veya kötü- ya da ilginç! tepkilerle karşılaşabiliyorlar. Erenköy Ruh Hastalıkları Hastanesi Yarışması için içinde bulunduğum ekiple getirdiğimiz öneriye bakabilirsiniz. Bu öneri mimarlık yapma pratikleri, mimari programın tek zamanlılığına eleştirel bir bakış getirmeye çalışırken inşa etme eyleminin oyunsuluğunun olasılığını araştırıyor. 

Bilge Bal / Elin Soyu Tükenen Araçları

1. Elin Soyu Tükenen Araçları yazı dizisini; “kayıp ya da kaybolmak üzere olan aletler için bir ağıt söz ve yavaşlık arzumu anlatan sessiz bir manifesto.” olarak tarif ediyorsun. Yavaşlık arzunun temelinde ne var?

Hatırlamak, kendi gövdemi oyuna dahil etmek, yani canlı olmak ve bulunduğum andan keyif almak için önce ve sonra arasındaki mesafeyi uzatmak diyebilirim. Milan Kundera, Yavaşlık (İstanbul: Can Yayınları, 2021) kitabında, varoluşun “matematiğinde”, yavaşlık ile hatırlamanın, hız ile unutmanın yoğunluğu arasında bir doğru orantı olduğundan bahsediyor. Hatırlamayı istemenin yavaşlamayı çağırması gibi. Teknoloji devrimlerinin getirdiği hızın soğukluğu ve gövdemizi oyundan çıkarma meselesi de üzerine düşünmeye değer. Yine Kundera, insanın kendi hızını bir makineye teslim etmesini, hızın hızlılığına devretmesini bir esrime olarak adlandırıyor. Yavaşlık ise kendi kendinin ve yaşanan zamanın daha fazla bilincinde olmayı, kendi varlığını duyumsamayı beraberinde getiriyor. Yani, bir tür farkındalık için yavaşlık. Yavaşlık, aynı zamanda, emek verme, bir süreç ve bilgi birikimi; bir şeyi “iyi” yapma becerisi kazanma. Tasarım bağlamında düşünürsek yaşanan deneyimden ve yapmaktan keyif alma, kendi potansiyelini yavaş yaparak, elini kirleterek keşfetme.

2. İleri teknoloji ve dijital aygıtların çok ön planda olduğu günümüzde ‘el ile üretmek /çizmek/ yapmak’ neden önemli?

El ile üretmek/çizmek/yapmak - ve şimdi burada onlara ekleyebileceğim yürümek - , bir teknoloji karşıtlığı ya da tutuculuk değil, şeylerle aramızdaki mesafeyi kısaltan, şeffaflaştıran birer pratik. Onlara yakınlaşma halleri: Merak etmeye, karşılaşmaya, fark etmeye, keşfetmeye, duraksamaya, yakından bakmaya, temas etmeye, derin düşünmeye, kendine, şeylere ve yere sorular sormaya açık hayli otobiyografik birer eylem. Kişisel ya da çoğul tarihimizi düşündüğümde, deneyim merkezli öğrenmenin, inisiyatifi kişiye bırakan ilk eylemi de yine yürümek olabilir: İki ayak üzerine kalkabilmek ve adım atabilmek. Sonra, düşünmek ve yapmak gelir, yapmanın bir biçim olarak da çizmek; ellerin bir şeyleri kavrayabilecek, tutabilecek, manipüle edebilecek şekilde serbest kalması ve başka türlü söylenebilme kapasitesine sahip olması. Dolayısıyla da el ile yapmak ve yürümek, inisiyatifi kişiye bırakan ve varlığı kutlayan iki arkaik, canlı deneyimleme metodu; ayakların ve/ya ellerin dayanışma imkânını eyleme geçirerek çalışır. Bizi, şimdi ve burada, aktif bir katılımcıya dönüştürür. Ben de, yaparken meraklı ve müsait olarak bu aktif katılımcı olma halini kıymetli buluyorum. Elin karışmasını da bu bağlamda önemsiyorum.

Dilşad Aladağ & Eda Aslan / Unutma Bahçesi

1. “Mekânları kaydetmek ve hafızalardaki yerini diri tutmak” toplumsal hafıza ve kent belleği için neden önemli?

