ÖLÇÜ OLARAK MİMARLIK
ÖLÇÜ OLARAK MİMARLIK
ÖLÇÜ OLARAK MİMARLIK
ÖLÇÜ OLARAK MİMARLIK
ÖLÇÜ OLARAK MİMARLIK
ÖLÇÜ OLARAK MİMARLIK
ÖLÇÜ OLARAK MİMARLIK
ÖLÇÜ OLARAK MİMARLIK

ÖLÇÜ OLARAK MİMARLIK

MİMARİ   15.12.2020

Geçtiğimiz yıl pandemi nedeniyle yapılamayan Venedik Bienali 17. Uluslararası Mimarlık Sergisi’nin, bu yıl 22 Mayıs-21 Kasım tarihleri arasında gerçekleşeceği açıklanmıştı. Bienalde yer alan, İKSV’nin koordinasyonunu yürüttüğü Türkiye Pavyonu, Schüco Türkiye ve VitrA’nın eş sponsorluğunda ve Neyran Turan’ın küratörlüğünü yaptığı ‘Architecture as Measure / Ölçü Olarak Mimarlık’ projesine ev sahipliği yapacak. Projesinin yayını olarak kurgulanan web sitesi geçtiğimiz günlerde açıldı. Kesitlerden, yazılardan, söyleşilerden ve evrak işlerinden oluşan yayının, sergiye kadarki süreçte, sergi süresince ve sergi sonrasında paylaşıma açık olması planlanıyor. Detaylar üzerine projenin küratörü, mimar ve NEMESTUDIO’nun ortaklarından Neyran Turan ile görüştük.

‘Ölçü Olarak Mimarlık’ projesinin kurgusu ve formatı üzerine konuşarak başlamak istiyorum. Bu yıl salgın koşullarının etkisiyle pek çok etkinlik ertelenmek durumunda kaldı. Özellikle bienal gibi pek çok projeye ev sahipliği yapan yapıların içindeki projelerin bazıları bu durumun etkisiyle dijital mecraları daha fazla dahil edecek ve zamana yayılacak şekilde yeni formatlar denemeye başladı. ‘Ölçü Olarak Mimarlık’ projesi nasıl etkilendi?

Bu projeye çalışmaya başladığımızda Covid-19 salgının kendisi ortada yoktu henüz ama salgına neden olan çevreye ve çevre adaletsizliğine dair tüm problemler aynı şekilde mevcuttu. Salgının beraberinde getirdiği birçok zorluğun yanında salgın öncesinde hâlihazırda var olan yapısal birçok sorunun daha net görünmesine neden oldu. Bu nedenle projenin odak noktası salgın sonrası biraz değiştiyse de ana başlangıç noktası aynı kaldı.

Bienal insanları belli bir konu etrafında düşünmeye ve tartışmaya bir çağrı ise, projeye başladığımızda serginin kendi içeriği ve ziyaretçi çevresi arasında hangi biçimde karşılaşma olasılıkları sağlayabileceğini düşünüyorduk. Bienal kapsamında oluşturulan her sergide bir bilgi üretimi ve paylaşımı söz konusu, ancak bu üretimin tam kimler için olduğu ve nasıl paylaşılacağı noktasında farklı yaklaşımlar oldu son yıllarda. Çantalarda acele olarak biriktikten sonra hiç bakılmayan sergi katalogları vardı aklımızda mesela projeye başladığımızda. Sergi kataloğunu dijital formatta zamana yayılan bir web sitesi yayını olarak daha yaygın bir çevreye ulaştırma isteği salgın öncesindeki çalışmalarımızda da projenin önceliklerinden biriydi.

Salgının projemize en büyük etkilerinden biri projenin bir yıl ertelenmesiyle beraber web sitesi yayın süresinin düşündüğümüzden daha uzun bir zamana yayılma olasılığını doğurması oldu. En başında da aklımızda olan fikir web sitesinin sergiden birkaç ay önce açılması ve sergi süresince içeriğinin devam etmesi üzerine idi. Bienalin ertelenme durumu ortaya çıktığında, web sitesi yayınının başlama tarihini yeniden düşündük. Projeyi daha önce 6-7 aylık bir süreç olarak düşünüyorken, bunu daha uzun süreli bilgi üretimi ve paylaşımı olarak değerlendirebileceğimizi fark ettik. Dolayısıyla şu anda web sitesi, 12 aylık bir devamlılığı olan katman katman büyüyen bir platform halini almış oldu.

