MEKAN NASIL CANLI HİSSETTİRİR?
MEKAN NASIL CANLI HİSSETTİRİR?
MEKAN NASIL CANLI HİSSETTİRİR?
MEKAN NASIL CANLI HİSSETTİRİR?
MEKAN NASIL CANLI HİSSETTİRİR?
MEKAN NASIL CANLI HİSSETTİRİR?

MEKAN NASIL CANLI HİSSETTİRİR?

KONUK YAZAR   3.11.2020

Geçen gün sahilde yürüyordum bir kitabevinin önünde durdum, oturdum. Nedense içeriye girmek istemedim. Neden içeri girmediğimi düşündüm, oysa ki içeride almak istediğim bir kitap vardı. Biraz daha dikkatlice baktığımda tavana sabitlenmiş aydınlatma elemanlarının beni rahatsız ettiğini anladım. Bu kadar nitelikli kitaplar satan bir kitabevi, nasıl bu kadar özensiz aydınlatılabilir diye düşündüm. İstediğim kitabın içerde olduğunu bile bile uzaklaştım önünden. 

Bir süredir bana iyi hissettiren mekanları düşünür oldum. Önce kendimi bir yapının içinde hayal etmeye ve bu yapıyı tasvir etmeye zorladım, fakat düşündükçe farkettim ki, beni iyi hissettiren mekanların an’ları; sesleri, ışığı, dokusu, kokusu, kotları, ölçeği, boşluğu, doluluğuydu. Mesela ayaklarımı hafif su seviyesinden yüksekte bir düzlemden serin bir suya sokmak, ışığın sızdığı bir kapıyı aralamak, sınıf penceresinden avludaki maçları izlemek ya da kocaman bir kubbenin altında durup büyüyen sesleri dinlemek. Bu anların her biri tasarlanmış anlar; rastlantı değiller. Su seviyesinin hafif üstünde kalan köprünün kotu, basamakların genişliği ve rıht yüksekliği ya da sınıfın tavan yüksekliği, pencerelerin ritmi ve ölçüsü, yapının konumu ve avluya olan mesafesi benim için mimarlığın bakarak değil, sadece yaşanarak deneyimlendiğinin örnekleri. Tıpkı İstiklal Caddesi’nde oyuncak satıcılarının akşam saatlerinde gökyüzüne attıkları neon ışıklı sapanın, benim caddeyi yeni bir boyutta algılamama neden olduğu gibi. Perspektiften ve göz seviyemin taradığı düzlemden bakmaya yatkın olduğum bu uzun cadde boyunca havaya fırlatılan renkli oyuncakları gözlerimle takip ederken, yatay düzlemden düşey düzleme algımın değiştiğini hatırlıyorum. 

Mekanı deneyimlemek ile ilgili daha derin düşünmeye başladığımdan beri ufkumu açan iki mimarla tanıştım. Bunlardan ilki Christopher Alexander (1936, Viyana). Canlılık üzerine oldukça fazla düşünen ve yazan bir mimar. Mekanın, tıpkı canlılık gibi entelektüel olarak değil sezgisel olarak tanıdığımız bir fenomen olduğunu ve her ikisinin de tarafsız gözlem veya rasyonel düşünceden çok, kendimizi deneyim ve empatiye açtığımızda hissettiklerimiz olduğunu söylüyor.   

Mekanları algılamayı, önerilen yoldan değil, kendi kurgum üzerinden deneyimlemekle ilgiliyim. Bu kurgunun başlamasına ya da tanımlanmasına neden olan girdiler galiba merak ve muziplik. İTÜ Maçka Maden Fakültesi’nin anıtsal girişine tırmanan birkaç basamaklı platforma çıkıp inmek, bu zahmete katlanmadan yanından yürüyüp geçmekten çok daha değerli oldu benim için. Pek çok yaya için gereksiz gibi görünen bu parkur ve benzerleri aslında farklı mekan deneyimlerine çanak tutuyor. Merak etmek ve oyun oynamak benim için canlılığı temsil ediyor. 

Düşüncelerinde paralellik bulduğum ikinci mimar ise Steen Eiler Rasmussen (1898-1990, Coppenhag). Experiencing Architecture kitabında S.Maria Maggiore Bazilika’sını gezen turistlerle basamaklarının tepesinde top oynayan çocukların yapı ile kurdukları ilişkiyi karşılaştırıyor ve “Bu İtalyan gençlerin, yapının mimarisi hakkında turistlerden daha fazla şey öğrendiklerini iddia etmiyorum, ama onlar oldukça bilinçsiz bir şekilde mimarinin bazı temel unsurlarını deneyimlediler: yatay düzlemleri ve eğimin üzerindeki dikey duvarları öğrendiler ve bu unsurlar üzerinde oynamayı. Gölgede oturup onları izlerken bazilikanın üç boyutlu kompozisyonun tamamını daha önce hiç olmadığı kadar hissettim.” (1959, syf.17). 

Acaba çocukken mekanla kendiliğinden kurduğumuz ilişki yaratıcı, çeşitli ve daha canlı mıydı? Büyüdükçe mekanla kurduğumuz bu samimi ilişki kopuyor mu? Çocukken mekanları deneyimlediğimiz gibi deneyimleyemiyoruz artık. Çekmeceye sığmıyorum, koridorlarda bağıra çağıra koşmuyorum, yatağın altına gizlenmiyorum, kanepenin yastıklarından ev yapmıyorum, kapı kasasından yukarı tırmanmıyorum, sokağa seksek çizip oynamıyorum. Mekan ile kurduğum ilişki bağlamda kaldıkça canlılığını yitiriyor, içinde yaşamı ne kadar çeşitlendirirsem o kadar canlanıyor.

-Zeynep Tümertekin, Mimar

#mimari #mekan #konuk yazar #zeynep tümertekin #architecture


Sayfanın Başına Dön