İstanbul çok katmanlı bir şehir, bu katmanlar arasında geçmişi çok eskiye dayanan kozmopolit bir kentin çok kültürlülüğü var olurken bugünün sosyal ve politik ortamında bu çok kültürlülük çok sayıda kentsel – kültürel miras çatışmasının sahasına dönüşüyor. Mimarlık, veyahut mekân da bu çatışmaların çoğu zaman öznesi haline geliyor, yıkılanlar, unutulanlar, yeniden inşa edilecekler… 

 “Hatırlama ve hatırlatma” eyleminin aidiyet duygusunu pekiştiren önemli bir unsur olduğunu düşünüyoruz aynı zamanda geçmişle kurduğumuz bağı onaran ve bugün yitirilecek olana karşı bir direnç sağlayan bir köprü. 

2. Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi bu bağlamda nasıl bir mekân?

Botanik Enstitüsü ve Botanik Bahçe her şeyden öte bilimsel pratiğin ve türlerin sürdürülebilmesi açısından oldukça elzem mekânlar. Aynı zaman Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi’nin tarihi, bulunduğu arazi ve geçirdiği dönüşümler; Osmanlı’dan günümüze kadar pek çok tarihsel referansı içinde barındırmaktadır. 
Eleştirel bir yerden baktığımızda arazinin ve enstitünün pek çok meselenin kesiştiği karmaşık bir düğüm noktasında olduğunu söyleyebiliriz. Bu arazi hep politik kırılmaların merkezinde güç sahasına dönüşmüş ve araziye yerleşen mekânlar güç sahipleri arasında el değiştirmiş halde. Enstitü de yine bu değişimlerden birinin, Cumhuriyet’in modernleşme projesinin öznelerinden birisi. İlk olarak kız lisesine veriliyor arazi, üzerindeki yapı yangında yok oluyor, devam eden yıllarda da bilimsel bir alan için bir modern mimarlık “abidesi” inşa ediliyor buraya. Epey sembolik bir durum ve Cumhuriyet reformlarının pek çoğuna referans olabilir. Ben buradan baktığımda bugünkü arazi değişikliğini ve restorasyon projesini yalnızca geçmişte yanmış bir yapının yeniden inşa edilmesi niyeti olarak okumuyorum. Çok daha karmaşık. Zamanında bugüne benzer yıkıcılıkta olan modernleşme projelerinin uyguladığı baskının bir aktarımı, geri dönüşümü gibi görüyoruz.

İbrahim Tolga Han / Bellek Akhisar

1. Meydan projesi kent belleğini ve yeni işlevleri kamusal alan bağlamında nasıl birbirine bağlıyor?

Anadolu Kentleri kendilerine özgü kentsel kurguları, kültürel ve sosyal yaşamın bir yansıması olan yalın, ölçekli ve organikleşmiş kamusal merkezleri ile tanımlanırlar. Önerilen proje Akhisar şehrinin geçmişindeki kentsel merkez olma kimliğine sahip olan proje alanının yeni kamusal işlevler ve mimari/peyzaj dokunuşları ile dönüşümüdür. Makro düzeyde yeni belediye binası ile proje alanı arasındaki aks belirginleştirilerek kent içerisindeki iki kamusal odağın birbirleri ile ilişkilendirilmesi sağlanmıştır. Bu “bellek yolu” kentsel merkezin formel programları ile yeni proje ile ortaya koyulan ve yoğunlukla enformel programların olduğu yeni meydan arasında kentin geçmişi ve bugünü arasında güçlü bir bağ kurmaktadır. Bu aksın sonunda yer alan atıl durumdaki eski belediye binası kent hafızasındaki yeri de göz önünde bulundurularak yeniden işlevlendirilmiştir. Yeni Meydan, kent içerisindeki farklı yöreye özgü açık pazarlar, kermesler, festivaller ve şenlikler gibi farklı sosyal etkinliklerin yapılabileceği yeniden programlanabilir, esnek ve geçirgen bir düzlem olarak projenin kamusal omurgası olarak kent yaşamına katılır. Meydan üzerinde tasarlanan hafif örtü ise kırsal dokuya referans vererek bölgenin iklim ve sosyal özellikleri ile ilişkili açık/yarı açık bir kentsel mekân oluşturmaktadır.