Web sitesi, kataloğa nazaran daha yavaş büyüyen bir sistem olduğu için, insanlar projeye farklı giriş noktalarıyla ve farklı hızlarla dahil oluyorlar. Sonuçta çanta içinde toplanan katalogların hızıyla karşılaştırıldığında zamana yayılan dijital yayın “daha yavaş” katılım imkanlarına olanak sağlıyor. Web sitesi için bu şekilde bir yaklaşım, web tasarımını da etkiledi. Mesela web sitesinde içeriğe ait yüklenebilir .pdf sayfaları potansiyel kitap sayfaları şeklinde de tasarlandı. Böylece her ziyaretçi süreç içinde kitap sayfalarını bilgisayarına yükleyerek, ya da basarak, ilgilendiği veya yeniden okumak istedikleri üzerinden, kendi istediği şekilde bir içerik seçkisi oluşturabilecek. 

Sergi projesini farklı karşılaşmalar sağlayabilecek platformlar bütünü olarak görüyoruz ve web sitesi yayını da bu platformlardan biri. Sergi normal şartlar altında Venedik’te gerçekleşen ve dolayısıyla oraya gelme olanağı olan kısıtlı sayıda ziyaretçileri kapsıyor. Bu anlamda projenin önemli bir kolu olan web sitesi yayını, katılımcı ve ziyaretçi yelpazesini biraz daha farklılaştırmak ve genişletmek amacı güdüyor.

Burada şunun da altını çizmek gerekiyor ki; amaç fiziksel olanın değerini düşürmek değil. Çünkü fiziksel karşılaşmaların da konuşulması gereken başka boyutları var. Mesele fiziksel ve dijital anlamda tüm bu mecraların farklı şekilde çalıştığını anlamak ve ayrı olarak ele alarak ilişkileri üzerine düşünmek. Birini öbüründen daha iyi olarak öne çıkarmaktan ziyade, bu ikisi arasındaki ilişkiyi kurmak için ayrı olarak düşünmeyi bir ilk adım olarak düşünüyoruz.

İklim krizi, çevre sorunları ve bu yıl meydana gelen pandemi etkisiyle, gündelik yaşamımızda sıkça kullandığımız bir takım kavramları, anlamlarını ve kapsamlarını yeniden düşündük, düşünüyoruz. Bu bir tür yeniden öğrenme bana göre. 'Ölçü Olarak Mimarlık'tan konuşursak, 'ölçü' burada nasıl bir bağlama oturuyor?

‘Ölçü Olarak Mimarlık’ projesi aslında beş yıl önce Architecture and Measure başlığını taşıyan ve Mart 2020’de İngilizce olarak yayınlanan kitabımın çalışmalarıyla başladı. (Burada kitabın yayın tarihi olan Mart 2020’nin tüm dünyada Covid-19 salgının tanınmaya ve karantinaların başladığı zamana denk gelmesinin tuhaf ama üzerinde çok düşündüğüm bir tesadüf olduğunu söylemeden geçemeyeceğim!). Venedik Bienali ‘Ölçü Olarak Mimarlık’ projesi ise kitabın bir sunuşu değil. Kitap projeye teorik bir çıkış noktası ve çerçeve sunuyor ama Venedik Mimarlık Bienali için geliştirdiğimiz proje yeni bir proje ve içeriği çok farklı. Proje daha ziyade Türkiye odaklı. Kitabı daha geniş bir proje ve teorik bir çerçeve olarak düşündüğümüzde, aslında bienal projesi, kitapta işlenmemiş yeni bir bölüm olarak değerlendirilebilir.

‘Ölçü / Measure’ kelimesi mimarlık bağlamında ölçek ve oran perspektifinden bakmaya alışık olduğumuz bilişsel bir kavram. Aynı zamanda mimarlık tarihinde mimarlığı dünyanın bir ölçüsü olarak görme çok karşımıza çıkar. İnsanın “altın oranları” binaya yansır mesela...Buna Le Corbusier’nin çok bilinen diyagramlarını örnek verebiliriz. Ama burada benim ilgimi çeken bu mimarlığın ölçü olma durumunu idealleştirilmiş veya üniversal çerçeveler yerine mimarlığın kendi iç işleyişlerine odaklanan bir bakış açısıyla düşünmek. ‘Ölçü’ veya ‘Ölçüt’ derken bir şeyi değerlendirmek için başvurulan kriter veya kıstasları, değerini saptamak için içe doğru odaklanan incelemeleri kastediyoruz. 

