ANTALYA

Doç. Dr. Kemal Reha Kavas

Y. Mimar, Mimarlık Tarihçisi
Akdeniz Üniversitesi, Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi

Temaları reddeden ve “marka kent” olmayan Antalya’yı hayal edebilmek...

2016 yılı içerisinde daha önce İzmir, Adana, Ankara ve Kayseri’de gerçekleşen “VitrA ile Kentin Hayalleri” etkinliklerinin 5.si, 24 Kasım 2016 Perşembe günü saat 18:00’de Antalya kent merkezindeki Karaalioğlu Parkı’nda bulunan Bülent Ecevit Kültür Merkezi’nde gerçekleşti. Etkinlikteki ana tartışma ekseni olarak “Kent İçi Kıyılarıyla Turizm Canlılığını Kente Taşımak” başlığı belirlendi. Konu, Antalya’ya özgü olan “kent içi kıyıları” ve “turizm canlılığı” durumlarını vurgulaması açısından önem taşımaktaydı. Dünyada, kent içinde kıyının bu kadar güçlü hissedilebildiği ve milyonu aşan nüfusuna rağmen halen kent içinden bu kadar yoğun olarak denize girilebilen kentleri bulmak çok zor. Hatta ülkemizde halen bu özelliğe sahip olabilen tek kentin Antalya olduğu söylenebilir. Bununla birlikte “turizm canlılığı” da akla hemen Antalya’yı getiriyor. Etkinliğin başlığı Antalya’nın günümüzde karşılaştığı iki temel sorunu özetlemesi açısından önemliydi ve aslında sözü edilen iki durumu “kente taşımanın” mümkün olup olmadığını ve bunun nasıl başarılabileceğini sorguluyordu. Zaten, çeşitli nedenler ile hem “kent içi kıyıları” hem de “turizm canlılığı” Antalya kent merkezine mesafeli durduğundan, bu değerleri kente “taşımaktan” söz ediyoruz. Dolayısıyla bütün tartışma dönüp dolaşıp bu hayalin nasıl gerçekleşebileceğine dayanacaktı.

Yekta Kopan’ın moderatörlüğünde gerçekleşen etkinliğin katılımcıları, kişisel özellikleriyle konuyu farklı bakış açılarından değerlendirmek için zenginlik sağladı. Uzun bir dönem boyunca Mimarlar Odası Antalya Şubesi’nin başkanlığını yürüten, kent ve kentli sorunlarının çözümüne önemli katkılar sağlayan mimar Osman Aydın, mesleğiyle ilgili dünyadaki gelişmelere de hakim bir Antalyalı’nın bakış açısını yansıttı. Doğma büyüme Antalyalı olan fakat meslek hayatını İstanbul’da sürdüren Ertuğ Uçar ise ulusal ve uluslararası ölçekte önemli başarılara sahip olan ve Antalya’nın kentsel gelişim sürecine hem içeriden hem de dışarıdan bakabilen bir mimar. Cem Seymen ise ekonomist, gazeteci ve televizyon programcısı kimliği, turizm işletmeciliği konusundaki bilgi altyapısı ve Antalya’ya tamamen dışarıdan bakabilecek eleştirel uzaklığıyla tartışmalara disiplinler arası bir boyut kazandırma potansiyeline sahipti.

“Kent içi kıyılarının kente taşındığı” bir döneme şahitlik eden Karaalioğlu Parkı içerisinde bahardan kalma bir akşamda gerçekleşen etkinliğe Antalyalılar yoğun ilgi gösterdi. Konuyla doğrudan ilişkili alanlardan meslek insanları, akademisyenler ve kamu kurumu temsilcilerinin yanı sıra Akdeniz Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğrencileri ve farklı sosyal ve kültürel çevrelerden gelen Antalyalılar tartışmaları ilgiyle izleyerek ilginç sorular yöneltti.

