KÜÇÜK ALANLARIN ALAMETİFARİKASI
KÜÇÜK ALANLARIN ALAMETİFARİKASI
KÜÇÜK ALANLARIN ALAMETİFARİKASI
KÜÇÜK ALANLARIN ALAMETİFARİKASI
KÜÇÜK ALANLARIN ALAMETİFARİKASI
KÜÇÜK ALANLARIN ALAMETİFARİKASI
KÜÇÜK ALANLARIN ALAMETİFARİKASI
KÜÇÜK ALANLARIN ALAMETİFARİKASI

KÜÇÜK ALANLARIN ALAMETİFARİKASI

İÇ MEKAN   18.06.2020


Son birkaç ayda, salgın etkisiyle yaşama alışkanlıklarımızda değişiklikler oldu. Bir çoğumuz evde geçirdiğimiz uzun saatlerde, mekânı nasıl kullandığımızla ilgili daha fazla düşünmeye başladık. Hatta yaşam alanlarını yeni baştan düzenleyenler oldu. İçinde yaşadığımız, üretim yaptığımız, vakit geçirdiğimiz alanları olabildiğince verimli, akılcı ve keyifli bir şekilde kullanmak önemli. Bu alanlar her zaman arzu ettiğimiz genişlikte ve formda olmadığı gibi, genelde asıl farkı çoğunlukla küçük, dar alanların nasıl dönüştüğü yaratıyor. Çok çeşitli ölçeklerde pek çok proje gerçekleştiren Ofist tasarım stüdyosu, bu anlamda hem işlevsel, hem de keyifli alanlar ortaya çıkarıyor. Ve tasarımlarında küçük, dar alanlar, daha anlamlı mekânlara dönüşüyor. Ofist’in kurucuları Yasemin Arpaç ve Sabahattin Emir ile bu mekânları yaratmanın inceliklerini konuştuk.

Küçük alanı nasıl tarif edersiniz? Bir iç mimar için küçük alan ne anlama gelir?

SE. Alan daha çok iki boyutluluğu ifade ettiği için ben, üçüncü boyutu da ifade eden mekân kavramını tercih ederim. Bir mekânı tasarlarken konfor kriterlerinden taviz vermeye başlamadığımız sürece o mekâna küçük diyemeyiz diye düşünüyorum. Konfor derken de, bir masa ile duvar arasında yeterli geçiş alanının kalmasından, dolabın kapağının açılırken bir yere çarpmamasından, yürürken kafamızın tavana değmemesinden, bir kapının en az 90 derece açılabilmesinden bahsediyoruz. Ancak bu konfor kriterlerinden taviz vermeye başladığımızda küçük mekândan bahsedebiliriz.

YA. “Küçük...Kime göre, neye göre?”  dedi ufak tefek insan…(Gülüşmeler) Şaka bir tarafa, yanına “büyük” geldiği zaman küçüğü artık bu şekilde adlandırabiliyoruz sanırım. Burada aslında söz konusu işlevleri veya kişisel beklentileri, istekleri karşılayabilecek, “yeterli” büyüklükteki mekânlardan bahsetmek daha doğru olur. Mekân fazlasıyla ferahsa, fonksiyonları yerleştirirken daha bonkör olunuyor.  Daraldıkça, daha pratik ve “cin fikir” çözümler gerekiyor.  Hatta yaratıcılık daha da çok devreye giriyor belki de…

Tasarlanacak mekânın (ev, ofis, restoran gibi) en zor kurgulanan alanı neresi olur genellikle?

SE. Bu, duruma göre değişiyor. Örneğin bazen salonları kurgularken, manzara, ışık, şömine, televizyon gibi her biri ayrı odak olabilecek etmenleri aynı anda çözmeye çalışmak zaman alıyor. Bazen de bir mekâna dair programın gerektirdiğinden çok daha büyük olması, küçük olmasından daha zorlayıcı olabiliyor.