2. Meydanları yeni işlevler kazandırarak düşünmek günümüz kentlerindeki toplumsal yaşantı için neden önemli?

Meydan olgusu kent içerisindeki sıkışık arterlerin, kılcal yaya ve araç akışlarının hem fiziksel hem de sosyolojik olarak düğüm ve çözüm noktası olma özelliğini taşır. Bu fiziksel ve sosyolojik alışkanlıklar kent ve kentli arasındaki bağı oluştururken aynı zamanda nesiller arasındaki kültürel köprünün de kilit taşı görevini görmektedir. Gelişen ve değişen toplumsal birliktelik ve çağın yeni gereksinimleri de göz önünde bulundurularak düşünüldüğünde kent meydanlarının geçmişin hafızasından beslenen ve gelecek için yeni hafızalar biriktiren bir katalizör olduğu gerçeği kaçınılmazdır. Kullanıcıların bu yarı bilinçli etkilerini denkleme katmak, sonuçlarını öngörmek ve gereksinim duyulan işlevsel ihtiyaçları kazandırmak ise tasarımcının sorumluluğundadır.

Mert Uslu / İzmir Tarımı Geliştirme Merkezi

1. Proje kapsamında alanın yaklaşık 100 yıllık süreçteki fiziksel çevresini incelediniz. Bu incelemede gördüğünüz en çarpıcı veri ne oldu?

İrdelediğimiz periyotta; kentsel müdahaleler boyunca izlenen yanlış politikaların ve özellikle kırsal alanlardan kent merkezlerine göç olgusunun şehri negatif şekilde etkilediğini açık bir şekilde görebiliyoruz. Nüfusun artmasıyla çeperlere doğru genişleme eğilimi gösteren İzmir kentinde, çeperde bulunan kentsel alanların yapılaşmaya zorlandığı belirtilebilir. Bu sebeple kırsal doku zarar görmeye başlamış, zamanla iç içe geçmiş sistemlerden oluşan birçok ekosistem olumsuz etkilenmiştir. Ekosistemlerin alt birimleri zarar gördükçe, bütünde daha büyük etkiler doğurmuştur.

Proje alanı 100 yıl öncesinde tamamen kırsal alanken, 1970’li yıllardan sonra kentleşme faaliyetleri gözlemlenmiştir. 2000’li yıllarda Doğal Yaşam Parkı’nın yapılması ile mevcut kimliğine kavuşmuştur.

Bizler için en çarpıcı gözlem; alanın geçmişte bataklık niteliği göstermesi ve bu bataklığın kurutulmasına yönelik okaliptüs ağaçlarının dikilmiş olmasıydı. Bu ağaçlar 20 sene gibi çok kısa bir zamanda 20-25 metre boylarına ulaşmıştır. Proje başlangıcındaki güncel veriler ve bataklığın kurutulması gibi sonradan yapılan müdahaleler etkisindeki iklim değişikliğinin sonuçlarını net bir şekilde izleyebildik. Eskiden fayda sağlanması amacıyla dikilen ağaçların, yer altı sularının azalmasıyla günümüzde olumsuz unsurlara döndüğü söylenebilir. Proje alanında kaldırdığımız bu ağaçların bir bölümünü geri dönüştürdük ve bir bölümü ise bu durumu anlatabilmek adına alanda sergilenmektedir.

2. İklim krizi ve çevre sorunlarının acil aksiyon gerektiren bugünkü koşullarında mimarlık bağlamında hem küresel hem yerel ölçekte  “sürdürülebilir üretim” üzerine düşünmek neden önemli?

Sürdürülebilirlik bağlamında mimarlık disiplinini ayrı ele almayı çok doğru bulmuyorum.

İndirgemeci bir tavra büründürmemek adına mimarlık pratiğine de bütünde bakmak gerekli diye düşünüyorum. Ekolojik ayak izini azaltmanın en önemli yöntemi, tüm kentsel politikaların sürdürülebilir alışkanlıklarla sağlanmasından geçiyor. Söz konusu ‘sürdürülebilir üretim’ kavramının ekolojik sürdürülebilirlik ile sınırlı kalmaması dolayısıyla ekonomik ve sosyo- kültürel sürdürülebilirlik gibi unsurlarla birlikte düşünülmesi çok daha nitelikli sonuçlar doğuracaktır. Mimarlık alanında yapının tektoniğini sürdürülebilir yöntemlerle üretip, yapıyı aynı bağlamda işletemiyorsak sonuç ürünün sürdürülebilir bir yapı niteliğinde üretilmiş olduğunu da söyleyemeyiz bence. Bu üretim şeklini, sistemler bütünü olarak tanımlayabiliriz. İzmir Tarımı Geliştirme Merkezi - Sasalı Biolab özelinde anlatacak çok şey varken bence en önemlisi yapısal ölçeği değil mesela. Yapının işlevi sürdürülebilir kalkınma anlamında çok daha önde yer alıyor. Kısacası yerel ve küresel ölçekte ön plana çıkarılacak ‘sürdürülebilir üretim’ olgusunun yaşam alanlarına; doğal kaynakların korunması, biyoçeşitliliğin desteklemesi, çevrenin korunması, toplum sağlığının iyileştirilmesi ve toplumsal farkındalığın arttırılması gibi sayısız katkısı vardır. Bunu mimarlık bağlamında ya da yönetime ilişkin politikalar konusunda ayırmayıp aynı ekosistemin bir parçası olarak görmeliyiz.

