THE ARCHITECTURE PROJECT
THE ARCHITECTURE PROJECT

THE ARCHITECTURE PROJECT

MİMARİ   29.11.2020

Danimarka Kraliyeti’nin düzenlediği The Architecture Project etkinliğine katılmak için, ülkenin ikinci büyük şehri Aarhus’tayız (bir kez daha). Kırmızı tuğlaların ve modern mimarinin tek bir çatı altında toplanması ve bunun göze batmıyor oluşu, artık bizi şaşırtmıyor. Etkinliğin çıkış noktası, sağlık sektöründe mimarinin önemini vurgulamak olunca sektörün nasıl ivme kazandığı, şehre önemli yapıtlar kazandıran mimarlar tarafından bize anlatılıyor. Bahsettiğimiz ivme 375 metrekarelik bir alanın sağlık kuruluşuna dönüşmesinden başlıyor, ölmek istediğinizde kapısını çalabileceğiniz bir eve kadar uzanıyor. Aradaki süreçte aklınıza gelebilecek her türlü yapı, başta Aarhus olmak üzere Danimarka’nın neredeyse her köşesine yayılmış durumda ve, sağlık sektörünün başarısı, iyi tasarlanmış bir mimari projeyi işaret ediyor.

Julian, sence İskandinav sağlık kuruluşları mimariye neden bu kadar önem veriyor?

Bunun iki nedeni var ve bu iki farklı yol, günün sonunda İskandinav sağlık sisteminin temelini oluşturuyor. Toplum, mimariyi, sosyal refahın gelişmesinde bir araç olarak kullanıyor ve bu sayede mimari, insanlar arasındaki eşitliğin temelini atmış oluyor. Herkesin eşit ölçüde faydalanabileceği bir sağlık sistemi kurarken, ekonomik düzen de işin diğer kısmını oluşturuyor. Görece lüks sağlık hizmetlerini karşılamak için, toplanan vergiler kaynak olarak alınıyor ve yine halkın eşitliği ve refah seviyesi için çalışılıyor.

Şu an şirket olarak, Aarhus Hastanesi’ni iyileştirmek için 375.000 metrakarelik bir alanda çalışıyorsunuz. Şehirde yaşayan insanların, gerçekten bu kadar büyük bir hastaneye ihtiyaçları var mı?

Aslında bu hastanenin yenilenmesi, Danimarka’nın sağlık sektörüne yeni bir bakış açısı kazandırmanın en önemli yollarından biri. Aarhus Hastanesi, sadece yerel bir hastane olarak kalmayacak, aksine, tüm dünyada örnek olarak gösterilebilecek bir yapı olarak tarihe geçecek. Bu yüzden, toplumun böyle bir hastaneye ihtiyaç duymasından ziyade, devletin böyle bir yapılanmaya gitmeye ihtiyacı vardı, çünkü bu sayede sağlık kuruluşlarını daha gelişmiş bir hale sokabilecekti.

Dünyada örnek olarak alınan bir diğer projeniz de Djursland Hospice. Aldıkları tedaviye yanıt vermeyen insanların ölümü beklemek için konakladığı bir mekanda, işlenmemiş materyaller ve yeşilin her türlü tonunu kullanmak, günün sonunda onları iyileştirmek için mi yoksa onların daha iyi şartlar altında ölmeleri için mi tasarlanıyor?

Djursland’e gelen pek çok insan, binanın mimarisinden ve materyallerden etkileniyor. Hastaneden çıkıp böyle bir ortama girmiş olmak, doğayla iç içe yaşamak ve yağmurlu bir günün ardından binanın dışının masif ahşaplar yüzünden yeşerdiğini görmek onlara ilginç geliyor. Her ne kadar burada, hastalara herhangi bir tedavi uygulanmasa da, her şey onların kendilerini biraz daha iyi hissetmeleri için tasarlanıyor.

Sağlık sektörüne yapılan bu yatırımın temelinde, sağlık hizmetlerinin ücretsiz olması mı yatıyor?

Sektörün ücretsiz oluşu, iyi hizmet sunulacağı anlamına gelmiyor. Yapılan yatırımlar ve insan haklarına verilen önem, Danimarka’da ve İskandinav ülkelerinde, sağlık sektörünü geliştirmek için harcanan paranın üstüne, ekstra bir bedel talep etmemeyi beraberinde getiriyor. Yani, yatırım yapıldığı için sağlık sektörü ücretsiz oluyor.

Cubo Architekter

Danimarka’nın hem İskandinav mimarisini hem de modern yapıları tek bir potada eritebildiğini düşünüyor musun?

Kesinlikle. Danimarka, kendi kültürünü diğer Avrupa ülkelerinin kültürleriyle bir arada sergileyen ender ülkelerden biri ve bunu kendi dilini ve yorumunu kullanarak yapabiliyor. Kanser hastaları için bir danışmanlık merkezi açtınız ve binanın tasarımını Frank Gehry ile birlikte yaptınız. Bu proje, Gehry’nin diğer projelerine kıyasla farklı bir yere sahip olsa gerek. Frank Gehry ile iletişime geçtiğimizde, proje onu çok heyecanlandırdı. Her ne kadar benzer bir projeyi Glasgow’da hayata geçirmiş olsa da, seçtiğimiz bina ve kafamızda canlandırdıklarımız çok farklıydı ve hemen hazırlıklara başladık.