Bir süredir, birlikte yaşadığımız çevreyle, sistemlerle ve insan dışındaki varlıklarla ilişkimizin sonuçlarıyla da yüzleşiyoruz. Salgın etkisi bunu kuvvetlendirdi diye düşünmek sanıyorum yanlış olmaz. Şu anda yaşadığımız yeniden düşünmelerin, yüzleşmelerin, bazı şeyleri tekrar öğrenmelerin, mimarlığın kendi işleyişiyle ilgili bizi nereye götüreceğine dair bir öngörün var mı?

Konuya gezegensel olanla gündelik olanın çarpışması olarak bakmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Gezegenselden (planetary) iklim değişikliği gibi geniş coğrafi-zamansal ölçekleri kastediyorum. Covid-19 gezegensel olanın en net okunduğu bir an aslında. Orman kıyımının yaygınlaşması, canlı çeşitliliğinin azalması, kontrolsüz tarım, madencilik ve çarpık kentleşme ile Covid-19 salgını arasında yakın bir bağ var ise (salgının tam nasıl ortaya çıktığını düşünürsek), buradan iklim değişikliğinin gezegensel ölçeğiyle gündelik hayatlarımızın sadece ilintili olduğu değil; aslında tam olarak da aynı şey oldukları anlamı çıkarılmalı.

Biraz daha arka planından konuya girmek gerekirse, mimarlıkta son yıllarda çevre meselesine dair yaygın yaklaşımlar ortaya çıktı. Bunlardan ilki iklim değişikliğine daha çok apolitik bir çerçeveden yaklaşan ve çevre sorunlarını soyut olarak ‘doğa’ ve ‘insan’ ilişkisindeki denge bozukluğu olarak ele alan korumacılıkla bağlantılı bir çevrecilik yaklaşımı gelişti. Sonuçta eğer iklim değişikliğinden en çok sorumlu olanlar, aynı zamanda onun etkilerine en az maruz kalanlar ise; en son hesap vermesi gereken kişiler ve topluluklar, bu yavaş şiddetin bedelini en ağır şekilde ödüyorlarsa (sonuçta iklim değişikliğinin özünde kaynak sömürüsü, ırkçılık ve kolonyalizm yatıyor); ve de doğa dediğimiz şey tüm bu aktivitelerle artık başka bir şeye dönüştüyse iklim değişikliğini düşünürken, tam olarak “hangi insanlar” ve “hangi doğa” diye başlamak daha doğru geliyor bana. İkinci olarak çevre sorununu doğru teknolojilerle “çözebileceğimize” dayanan yaklaşımlar doğdu. Üçüncü yaklaşım ise görselleştirmeye dayanan ve dünyayı, akışlar, ilişkiler, bağlantılar üzerinden okuyan sistem çalışmaları.   

Ben gezegensel derken doğayı koruma, teknoloji yönetimi veya görselleştirme gibi az önce bahsettigim yaklaşımların ötesine geçen, günümüzde mimarlığın potansiyelini kendi iç işleyişlerine bakarak değerlendirmesinin önemli olduğunu vurgulayan bir çevre tasavvurundan bahsediyorum. Bu işleyişteki konular çok basit, önemsiz, gündelik görünse de aslında çok politik yanları var. Burada bahsettiğim, olayları küçük adımlarla çözme argümanı değil, tam aksine, küçük ve önemsiz görünen şeylerin çok daha büyük strüktürel problemlerle ilişkili olduğunu anlamaya başlamamız anlamına geliyor.

İklim değişikliği sadece çevre korumayla ve insan-doğa arasındaki bir kavgayla ilgili değil. Yüzyıllar boyu devam eden eşitliksizliklerin ve haksızlıkların sonucu meydana gelen bir durum. Dolayısıyla bireysel çabalarımızın ötesinde, ülkeler boyutunda çok daha farklı bakılması gereken bir mesele. Büyük ülkelerin aksiyonlarının sonucunun hassas grupları çok daha yüksek bir oranda etkilediği, dolayısıyla iklim adaletsizliği şeklinde adlandırılan bir meseleden bahsediyoruz. Sadece soyut olarak bir “doğa” ve “insan” meselesi olarak bakıldığında bu biraz daha konunun sadece geri dönüşüm ve organik ürün kullanımı sınırında kalıyor ki bu da mimarideki yeşil yapılar akımına benziyor. Oysaki iç içleyişlerle büyük strüktürel problemler arasındaki ilişkiye bakmak gerekiyor. Biz de projemizde konuyu araştırmalarla ve tartışmalarla sadece kavramsal bir çerçeve olmanın ötesine taşımak istiyoruz.