Mimarlık İşleri, Nil Bıçak, Erol Kalmaz & Kemal Bal / Yüzyüze, İTÜ İşletme Fakültesi

1. Eğitim yapılarının tasarımı, öğrenme, paylaşım ve deneyim açısından nasıl bir öneme ve potansiyele sahip? İTÜ İşletme Fakültesi’nin kent yaşamı için nasıl bir yeri / konumu var?

Projelendirilmesi için görüşmelerin devam ettiği tasarımımız üzerinden eğitim mekânı ile kent arasındaki ilişkiye dair düşündüklerimizi aktarmak için yarışmada sunduğumuz mimari rapora başvuracağız. “Örgün eğitimin son basamağı olan üniversite, bireyin bir aktör olarak kent yaşamına katılmaya hazırlandığı mekânı temsil eder. Ülkemizdeki üniversiteler, yüklendikleri programın niteliği ve niceliği nedeniyle kendi başına küçük ölçekte bir kent parçası olarak tanımlanabilecek kampüsler şeklinde şehrin görece çeperlerinde konumlandırılmaktadır. Kökleri Cumhuriyet öncesine dayanan Üniversiteler ise bugün büyüyen kent ağının merkezinde kalmışlardır. Haliyle, kent dokusu içinde yer alan üniversite yerleşkesi, kentin gündelik yaşamıyla iç içe olması nedeniyle, çeperdeki bir üniversite yerleşkesinden farklı potansiyeller vaat eder.”

Projede biri kentsel mekâna diğeri yapısal mekâna dair iki potansiyeli değerlendirdik:

Kentsel Mekân Potansiyeli, Akaretler’den Teşvikiye’ye doğru geçerken içinden geçilebilen, bir pazar gezintisi yaparken uğranabilen, gündelik hayatı kabul eden bir üniversite yerleşkesi olma potansiyelidir. Bu potansiyeli artırmanın yollarını tasarımın odağına aldık. Üniversite duvarlarını kaldırarak Akaretler’den Teşvikiye’ye geçişi okunur kıldık. Üniversite kütüphanesi ile çok amaçlı salonu bağımsız girişle sokağa açtık. Derslik bölümlerinden bağımsız olarak kütüphane ve salonun 7/24 kamuya açık olabilmesine imkân verdik. Böylece kentli ile üniversiteyi yüzyüze getirdik.

Yapısal Mekân Potansiyeli başlığında ise derslikler ile öğretim üyeleri odalarının karşılıklı olması ve ikisi arasındaki koridorun karşılaşmaları artıracak yönde, yapı konumunun potansiyelini de yüklenerek mekânsallaşmasını sağladık. Bu plan şemasıyla öğrenen-öğreten ilişkisini zenginleştirmeye imkân yarattık. Öğrenci ile öğretmeni yüz yüze getirdik.

Bu iki potansiyeli yeni yapıda, tarihi Karakol binasının giriş aldığı kotu sürdürerek “kütüphane”; bir alt kotta “Süleyman Seba avlusu” ve bir üst kotta “kentsel teras” ile yüz yüze getirdik.

Onurcan Çakır / Barbaros Evi

1. Yapının coğrafya ile kurduğu ilişkiyi ne şekilde gözettin?

Barbaros Köyü’nün en tepe kısmında bulunan bu evi tasarlarken etraftaki konut ve bitki örtüsünden oluşan dokunun içinde kendine yer bulacak bir karakterde olmasını amaçladığımdan, tek katlı bir kütle üzerinde yoğunlaştım. Cephede köyün kendi taşını ve brüt betonu kullandığımız bu projede, geleneksel malzeme ile güncel mimari dilin beraber kullanıldığı bir yapı üretmek istedim. Coğrafyanın fiziksel koşullarını göz önüne alırsak, hâkim rüzgâr olan poyrazın kışın sert ve soğuk esmesine karşı önlem olarak kuzey cephesinde pencere açıklığı oluşturmadım ve doğuda yalnızca ihtiyacı karşılayacak miktarda ince şerit pencereler kullanarak cepheyi oluşturdum. Köyde bulunan bu evi hem şehir alışkanlıklarına hem de köye ait kullanımlara cevap verebilecek şekilde kurgulamaya çalıştım.