Binanın dış cephesini sabit tutup, içeride modern materyaller ve cam bir tavan kullanmak Frank Gehry’nin dokunuşuydu diyebilir miyiz?

Sadece onunla sınırlayamayız, binanın tarihine duyduğumuz saygının da bunda etkisi var. Yaratmak istediğimiz şeffaf atmosferi cam tavanla ve gelen gün ışığıyla güçlendirirken, Danimarka’nın tuğla duvarlarına olan saygımızı bir kenara itmedik ve dış cepheyi olduğu gibi bıraktık. İçeride her şeyin geçirgen olduğu bir yapı yaratırken, dışarıya karşı duvarlarımızı yıkmadık.

Odaların kapısız olması fikri nereden çıktı peki? Farklı amaçlar için yaratılmış alanlardan gelen gürültünün birbiri ile iç içe geçmesi bir süre sonra rahatsız edici bir hal almıyor mu?

Bina içerisindeki her kat, farklı bir duyguya ve aktiviteye hizmet ediyor. Kanser hastaları tek başına kalmak istemedikleri için burada bulunuyorlar ve bu durum bize, Hemjdal’da her şeyin birlikte yaşanması gerektiğini düşündürüyor. Hele ki, kanser bazı toplumlarda bir tabu olarak kalmışken, insanların bir araya gelip bunu ortadan kaldırması fikri bizi çok heyecanlandırıyor ve hastaların kendilerini biraz daha iyi hissetmelerini sağlıyor.

Aarhus Arkitekterne

Danimarka’da toplam 1 milyon metrekarelik sağlık kuruluşu inşa etmiş bir şirket olarak, orada bu kadar büyük bir yatırıma ihtiyaç duyulduğuna inanıyor musunuz?

Danimarka’nın sağlık sistemi şu anda çok büyük bir değişimden geçiyor ve bu süreç sadece sistemin işleyişiyle değil, aynı zamanda mimari yapısıyla da alakalı. Verilecek sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi bir kenara, istihdam edilecek insan sayısından, tedavi sağlanacak yeni hastalıklara hatta mimarinin insan üstündeki etkilerine kadar uzanan bir değişim söz konusu olduğu için, ülkenin böyle bir yatırıma ihtiyaç duyduğuna inanıyoruz. İleride diğer ülkelerin de böyle bir değişimi örnek alarak harekete geçeceklerini düşünüyoruz.

Down Sendromlu insanların etkileşim kurabileceği enstalasyonlar yaratmak ve bunu mimari ile desteklemek fikri nasıl ortaya çıktı?

Snoezelhuset’in arkasında yatan fikir, uyarıcılar ile Down Sendromlu insanların dikkatini çekmek ve onları, oluşturduğumuz bu farklı enstalasyonlarla etkileşime sokmaktı. Bu noktada oluşturduğumuz her türlü oyunu binanın içine doğru bir şekilde entegre edebilmek için mimariden destek aldık, aynı şekilde binanın kıvrımlı yapısını oluştururken güneş ışığından olabildiğince faydalanmayı hedefledik. Binanın, en ince detaylar hesaba katılarak tasarlanması gerekiyordu çünkü, içeride konuk edeceğimiz insanlar bu detaylarda kolayca kaybolabilecek insanlardı ve onları bu oyunun bir parçası haline getirmek istiyorduk.

Bahsettiğiniz bu oyunlar, aslında Down Sendromlu insanların sokakta karşılaşabilecekleri şeyler; uçan kuşlar, kum üstünde yürüyen böcekler ve akan bir derenin sesi gibi. Dışarıda olup, bunları en doğal haliyle deneyimlemek mümkünken, insanlar neden bu evde olmayı tercih etmeli?

Doğal ortamda karşılaşacağınız şeyleri, Snoezelhuset’te kendi zevkinize göre yeniden şekillendirebildiğiniz için, Down Sendromlu insanlar burada olmaktan keyif alıyorlar. Buz dağının üzerinden kayan bir pengueni izlerken, bir anda çimlerin içerisinde yuvarlanan bir kuzuyu izlemeye karar verebiliyorsunuz ve Snoezelhuset bunu mümkün kılıyor. Ve elbette, doğada olduğunuzdan çok daha güvenli bir şekilde bunları yapmanızı sağlıyor.

Aart Architects

İnsan sağlığı ve mimari arasındaki ilişkiyi nasıl tanımlarsın?