YA. Bence en zor kısım, fonksiyonun, beklentinin net belirlenip tanımlanamadığı bölüm oluyor.  Elimizde hazır çözümler olmadığını hep söylüyoruz.  Fikir üretebilmemiz için ortada bir soru olması gerekiyor, ki biz bir cevap üretebilelim!  Eğer ortada soru yoksa veya soru net değilse, kararsızlık varsa, o zaman üretilen cevap da çok net olamıyor...  Haliyle o cevabı üretmek de pek kolay olmuyor. 

Küçük / dar alanları yaşayan mekânlara dönüştürmenin alametifarikası nedir?

YA. İlk soruda biraz değindiğim gibi, tasarlarken karşılaşılan engeller, yaratıcılığı körüklüyor. Zorluklarla karşılaştıkça tasarımcı da kendisini daha yoğun kullanıyor ve fark yaratan sonuçlara ulaşılabiliyor.  Genel olarak işverenlerde, dümdüz, bomboş bir yüzey söz konusu olduğunda ve onlar sürece hiç dahil olmadığında, biz tasarımcıların şahane işler yaratacağına dair bir yanılgı var! Halbuki, durum böyle olduğunda tutunacak bir dal da olmuyor. Dolayısıyla bir projeyi diğerlerinden farklı, kendine özgü yapacak bir sonucun çıkması da mümkün değil bu durumda.  Ama ne zaman ki kayalık, dimdik bir arazide bir yapı tasarlamak durumunda kalırsınız veya kum fırtınaları olan bir iklimde ya da gerekli işlevleri barındırmakta zorlanacak ölçekte bir mekânı tasarlamanız gerekir, işte o zaman yaratıcılık daha da çok devreye girer.

SE. Mekân küçük, hatta biçimsiz olduğunda, fiziksel olanaklar size o mekâna özgü bir kurgu ve tasarım yapmayı dayatıyor. Bu durumun kendisi, tam da o mekânın alametifarikası oluyor işte. Aynı tasarımı başka bir yer için tekrarlamayı istediğiniz durumda, bunun ne kadar anlamsız olduğunu görürsünüz. Çünkü tüm çözümlerinizi o mekânın olanaksızlıkları şekillendirdiği için, başka bir mekânda anlamlı çözümler olmaları mümkün değil.

Bir alanı tasarım çözümleri ve estetiğiyle işlevinin ötesine geçirmek nasıl mümkün oluyor? İyi tasarlanmış bir banyoda daha uzun vakit geçirebilir miyiz? Ya da bir merdiven evin yaşayan bir alanı olabilir mi?

SE. Genel olarak hiçbir tasarımın sadece fonksiyonundan ibaret olmadığını, kullanıcının tasarımla tinsel bir bağ kurduğunu, ona anlamlar yüklediğini ya da buna meyilli olduğunu biliyoruz. Kullanıcı ile tasarım arasında kurulmasını beklediğimiz bu ilişkiyi sağlayabilmek için bizim yöntemimiz müşterimizi iyi analiz edip onu anlamaya çalışmak. Başarılı olduğumuz ölçüde onlar için tasarladığımız bir merdiven artık merdiven olmanın dışında, o evin bir üyesi olabiliyor. Bir kişinin sırf iyi tasarlandı diye bir banyoda, kalması gerektiğinden daha fazla kalabileceğini düşünmüyorum ama banyoda daha uzun kalabilecek bir insanın, kötü tasarlanmış bir banyodan bir an önce çıkmak istemesi bir tasarımcı için çok kötü bir şey. Bizim bu konuda aldığımız en iyi geri dönüşlerden biri, bir müşterimizin evini çok sevmesi ve bize “sosyal hayatımı bitirdiniz evden çıkmak istemiyorum” demesi olmuştu.