2. Günümüz mimarlık pratiğinde, teknolojik yöntemlerin ve üretim metotlarının hızla etkinliğini artırması bir yana, yerel malzeme ve ustalık / işçilik kullanımı neden önemli?

Yerel malzeme kullanımı, öncelikle kendiliğinden özgünlüğü ve doğallığı beraberinde getiriyor. Örneğin taşın örülürken oluşan dokusu, yalnızca o yapıya özel. Başka bir yerde birebir aynısına rastlayacağınız bir oluşum değil. Barbaros Evi’nde köyün yüzey taşları olan andezit, riyolit ve bazalt gibi taşları karışık olarak kullandık. Tabii ekonomik anlamda da taşıma maliyetinin önüne geçilmiş oluyor. Taş, ahşap ve benzeri yapı ustalıkları, günümüzde yeni nesillere yeterince aktarılamadığı için yok olmaya yüz tutan zanaat türleri. Yapıların ticari bir yönü olduğu kesin, ama onlara hızla tamamlanıp seri üretim yöntemleriyle inşaatı bitirilmesi gereken objelermiş gibi yaklaşmaktansa, içinde insanların uzun süreler boyunca vakit geçirip yaşayacakları mekanlar olarak değer verip tasarlamalıyız. Bence arsanın alınmasından yapının projelendirilmesine, binanın inşaatından kullanıcıların evin içinde yaşamasına kadar, bütünü oluşturan detaylı bir süreç bu.

Pınar Kesim Aktaş, Falez Yeniden

1. Küresel iklim değişikliğine karşı sürdürülebilir çözümler üretmek için biyomimikri nasıl bir öneme sahip?

Doğanın düzeni yüzyıllardır kusursuz bir şekilde işler, kendi içerisinde bir denge ve düzen vardır. Bu kusursuzluğun arkasında; karşılaşılan problemlerin kendi içerisinde çözülmesi gelir. Daha sağlam, daha güvenilir, daha işlevsel ve daha az maliyetle üretim yapmak ve karşılaşılan tasarım süreçlerini doğanın tasarımlarından ve süreçlerinden etkilenerek üretmek biyomimikri tasarım kavramını geliştirdi. Biyomimikri ilhamıyla yapılan tasarım, uyarlanabilir, görsel olarak uyumlu ve en az enerji tüketen çözümler üretir. Nihayetinde doğa da aynı problem için kendi süreçlerini yeniden, yeniden tasarladı. Bunun referansı, zaman içinde taklit edilen bu sürecin etkili bir şekilde var olmasıdır. Doğa, kaynak tüketimini de kendi doğal süreçlerinde optimize etmiştir. Böylece sürdürülebilirlik, doğadan gelen tasarımların gelişiminde saklıdır. Bunu biraz daha detaylandırmak gerekirse, sürekli değişen çevre ve koşulları içinde yaşamın var olabilmesi; bu süreçlere en iyi adaptasyonun en uygun şekilde yapılmasından geçer. Doğa gibi davranmak ve doğanın yüzyıllar içerisinde geliştirdiği ve iyileştirdiği yaşam çözümlerinin tasarım süreçlerine yansıması, kentlerin sürdürülebilir yaşam alanlarına dönüşmesi için elzemdir. Tüm ekosistemin form, malzeme, üretim metodu, süreç stratejisi ve fonksiyonu açısından taklit edilebilmesi (buradaki taklit birebir kopya değil, arkada yer alan bilginin yorumlanarak aktarılması) küresel iklim değişikliğine karşı biyomimikriyi önemli bir tasarım aracı haline getirmektedir. İklim değişikliğinin hızı ve etkisi düşünüldüğünde, doğada yer alan bilginin tasarım sürecinde kullanılması bu hızlı değişime adaptasyon için büyük önem taşır. Doğa ihtiyacı olan enerjiyi kullanır, atık üretmez ve her şeyi dönüştürür.