Metinde, 'Ölçü Olarak Mimarlık'ın ilk bakışta sıradan gibi görünen mimari inşa manzaraları ve sahalarının politik boyutuna ve nüanslarına odaklandığı' belirtiliyor. Bunu biraz açar mısın? Bu odak neleri kapsıyor?

Mimarlığın işleyişi dediğimizde, örneğin malzemelerin nereden geldiği, nereden çıkarıldığı, bizim buna ne kadar baktığımız gibi sorular akla geliyor. Bunun dışında mimari sözleşmelerimizi, imar kanunlarımızı, teknik standartlarımızı, şartnamelerimizi veya tedarik zincirlerinin, inşaat montajlarının, emek gücünün, bakım-onarımın ya da teftişin teamüllerini düşünebiliriz.

Nüanslara nasıl baktığımıza bir örnek vermem gerekirse; web sitesindeki dört formattan birisi olan ‘Paperwork / Evrak İşleri’ bölümünden bahsedebilirim. Bu bölüm, sıradan gibi görünen belgelerin disipliner normları, emek gücü biçimlerini ve absürt senaryoları nasıl üretme, yaygınlaştırma ve tatbik etme yollarını açığa vuran dokumanlar olduğuna odaklanıyor.

'Ölçü Olarak Mimarlık, iklim değişikliğinin yenilenmiş bir mimari bakış gerektiren kültürel ve politik bir fikir olduğunu öne sürüyor.' açıklamasından hareketle, bu yenilenmiş mimari bakışın en öncelikli adımı -düşünme pratiği veya eylem olarak- ne olmalı sana göre?

Çevre tasavvuru ilk adım bana göre. Sergi projesinde de kitapta da ‘tasavvur’ kelimesinin çok üzerinde duruyorum. Bu kelime birkaç nedenden dolayı çok ilgimi çekiyor. Eyleme geçmekte yeterince gecikmişken neden tasavvurlara odaklanalım diye sorulabilir. Beni tasavvurun önemini kavramaya iten, tam da içinde bulunduğumuz durumun bu vahameti. Tasavvur düşünceden çok farklı. Tasavvur dediğimizde bir görselleştirmeden bahsediyoruz. Mimarlıkta düşünsel olanla görsel olan arasındaki ilişkiyi konuşmak ve tartışmak da çok önem taşıyor.

Architecture as Measure kitabımı yazarken çevre hukuku konusunda uzman olan Jedediah Purdy’nin antroposen üzerine yazdığı After Nature kitabındaki tartışmalarından çok esinlenmiştim. Purdy, çevre hukuku açısından bakarak yazdığı kitabında, çevre tasavvuru ibaresini çok kullanıyor. Amerikan tarihine bakarak, çevre tasavvuruyla çevre hukuku ilişkisinin, belirlenen kurallar ve yasalar bağlamında ne kadar önemli olduğunu bize gösteriyor. Çevreyi nasıl tasavvur ediyorsak ona göre kanunlar çıkarıyoruz ve o kanunlar bütün pratikleri, konuyla ilgili eylemleri, kararları etkiliyor. Bu sadece hukuk ve devlet boyutunda olmuyor. Gündelik her mesele için geçerli.

Ben çevre tasavvurunun, eğitim ortamı, ofis, kurum gibi mimarlığın işlediği her boyutta ve aşamada önemli olduğunu düşünüyorum. Tasavvurlar önemli, çünkü tasavvurlar, mimarlık ve mimarlığa komşu tasarım disiplinleri için anlamlı bir yapısal değişimin nihai ve en elzem malzemesi. Bu; tasarladığımız dünyaları, inşa ettiğimiz kurumları, dünyanın iç yüzünü görmemizi sağlayan bilgi ve değer sistemlerini -bireysel ve kolektif bir şekilde- yeniden değerlendirme, dekolonize etme ve yeniden yapılandırma anlamına geliyor. İşte, alternatif çevre tasavvuru buna yönelik önemli bir adım. Afro-Amerikan çalışmalarına odaklanan yazar Saidiya Hartman’in son zamanlarda dediği gibi “gerekli olan sosyal düzenin yeniden oluşturulması” ise ve “bundan başka hiçbir şey bir fark yaratmayacak”sa, yeni eylemler gerektiği ortada. Bu eylemlerin etkisini yapısal değişikliklere taşıyabilmek için tasavvurların da değişmesi gerekiyor.

Röportaj: Bahar Turkay

#Venedik Mimarlık Bienali #Venedik Bienali 17. Uluslararası Mimarlık Sergisi #bienal #Venedik Bienali #mimarlık #Neyran Turan #sergi #Türkiye Pavyonu #Ölçü Olarak Mimarlık


Sayfanın Başına Dön