Danimarka’daki uzun kış mevsimlerinin bir sonucu olsa gerek, doğaya ve güneş ışığına sonsuz saygı duyuyoruz. Bu yüzden, genelde, işlenmemiş ham materyalleri, güneş ışığını kesmeden kullanmaya çalışıyoruz. Bu bilgi doğrultusunda mimarinin insan sağlığına etkisi son zamanlarda Danimarka için büyük önem taşıyor. İnsanların iyileşmek için ihtiyaç duydukları tek şeyin ilaçlar ve tedavi olmadığını, bir hastane odasında yatarken güneş ışığına, doğaya, yeşile ve pratik çözümlere ihtiyaç duyduklarını düşünürsek, mimarinin sağlığımız üzerindeki etkisini çok daha kolay bir şekilde anlayabiliriz.

Üzerinde çalıştığınız Musholm projesi ile engelli vatandaşların, toplum içerisinde katılamadıkları aktiviteleri, tek bir çatı altında, bir tatil köyünde topluyorsunuz. Bu fikir nasıl ortaya çıktı?

Bahsi geçen tatil köyü, uzun yıllar önce kurulmuştu ancak şartları yeteri kadar elverişli değildi. 2012 yılında oraya davet edildik ve binanın mimari açıdan daha elverişli bir hale gelmesi için çalışmaya başladık. Bu sayede engelli vatandaşlar, istedikleri sportif aktiviteleri gerçekleştirip, başkasının yardımı olmadan kendi faaliyetlerini kendileri kontrol edebilecekler ve bunları yaparken, mimari değişikliğin sunduğu fırsatlardan yararlanarak, herhangi bir sıkıntı çekmeyecekler.

Bahsettiğin bu spor salonunda, farklı yükseklikler yaratarak, nasıl bir çeşitlilik elde etmek istediniz?

Spor salonunun girişinden başlayan ve başladığı noktaya geri dönen bir rampa yaptık. Bu rampa tüm spor salonunu baştan uca dolaşıyor ve her farklı seviyede farklı bir platformu, engelli vatandaşların karşısına çıkartıyor. Tekerlekli sandalyede olan hastalar için tasarlanmış bir tırmanma duvarımız bile var ve orada, hastaların deneyimleme fırsatı bulamayacağı aktiviteler sunuluyor. Bu farklı yükseklikler sayesinde, hem hastalar birbirini görebiliyorlar, hem de, her seferinde biraz daha yükseğe çıkarak binanın sunduğu manzaraya bakabiliyor.

Arkitekfirmaet Ole Dreyer

Zihinsel engelli insanlarla, toplumsal refah seviyesi yüksek olan insanları aynı komün hayatına dahil etme fikri nasıl ortaya çıktı?

Bu fikri bize Danimarka Sosyal Gelişim Merkezi sundu. Merkezin kurucusu Carsten Andersen, Kolonihavehuse adını verdiği projeyi hayata geçirmemiz için bizi tercih etti ve herkesin benzer evlerde, benzer günlük rutinlerle yaşadığı bir toplum oluşturmaya çalıştı. Evler arasındaki tek fark bazılarında mental problemler yaşayan insanlar varken bazılarında iş, güç sahibi hatta görece zengin insanların yaşıyor olmasıydı. Amaç iki farklı kesimin bir arada yaşayabileceği bir topluluk üretmek ve mental olarak sıkıntı çeken insanların topluma entegre edilmesini sağlamaktı.

Yaratmak istediğiniz bu ütopyada herkes birbirine yardım ediyor, herkes güneş enerjisinden faydalanıyor ve fatura derdi çekmiyor, engelli insanlar diğer komşuları sayesinde hayata tutunuyor. Toplumda bu ibarelere rastladığınız olaylar yaşanıyor mu?

Proje henüz çok yeni olduğu için şu an sadece gelişme aşamasındayız. Komüne yeni bir birey katıldığında herkes onunla tanışıyor, belki bir kahve içmek için onu kendi evine davet ediyor ve onunla ilgileniyor. İlerleyen dönemlerde görmek istediğimiz sonuçlarla karşılaşacağımıza inanıyoruz. Zira, projenin daha iyi sonuçlar vermesi için, şehrin içerisinde, daha merkezi bir alanda ikinci bir şube üretilmesi söz konusu.

Diğer projelerle kıyaslandığında Kolonihavehuse, mimari kaygının daha az önem verildiği bir proje ve sosyolojik temeller üzerine şekilleniyor.

Toplumsal bir proje için iş yapıyorsanız, öncelikle ekonomik ve bütçesel durumun farkına varmalısınız. Zira mimari projeniz olabildiğince minimal ve pratik olmalı, aksi takdirde pahalı materyaller ve çözümler sunmak hiçbir işe yaramayacaktır. Bu projede düşündüğümüz şey tam da buydu; her şeyin en makul olanını seçmek ve odak noktasını materyal ve mimariden ziyade insan üzerinde tutmak.

XOXO The Mag izniyle yayınlanmıştır. 

Tarih/Sayı: XOXO The Mag İlkbahar/Yaz 2015-2016

#TheArchitectureProject #Aarhus #AarhusArkitekterne #AartArchitects #ArkitekfirmaetOleDreyer #Kolonihavehuse


Sayfanın Başına Dön