2. Kız Kulesi ve yakın çeperi ne bağlamda bu konu üzerine düşünmek için özgün bir alan?

Salacak hafızalara Kız Kulesi ile yer etmiştir. Oysa ki Salacak’ı eşsiz yapan sadece Kız Kulesi değil, tarihi milyon yıl öncesine dayanan falezlerdir. Dünyada sayılı örneği olan bu yeşil falezler, Kız Kulesi siluetinin sessiz tanığı olarak yer alır. Salacak kıyısı ve izleği tasarım ilhamını bu falezlerden alır. Falez morfolojisi, özgün kıyı tasarımı için altlık oluşturur. Böylece, suyun gücüne karşı dirençli bir kas olarak çalışacak kıyı izleği tasarlanırken aynı zamanda kıyıdan koparılan yeşil; tasarlanan falez izleğinde yeniden suya kavuşur. Katmanlardan oluşan yeni kıyı, kullanıcılar için alternatif mekân üretimleri sağlarken aynı zamanda ihtiyaç duyulan yeşil alanların kıyıda yer alabilmesine, ekosistem sürekliliğindeki ara kesitin oluşmasına imkân sağlayacaktır. Kız kulesi ve çevresini falezler ile birlikte yeniden düşünmek ve tasarlamak, tarihin sessiz tanıklarını günümüz sahnesine yeniden çıkaracak, özgün bir yaklaşım olacaktır.

Rolab Studio, Hazal Yılmaz, Yiğitalp Behram / Second Time Around

1. Re-Plastik projesinin döngüsel iş modelinden bahseder misiniz?

Plastik Dönüşüm projesi, atık olarak tanımlanan plastiklerden dayanıklı, yüksek kaliteli ürünler yaratırken, farkındalığı artırmayı hedefliyor. Küresel plastik üretimi ve tüketimi 1960'lardan bu yana 20 kattan fazla arttı. Bugün küresel plastik üretiminin yüzde 40'ı ambalajlamada kullanılıyor ve bunlardan yüzde 95'i ise tek kullanımlık. Plastiğe olan talebin artmaya devam edeceği tahmin edilse de, üretim ve tüketimdeki büyüme, verimsiz bir küresel atık yönetim sistemi ile birleşerek, plastik atığın beşte birinden daha azının geri dönüştürülmesine neden oluyor. Plastik doğal olarak parçalanmadığından nehirler ve okyanuslar da dahil olmak üzere doğal sistemleri kirletiyor. Amacımız, ürün ve hizmetlerimizi piyasaya sürerek, uygulanabilirliği kanıtlanan plastik sorunu etrafında gerçekçi döngüsel bir ekonomi yaratabilmektir. Plastik Dönüşüm projesi, evsel atık plastikler üzerine inşa edilmiş döngüsel bir iş modelidir. Misyonumuz, İstanbul şehrindeki atık plastiği geri kazanmak ve topluma yüksek kaliteli ürünler sunmaktır. Bu amaç doğrultusunda, İstanbul'un atıklarıyla birlikte, İstanbul kenti için dayanıklı ürünler yaratırken, plastik atık algısını değerli ve olumlu bir algıya dönüştürmeyi hedefliyoruz. Rolab Studio olarak, İstanbul'daki toplama noktalarından temiz ve geri dönüştürülmüş plastik atıkları topluyoruz. Ev eşyalarında en çok kullanılan ve atık olarak karşımıza çıkan plastik türlerinden HDPE, PE, PP ve PS plastik çeşitlerini kullanıyoruz. Plastik atıkları toplama noktalarından tedarik ettikten sonra, sheet-press makinesi ve robotik 3 boyutlu baskı tekniği ile atıkları ürün haline getirerek piyasaya sunuyoruz. Bu proje ile birlikte, devam eden atık sorununa katkıda bulunmayı, İstanbul'dan plastik atıklarını kaldırmayı hedefliyoruz. Daha fazla ürün ürettikçe daha fazla atık toplayarak, ürünün ekosisteminde kalmasını ve asla doğaya doğrudan atık olarak dönmemesini sağlıyoruz.

2. Küresel ölçekte çevre sorunları ile ilgili mücadelede tasarım ve mimarlık alanındaki üretim pratiğinde yeniden düşünmesi gereken konular var mı?