YA. Emir’in yorumu üzerine , tasarım yaparken dikkate aldığımız bir takım etmenleri eklemek istiyorum. Bunların başında elbette fonksiyonlar geliyor. Fakat devamı da var... Kullanıcının günlük hayatındaki bu fonksiyonlarla olan ilişkisi, bir takım fiziksel özellikler, mekânın boyutları, doğal ışık alıp almadığı, hangi cepheye baktığı, apartman boşluğunu mu, ormanı mı gördüğü, yapı tipi, bütçesi, derken aslında Emir’in bahsettiği “kullanıcının tasarımla kurmayı arzu ettiği bağ”ı da tasarlamak, dikkate alınması gereken etmenlerden biri haline geliyor. Eğer bir kullanıcı evinde kendisini iyi hissettiği için sosyal hayatı azalıyorsa, o zaman aynı mantıkta kendisini iyi hissettiği bir banyoda daha uzun vakit geçirmesi de mümkün. Belki normalde salonda içtiği kahveyi, banyosunda içmeyi tercih edecek, kim bilir!

Küçük ve dar alanların tasarımında en fazla neyi gözetiyorsunuz ya da bu alanları tasarlarken işe nereden başlıyorsunuz? Renk, malzeme incelikleri nasıl işliyor?

SE. Bu mekânın oranlarına, ışığına, değiştiremeyeceğimiz malzeme ya da öğelerine bağlı olarak her projeye göre değişiyor. Ama bir genelleme yapmamız gerekirse küçük mekânlarda çözülmesi gereken hemen hemen ilk problem fiziksel olarak mekâna yerleşebilmek oluyor. Ardından mekânın genel dengesi açısından bu kurguyu olabildiğince ince kesitli strüktürlerle oluşturmayı tercih ediyoruz. Malzeme seçimlerimizi ise daha açık renkli ve daha şeffaf malzemelerden yana yapmak daha doğru oluyor.

YA. Proporsiyon, öğrencilere de ısrarla hatırlattığım bir konu.  Örneğin ben ince, ufak tefek bir insanim ve benim kocaman bir el çantası taşımam komik olurdu.  Tam tersi çok iri bir insan da minicik bir çantayla pek hos durmaz.  Dolayısıyla çözümlerin, mekânın büyülüğüne oranı çok önemli.  Mesela, 2x2m bir banyoda 60x60cm zemin seramiği kullanırsanız, 3 seramiği yan yana koyduğunuzda banyo biter, 4. seramiği de olmayacak bir yerinden kesmek zorunda kalırsınız. Eğitimli olmayan bir göz dahi bunu seçer ve mekânın küçüklüğüne dikkat etmeye başlar. “Topu topu 3 seramiklik banyo” oluverir birdenbire, ki bunun bile ideal değilse de yumuşatıcı bir çözümü yok değil. Aynı seramikleri, gelişigüzel bir açıda, mesela 25 derece, döşerseniz, neredeyse her bir seramik duvar kenarında farklı bir açıda kesileceği için, göz artık yerde kaç seramik olduğunu sayamamaya başlar. Bir sürü başka numaramız da var tabi ama hepsini afişe etmek olmaz!

Şimdiye kadar gerçekleştirdiğiniz işlerde sizi bu anlamda en fazla zorlayan proje neydi?

YA. Küçük olduğu için zorlandığımız bir proje olduğunu hatırlayamadım.  Küçüklük bir zorluk değil, sadece bir veri.  Olsa olsa, biz Türk insanının biraz genel yatkınlığından da dolayı, daha çok masa sığdırmaya çalıştığımız sosyal mekânlar zorlamıştır bizi.

Mekânları tasarladıktan sonra bu alanları insanların ne şekilde kullandığına dair dönüş alıyor musunuz? Aldınız mı?

YA. Bununla ilgili net bir anım var; MMS evi, Ayşe Sultan Korusu, Bebek. 1970’ler dönemi, nefis bir Nezih Eldem binasının çatı dubleksindeyiz.  Küçük küçük bir sürü kot farkı, her kademede başka bir mekân, bir sürü mini balkon, alt kat salondan ulaşılan ve boğaza bakan tatlı bir balkon, arka tarafta kot farkından dolayı oluşan bir bahçe, çatı katında nefis 100 metrekarelik bir teras… Eve taşındıktan epey bir süre sonra ev sahipleri bir sohbet esnasında bana, “Biliyor musun, ben hafta içi işe gitmeden önce kahvaltımı ön balkonda ediyorum, hafta sonları ailece arka bahçede kahvaltı ediyoruz, öğle yemeklerini mutfakta, akşam yemeklerini yemek masasında yiyoruz. Misafir gelince yukarıdaki kitchenette ve terası kullanıyoruz” demişti. Çok hoşumuza gitmişti; demek ki hiçbir mekânı süs olsun diye tasarlamamışız, yaşıyor ve kullanılıyorlar!

