DİSİPLİNLER ARASI PROJELERİN MİMARLARI: ALEXİS & MURAT ŞANAL
DİSİPLİNLER ARASI PROJELERİN MİMARLARI: ALEXİS & MURAT ŞANAL

DİSİPLİNLER ARASI PROJELERİN MİMARLARI: ALEXİS & MURAT ŞANAL

MİMARİ   18.10.2020

Alexis ve Murat Şanal, 2002’den beri birlikte yürüttükleri Şanal Mimarlık’ta disiplinlerarası çalışmanın ve araştırmanın olanaklarının peşindeler. Ve haliyle bu ikiliyle olan söyleşimiz de Türkiye mimarlık ortamındaki bilgi birikiminden yıllar içinde değişen noktalara, son projeleri Şişhane Park’ta geçirdikleri disiplinlerarası proje süreçlerine dek uzandı. Normal.

Öncelikle İstanbul’a yerleşmenizin hikayesini merak ediyoruz. Bu kararı nasıl aldınız?

AŞ: Aslında bu çok kişisel bir hikaye. Eşim murat, yedi yıl boyunca ABD’de yaşadıktan sonra Türkiye’ye gelme ve mesleğini burada sürdürme konusunda çok heyecanlıydı. O zamanlar kentsel planlama bölümünde yüksek lisans yapıyordum. Eğer Los Angeles’ta yaşamaya devam etmeyeceksem çok beğendiğim İstanbul’da neden yaşamayayım diye düşündüm. Sonrasında da buraya taşındık.

Ve ardından ofisinizi kurdunuz.

AŞ: Hayır, aslında ilk başlarda mimarlık ofislerinde çalışmayı tercih ettik, çünkü o zamanlar çok gençtik ve biraz daha mentorluğa ve eğitime ihtiyacımız vardı. 14 yıl önce tabii ki buradaki mimari ortamın gerçekliği daha farklıydı, o zamanlar çok sayıda çeşitli işler yapan ve değişik modellerle çalışan ofis vardı ama bunlar küçük ofislerdi. Bizim açımızdan zorluk da o ofisler için fazla kalifiye olmamızdı. O nedenle döndükten görece kısa bir süre sonra kendi ofisimizi açmak zorunda kaldık. Ben kentsel tasarıma daha meraklı olduğum için o perspektifle danışmanlık yapmaya başladım ve İtü teknopark direktörü olarak çalıştım. Murat ise farkı sektörlere inovasyon, teknoloji ve tasarımı nasıl daha verimli kullanabilecekleri konusunda danışmanlık yapmaya başladı. Ardından birkaç iş aldık ve ofis yoluna girmiş oldu, sonuçta bazı şeyleri yaparak öğreniyorsunuz. O zamanlar burada olmak çok heyecan vericiydi: Ekonomi sürekli çöküyordu, bugünkü firmaların çoğu o zamanlar henüz kurulmamıştı. şimdikinden çok farklı bir ortam, onun da ilginç bir enerjisi vardı. bu durum bizim gelişmemizde de etken oldu.

Geçen bu süre zarfında değişimi en çok nerede görüyorsun?

AŞ: Bence en büyük değişim tasarım bilgisinin değerinde. 14 yıl önce konuştuğumuz, danışmanlık verdiğimiz tasarım firmalarının büyük çoğunluğu, sürekli olarak şöyle diyordu: “Eğer işinizin bir parçası olarak inşaat da yapmazsanız, para kazanamazsınız çünkü kimse tasarım için bütçe ayırmaz.” Bizim farklı yaptığımız tek şey ise buydu, mevcut modeli reddettik ve sadece tasarıma odaklandık. İnşaat üzerine kurulu bir şirketi nasıl yöneteceğimize dair bir fikrimiz yoktu ama bir tasarım ofisini nasıl sürdüreceğimizi biliyorduk ve buna sıkı sıkıya sarıldık. Burası çok büyük bir ülke ve yapımdan ziyade tasarımda tecrübeyi arayan bir sürü insan var. 14 yılda ispatlanmış bir gerçek bu. sadece tasarım ya da inşaat alanında değil, genel olarak mimarlık bilgisine çok fazla ihtiyaç var. Gayrimenkul, inşaat endüstrileri ve akıllı olan vatandaşlar, daha iyi bir kentsel yaşam istiyorlar ve bunun için mekansal bir tecrübeye sahip olan kişilere, mesela bize geliyorlar. bu, herkes için heyecan verici bir değişim.