Daha sürdürülebilir bir gelecek için çabalarken, tasarımcılar ve stüdyolar, süreçleri optimize etmenin ve sürdürülebilir üretim yoluyla atık ve enerji tüketimini azaltan yenilikçi ürünler yaratmanın yeni yollarını arıyor. Bilgi ve iletişim teknolojisindeki gelişmeler, bir yapının tüm yaşam döngüsü boyunca, yalnızca süreç ve teknik açıdan değil, aynı zamanda yaratıcı tasarım açısından da bir etkiye sahiptir. Bu nedenle, parametrik tasarım yaklaşımları, performansa dayalı tasarım yaklaşımları ve dijital üretim teknikleri dahil olmak üzere tasarım ve üretim için yeni tekniklerin ve yöntemlerin araştırılması ve benimsenmesi gereklidir. Performansa dayalı tasarımda, performans hedefleri geliştirilir, güncellenir ve tasarım süreci boyunca değerlendirilir. Dijital üretim, tasarım sürecinde fiziksel prototipleme yoluyla yenilikçi tasarım keşfine ve standart dışı mimarinin uygun maliyetli bir şekilde sanayileşmeye yönelik kitlesel özelleştirilmesine olanak tanır. Buna ek olarak, Endüstri 4.0 sayesinde Robotik üretim teknolojisi inşaat alanında yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Küçük ve büyük ölçeklerde çeşitli yapılar elde etmek için çeşitli robotlar, yazılımlar, tasarım stratejileri ve malzemeler içeren çok sayıda örnek her yıl tüm dünyada ortaya çıkmaktadır. 3D baskı olarak da bilinen katmanlı üretim yetenekleri, lineer tasarımdan döngüsel tasarıma geçişte önemli bir rol oynamaktadır. Geleneksel üretim yöntemlerinden biri olan kalıpla üretime avantaj olarak 3 boyutlu baskı yöntemlerinde kullanılan malzeme miktarını tasarıma göre optimize edebilmemizin yanı sıra, seri üretimde karşımıza çıkan kalıpla üretimde ortaya çıkan malzeme tüketimini (atık kalıp miktarını) bu yöntemle sıfıra indirilebilmekteyiz. Rolab Studio, mimarlıkta en son tasarım teknolojileri ve yeni tasarım araçlarının yanı sıra yeni tasarım paradigmalarını inceleyerek Hesaplamalı Tasarım ve İmalat Teknolojilerine odaklanmaktadır.

Studio Blai, Aysel Abasova, Doruk Yıldırım, Tolga Kalcıoğlu / Second Time Around

1. Re-Plastik projesinin döngüsel iş modelinden bahseder misiniz?

Bu öncelikle malzeme tanıttığımız bir proje. Bu malzemenin de hammaddesi İstanbul’un atık plastiği. İnsanların plastiğe bakış açısı biraz problemli; plastik değersiz, çirkin, üçüncü sınıf bir malzeme çoğunluğun gözünde. Bunun sebebi aslında plastiğin kullanım alanları, bu ucuz ve dayanıklı materyal tek kullanımlık eşyalarımızın baş rolü, dolayısıyla çöplüklerde de hatırı sayılır bir popülasyona sahip. Bir kısmı geri dönüşse de çoğunlukla yine tek kullanımlık eşyalar olup hızlıca yeniden çöp olmak üzere ikinci bir hayat veriliyor atık plastiğe. Biz işte bu problemli döngüyü kırmayı, plastiğin aslında alışa gelenden çok daha güzel uzun ömürlü ürünlere dönüşebileceğini insanlara göstermeyi amaçlıyoruz. Bu projede de atık plastikten modüler plakalar yaptık ki atığın gerçek potansiyelini keşfetmek üzere çıktığımız bu yolculukta katılımcılar da bize dahil olsun, bu malzemeyi özgürce deneyimlesin ve onla tasarlama imkânı bulsun.

2. Küresel ölçekte çevre sorunları ile ilgili mücadelede tasarım ve mimarlık alanındaki üretim pratiğinde yeniden düşünmesi gereken konular var mı?

Üretim pratiği dediğimizde, hele bir de küresel ölçekte bir etkiden söz etmek isteyince, bahsettiğimiz üretim tekniği disiplinler arası ve çok oyunculu bir yapıya dönüşüyor. Çok oyunculu yapıların da yılların kemikleştirdiği alışkanlıklarını kırmak güç. Mimarlık ve tasarımda, çevre sorunları sürdürülebilir malzemeler ve sürdürülebilir üretim teknikleriyle direk hedef alınabiliyor, alınıyor da, özellikle akademide sayısız heyecan verici çalışma görüyoruz. Konvansiyonel “çevreye zararlı” malzeme ve üretim tekniklerinin sürdürülebilir alternatifleri var, her geçen gün de yenisi ekleniyor. Bizim yapmamız gereken sürdürülmesi güç üretim alışkanlıklarımızı bu koca havuzdaki sürdürülebilir alternatiflerle değiştirmek herhalde…

Spazio—x, Müge Yürüten, Lorenzo Sizzi / PALLONEGONFIATO

2021 Città Sant’Angelo Müzik Festivali için özgün bir deneyim sunmak üzere tasarlanan enstalasyon projesi mekânla nasıl bir ilişki kuruyor?