Antalya bir “dünya kenti / marka kent” olma yaftasını üzerinden atıp, “sıradan bir kent olmak” ile “özgün bir yer olmak” arasındaki çatışmadan nasıl çıkar? Yekta Kopan’ın katılımcılara yönelttiği bu soruyla başlayan tartışmada “marka kent” ile “özgün yer” kavramları arasındaki gerilim üzerinde duruldu. “Marka kent” klişesini sorgulayan Osman Aydın, bu kavramı Antalya’ya yakıştırmadığını çünkü kentlerin “satılmak” üzere düşünülmemesi gerektiğini ifade ederek konuşmasına başladı. Bu konunun çok detaylı bir tarihsel altyapı üzerinde tartışılması gerektiğini hatırlatırken temelde 1980’lerden itibaren görülen ani kentsel gelişimin yönetilmesinin ne kadar zor olduğunu vurguladı. Çözüm için sorumluluğun yerel ve merkezi yönetim tarafından paylaşıldığını ifade ettikten sonra son yıllarda Kaleiçi’nin kamusal mekan kalitesinde görülen olumlu gelişmeleri özetledi. Osman Aydın’ın anlatımlarının arka planını oluşturan Antalya’ya özgü tarihsel, kültürel ve doğal zenginlikler Cem Seymen’in de üzerinde en fazla durduğu konuydu. İskana dair geçmişi Karain Mağarası’ndaki tarih öncesi bulgulara kadar geri giden Antalya, günümüze kadar kesintisiz şekilde yerleşime sahne olmuş; Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinin belirgin tarihsel izlerini taşıyan ve doğal güzellikleriyle küresel ölçekte özgün bir konuma sahip eşsiz bir kent. Bu özellikler her üç konuşmacı tarafından da vurgulandığında tüm söylenenlerden çıkarılabilecek mesaj ise Antalya’nın “marka kent” olarak “parlatılmaya” ve bu doğrultuda hiçbir temaya ihtiyaç duymadığı gerçeği oldu. Cem Seymen, “tarihi 300 yıldan fazla geri götürülemeyen Amerika Birleşik Devletleri’nde Nevada Çölü’nün ortasında kurulan Las Vegas’a temalar yüklemenin zorunlu olduğunu” hatırlatarak Antalya’nın böyle giydirme temalara ihtiyaç duymadığını; kendi tarihi, doğası ve kültürüyle bütün tepeden inme temaları aşacak güce sahip eşsiz bir Akdeniz kenti olduğunu söyledi.

Tartışma güzergahı sonunda bizi Antalya’nın uzun sahillerinde boy gösteren “temalı otellere” de götürdü. Yekta Kopan’ın “Temalı oteller hakkında ne düşünüyorsunuz?” sorusuna Ertuğ Uçar’ın kendine has üslubu ile verdiği “Ne söylenebilir ki?” cevabı aslında pek çok şey söylüyordu. Bu noktada Osman Aydın’ın konuyu turizm stratejileriyle ilişkilendiren katkısı önemliydi: “Dünyadaki en kaliteli otel odalarını dünyanın en ucuz fiyatlarına satıyoruz ve bütün sistemi, olması gerekenin tersine, turistler ülkelerinden gelirken cüzdanlarını yanlarına almasın, otelden hiç çıkmasın, kent merkezine gitmeye hiç gerek duymasın diye kurguluyoruz”. Konuşmacılar Antalya sahillerinde uzun yıllardır hakim olan “her şey dahil” sisteminin ve kitle turizminin kente yapılaşma baskısı, mekansal kalitesizlik, ekonomik kayıplar ile estetik ve doğal tahribat getirdiği konusunda hemfikir oldular. Bu aynı zamanda Antalya’nın hayalinin “marka kent” değil “özgün bir yer” olması gerektiğine dair bir mutabakattı. Bu özgünlük aslında hedeflenen kentsel başarılara ulaşmak için Antalya’nın “kendisi olmaktan başka bir şey olmamasında” gizliydi. Tematik giydirmelerin hepsi de kendi olamamak probleminin bir sonucu olarak görülebilirdi. Senelerdir “daha çok turist gelsin” diye sergilenen ve kenti özgün kimliğinden uzaklaştıran çabaların ne kadar yersiz olduğu, bir kentin turistlerinden önce daimi sakinlerine odaklanması ve kentlinin yaşam kalitesini yükseltmesi gerektiği, bu kaliteyi yakalayan bir kente de turistin zaten fazlasıyla geleceği tespit edilmiş oldu.