SE. Bizim projelerimiz genellikle kullanıcıya özel tasarlanmış ve üretilmiş mekânlar olduğundan dolayı, çok iyi bir analiz ve araştırma gerektiriyor. Dolayısıyla, sonuç hep projenin başlangıcında öngördüğümüz gibi oluyor. Yani hiçbir müşterimiz “Siz bana şöyle bir şey tasarladınız ama ben onu hiç kullanmıyorum” demedi. Tabii ki burada müşterinin verdiği bilginin ve bu bilgiyi sorgulayıp yorumlamamızın çok önemi var. Örneğin “evime kocaman bir yemek masası istiyorum” diyen kişiye, “siz bu masada yılın kaç günü 12 kişi olursunuz?” diye sorduğumuzda, karşılıklı olarak doğru yolu buluyoruz ve müşterimizi, hiçbir zaman efektif olarak kullanamayacağı ve salonun yarısını kaplayan büyük bir masadan kurtarıyoruz. Sonuçta tasarım aşamasında öngörülen kullanım şekilleri büyük oranda gerçekleşmiş oluyor. 

Biraz da salgın süreciyle ilgili konuşalım... Şimdiye kadar pek yapmadığınız ama bu süreçte çalışma pratiğinize veya hayatınıza giren bir şeyler oldu mu?

YA. Tembellik! Sanırım bu konuda hiç de yalnız değilim. İnsanüstü hızda yaşıyorduk.  Her ne kadar çevremizde “Hiçbir şey değişmedi, aynen işimizi evimize taşıdık” diyen insanları da görsek de, hayat bir şekilde herkes için durdu. Hep beraber böyle bir hayatın da mümkün olduğunu gördük. Ve açıkçası suçluluk duymadan tembellik yapmak hoşuma da gitti. Bu arada hiç oturup gerçekten boş boş dizi filan izlemeye fırsatım olmadı henüz.

SE. Çalışma pratiğimize giren şeyler biraz can havli ile girmiş şeyler. Onları hayatımıza katmak için daha erken; geleceğin ne olacağını bilmiyoruz. Ama kişisel olarak, dijital dünyaya, sanal aleme, sosyal medyaya pek aşina olamama rağmen bu süreçte zoom’dan toplantılara katılmak, online ders vermek gibi konularda gösterdiğim adaptasyona biraz şaşırdım. Daha ne kadar ileri gidebilirim bilmiyorum.

COVID sürecinde en fazla neyle meşgul oldunuz?

SE. İlk günler daha çok zoom’a nasıl girilir, kızımın odasına interneti nasıl uzatabilirim, aynı masada hem eşim hem ben nasıl çalışabiliriz gibi problemlerle uğraştım. Daha önce hiç yapageldiğim işle; kabak oymak ve mücver yapmak arasında bu kadar kısa mesafe ve zaman dilimi olmamıştı. Anlık oluyor, hop mail atıyorsunuz hop mücveri fırına veriyorsunuz. İlginç bir deneyim oluyor. Bu sıralar ben, işe de ev işlerine de eşit mesafedeyim. Araftayım. Her ikisini de hakkıyla yerine getiremiyorum ama.

YA. İlk günlerde elektrik süpürgesi ile! Sıyırınca vazgeçtim. Küçük bir robot süpürge aldım ve tüm sorunlarım çözüldü.

#Ofist #Sabahattin Emir #Yasemin Arpaç #mimari #iç mekan tasarımı #iç mimarlık yarışması #İç Mekan #banyo


Sayfanın Başına Dön