Festivalin kültürel çerçevesinde tasarlanan mekâna özel enstalasyon, G. Donizetti’nin Don Pasquale operasını yorumlayarak IV Novembre Piazza’sına mekânsal bir değişim öneriyor. Meydana verilen geçici konfigürasyon, mevcut mekânsal özellikleri ana kahraman ve arka plan olmak üzere iki unsurun diyaloğundan oluşan dinamik bir senografiyle yorumluyor. Amfi tiyatroda olduğu gibi, ana karakter odak noktasında konumlandırılırken, meydanın izleyicisini temsil eden arka plan, operanın teatral boyutuna bir gönderme yaparak yarım daire biçimli konfigürasyonunu takip ediyor.

Tasarlanan form ve kullanılan malzeme tercihlerinizden bahseder misiniz?

Şişirilmiş Balon (Pallonegonfiato) olarak isimlendirilen enstalasyon, mekânsal tasarımıyla çevresindeki herkesi etkileyen benmerkezci bir insanı yorumluyor. Ana karakter, Don Pasquale’nin kelimenin tam anlamıyla egolu karakterini vurgulamak amacıyla çevreyi yansıtan şişirilmiş krom bir balonla temsil ederken, balon üzerindeki görüntüyü yansımalarıyla değiştiren ziyaretçiler tasarımın aktif bir parçası haline geliyor. Arka planı oluşturan yarı-saydam gümüş renk perdeler meydandaki farklı ışık yansımaları ve rüzgârın etkisiyle birlikte enstalasyonun sürekli değişen ve dinamik bir form oluşturmasını sağlıyor.

Yelta Köm, Olasılıksal Zeminler

“Ürettiğimiz görsel rejimlerin çoğu zaman kontrolcü pratiklerin omuzlarında yükseldiğini” söylüyorsun. Bunu biraz açar mısın?

Kontrolcü olmayan, özgürleştirici bir mercek var mı; kafamdaki soru işareti bu aslında. Özellikle günümüzde hepimizin cebinde olan, yeniden ürettiğimiz, tekrarladığımız görseller bu rejimin parçası oluyor. Bu bahsettiğim çok gündelik bir mesele tabi ama bunun yanında muktedir olanların çizdikleri gelecek vizyonları da kontrolcü pratiklerin omuzlarında yükseliyor. Bir akıllı kent vizyonunun ürettiği görsel rejim, bize iyi bir hayat mı sunuyor? Yoksa daha kontrol edilebilir ve bununla beraber pazarlanabilir hayatlar mı çiziyor?  Büyük teknoloji şirketlerinin kurduğu düzene karşı söylemlerin artık herkes farkında, ama bundan sonra ne yapabiliriz sorusu, otoriteyi gündelik pratiklerde de sorgulamaktan geçiyor. 

Bu bağlamda ‘geleceğin’ kentleri nasıl şekilleniyor sence?

Geleceğin kentlerinin nasıl şekilleneceği meselesi biraz dünyanın sonu, kıyamet gibi. Her jenerasyon her dönem nasıl kendi kıyamet senaryolarını yaratıyorsa, geleceğin kenti meselesi de biraz öyle. Geçmişe baktığımda Ur’da nasıl bir hayat vardı, Tenochtitlan nasıl bir şehir onları merak ediyorum. Sosyal hayatları nasıldı örneğin?  Öte yandan, geleceğin kentleri de geçmişteki gibi güç ve sermayenin elinde şekilleniyor, dayanışmacı pratikler direnç noktaları oluştursa da belki eşyanın doğasından ötürü gittikçe yalnızlaşan içine kapanan şehirler olacak. Bunun dışarıya tezahürü böyle olmasa da ayrışmaların daha çok olacağı gelecek kentlerinin yakın olduğunu düşünüyorum. Bu karmaşık durum moral bozucu gibi gözükse de toplumsal değişimler olmadan yaşam alanlarımızın değişmesi çok kolay değil gibi.  

 

#GEMSS’21 #TheCircle #CircleSpace


Sayfanın Başına Dön