Turist ve kentli arasında oluşan kavramsal gerilim Ertuğ Uçar tarafından da yoğun şekilde sorgulandı. Ertuğ Uçar, seyahat ettiği tarihi - turistik merkezlerde temelde iki tip koruma yaklaşımı ile karşılaştığını ifade etti. Birincisinde kentlerin koruma - yaşam dengesi içerisinde geleceğe aktarıldığını, kenti gezen turistin oradaki özgün yaşama da şahit olabildiğini söyledi. Venedik ile örneklendirdiği ve “cilalanmış kent” olarak tanımladığı ikinci tipte ise sadece kendisi gibi turistlere rastladığını, oraya özgü yaşamın devam edemediğini anlattı. “Cilalanmış” kentlerden duyduğu huzursuzluğu bazen Antalya Kaleiçi’ni deneyimlerken de hissettiğini ifade eden Ertuğ Uçar, koruma adına tarihi kentlerdeki yaşanmışlığı ortadan kaldıran, günlük yaşam döngüsünü ve özgün kimliği tahrip eden gelişmelere karşı olduğunu vurguladı. Verilen örnekler, somut kültürel mirasın her zaman somut olmayan miras ile koşut biçimde korunması gerektiğine dair bilimsel düşünceyi de doğrular nitelikteydi.

Ertuğ Uçar’ın değindiği New York şehrindeki “High Line” örneği, kentsel hafızanın korunmasında kentsel aidiyet ve bilinç düzeyinin önemini hatırlattı. Cem Seymen’in değindiği Rio de Janeiro ve Sidney örnekleri de kentli için ve kentli tarafından oluşturulmuş özgün kültürel kimliğin “turizm canlılığını kente taşımak” hedefine ulaşmada ne kadar etkili olduğunu hatırlatmalı. Konuşmacıların da üzerinde durduğu gibi, zikredilen bu kentlerin hiç birinin tarihi Antalya kadar derin ve zengin değil. Konuşmacıların ülkemizden ve dünyadan verdikleri örnekler üzerinden ana başlığa geri dönülerek “Kent İçi Kıyılarıyla Turizm Canlılığını Kente Taşımak” konusu Antalya bağlamında tekrar düşünüldüğünde bu hedeflere ulaşabilmek için ön koşulun “marka kent” oluşturmak adına dışarıdan dikte edilecek tüm “temaları” reddetmek olduğu söylenebilir. Zengin tarihsel, kültürel ve doğal altyapısıyla Antalya, hayal kurabilmek için ithal “temalara” muhtaç değil. Salondan çıkan Antalyalıların aklında kalan düşüncelerin özünü ise Antalya’nın bilinçli bir şekilde “marka kent” olmamayı tercih etmesinin gerekliliği ve hayaller kurarken kendi özgünlüklerine ve tarihsel katmanlarına dayanmasının zorunluluğu oluşturdu.

VitrA İLE KENTİN HAYALLERİ: ANTALYA

“Turizmi yeniden canlandırmak için, Antalya’nın yeni bir hikayeye ihtiyacı var”.

VitrA’nın; kentlerin ihtiyaç, beklenti ve hayallerine odaklanan tartışma dizisi “VitrA ile Kentin Hayalleri”, 24 Kasım Perşembe günü “Kent İçi Kıyılarıyla Turizm Canlılığını Kente Taşımak” başlığı altında Antalya’ya konuk oldu.

Hızla ve hırsla büyüyen kentlerin ortak sorunlarını göz ardı etmeden kente dair yapıcı, dinamik, ufuk açıcı tartışmalara platform oluşturmayı hedefleyen panelin moderatörlüğünü Yekta Kopan üstlenirken, Bülent Ecevit Kültür Merkezi’nde düzenlenen etkinliğe Osman Aydın, Cem Seymen ve Ertuğ Uçar konuşmacı olarak katıldı.

Turizmin planlı başlaması gerektiğini söyleyen Osman Aydın, Kemer’i örnek göstererek 80’lerden sonra gerçekleşen ani nüfus artışıyla birlikte altyapı sorunlarının üstesinden gelinemediğini ve bu sebeple ilçenin dünyaya örnek gösterilecek küçük bir turizm kenti olmayı başaramadığını anlattı. Ayrıca, Paleontolojik Çağ’dan beri bütün evreleri yaşamış ve herkesten bir değer taşıyan Antalya’nın marka kent yapılmak hedefiyle özgün yapısını kaybettiğini belirtti. Doğru turizm politikalarının önemine dikkat çeken Aydın, başka hiçbir şehirde 175 adet 4 ve 5 yıldızlı otel olmadığını, bu gelişmiş otellerde ise gelir düzeyi düşük turistlerin kaldığını söyledi.

Aspendos’un Antalya’dan daha büyük bir marka olduğunu söyleyen Cem Seymen, “Yeterince turist çekemiyorsak suçu kendimizde aramamız gerekir. Değerlerimizi ortaya çıkarabilirsek, hiçbir güç Türkiye’nin önünde duramaz” dedi. 2006’dan başlayarak turizmde meydana gelen düşüşün 8 milyar dolarlık kayıp getirdiğini belirten Seymen, Antalya’da turisti otele hapseden yapının ve turizm potansiyelini yatak kapasitesiyle ölçen anlayışın, bu tabloyu değiştiremeyeceğini anlattı. Turizmden yeniden para kazanmak istiyorsak, Türkiye’nin sahip olduğu tarihi değerleri anlatmamız gerektiğine ve aynı yaklaşımla Antalya’nın da yeni bir hikayeye ihtiyacı olduğuna değindi. Turistlerin Antalya’daki kalış süresinin ortalama 4 gün olduğunu ifade eden Seymen, bu sürenin uzaması için şehrin turistlerde merak uyandırması gerektiğini söyleyerek Sidney’i örnek gösterdi.

Türkiye’deki tüm şehirlerin İstanbul olmak istediğini ve bu sebeple de özgünlüğünü kaybettiğini anlatan Ertuğ Uçar, New York’taki “High Line projesini örnek vererek, “Şehirli, şehrinde daha iyi yaşamak için mücadele ederse, başkaları da oraya gelmek ister” dedi. Expo’ya ayrılan 1,7 milyar TL’lik kaynağın, Antalya Valiliği’nin yıllık bütçesinden yüksek olduğuna dikkat çeken Uçar, tarım vesilesiyle bile inşaat sektörüne hizmet edildiğini ancak şehirlerin sınırsız bir şekilde imara açılmaması gerektiğini dile getirdi.

VİTRA İLE KENTİN HAYALLERİ ANTALYA'DA!

Antalya'nın Hayali: Kent İçi Kıyılarıyla Turizm Canlılığını Kente Taşımak.

VitrA'nın özgün, şeffaf ve katılımcı tartışma dizisi "VitrA ile Kentin Hayalleri"; İzmir, Adana, Ankara ve Kayseri'den sonra Antalya'ya konuk oluyor. "Kent İçi Kıyılarıyla Turizm Canlılığını Kente Taşımak" başlığı altında Antalya'nın hayalinin konuşulacağı etkinlik, 24 Kasım Perşembe günü saat 18:00'de Bülent Ecevit Kültür Merkezi'nde gerçekleşecek. Yekta Kopan moderatörlüğündeki etkinliğin konuşmacıları ise Osman Aydın, Cem Seymen ve Ertuğ Uçar.

Panelde, Antalya'nın dünya çapında bir marka kent olma yaftasını üzerinden sıradanlaşmadan atarak, Akdeniz'de güçlü bir turizm kenti olup olamayacağı tartışılacak.