ABD’deki ofislerle karşılaştırınca buradaki mimarlık ofislerindeki tasarım bilgisi ne düzeyde?

AŞ: Buradaki tasarım bilgisi, henüz abd’dekilerle karşılaştırılabilir düzeyde değil. Bunun bilgi sermayesiyle, kurumsallaşmış bir sistemle ve mentorlukla çok ilgisi var. ABD ya da avrupa’daki sistem, güçlü bir bilgi sermayesi ve kümülasyon sistemi üzerine kurulu. Eğitim de seni uzman olmaya hazırlamak ve bunun için gerekli antrenmana ve pratiğe sahip olduğunu anlamanı sağlamak ve bir noktada yaptığın şeyin ustası haline geleceğini fark ettirmek için var. Biz bu gibi konularda gerideyiz. bilgi birikimi için gerekli adımların biri bile zayıf olsa sistem işlemez. Eğer iyi mentorların yoksa gerekli eğitimi alamazsın, bizdeyse iyi mentorlar yeni yeni ortaya çıkmaya başlıyor. Bu nedenle yerleşik ofislerin ikinci nesillere bilgi birikimini aktarabilmeleri çok önemli. bundan sonraki aşamada kurumları buna dahil etmek gerek; kurum derken yalnızca üniversiteleri değil, mimarlar Odası ya da serbest mimarlar derneği gibi stk’ları da kast ediyorum. Sanatçı robert irwin’in bu konuda bir sözü var: “Önce biz değişiriz, sonra pratiğimizi değiştiririz ve ancak sonrasında kolektif olarak düşünerek kurumlarımızı değiştiririz ki dönüştüğümüz halimizle uyum sağlayabilsin.” Bunları uzun süreli gelişimler olarak görmek ve bilgi sermayemizi sürekli yeniden keşfetmemiz gerek. Henüz bugüne dek bu saydıklarımın hiçbiri sağlam olarak değişmedi, parça parça bir şeyler oldu ama bir bütün halinde değişim yaşanmadı. ABD ve avrupa sistemlerinde insanlar birbirleriyle sinerji halinde çalışıyorlar ve gerçekten birbirlerini destekliyorlar. Buradaysa hala bağımsız ekolojiler var. bunun da değişeceğini düşünüyorum. Üniversitelerde profesyonel hayattan gelenlerin ders vermesi ya da endüstri ortaklıkları gibi konular henüz çok yeni hayata geçen fikirler. Asıl büyük değişimin geleceğini düşünüyorum.

Daha mikro ölçekte düşünecek olursak Türkiye’deki mimarlığı nasıl buluyorsunuz?

AŞ: Olağanüstü. yakın zamanda abd’ye gidip geldiğim için buraya özgü olan bazı şeyleri fark etme fırsatım oldu. hala çok fazla olasılık imkanı olan bir ortamda yaşıyoruz. abd’deyse çok fazla formalite ve protokol var; hukuk, sigorta ve risk yönetimi gibi birçok alan oradaki mimarlık pratiğine dahil. buradaysa böyle bir durum yok, bir sistem de yok. burada herkes enformel ekonomi olmaksızın gerçekleşemeyecek şeyleri yapacak kadar naif. deneysellik gelişmiş ekonomilerde çok pahalıyken burada hala erişilebilir düzeyde. ürünler ve servis, hatta endüstrinin tamamı rekabet için kendilerini keşfetmek zorundalar, abd’deyse bu keşiflere artık gereksinim duyulmuyor, şirketler sadece daha büyük ve daha güçlü olmaya çalışıyor. buradaki birçok tasarım ofisi ilgi çekici hale gelmeye başlıyor çünkü tasarımın tek bir şeye değil, birçok şeye iyi geldiğini fark ediyor. çok değişik biçimlerde çalışanlar var, hepimiz rekabet içindeyiz ama aynı zamanda çok da farklıyız. buradaki kaygan zeminse, pazara girmenin hala çok kolay olması. her şey olabilir. O nedenle karşımızda gelişmiş ekonomilerde var olmayan büyük bir fırsat var. ayrıca burada küresel tartışmalara katkıda bulunabilecek içerik daha fazla, çünkü artık önemli olan o küresel tartışmaya benzemeye çalışmak ya da onun bir parçası olmak değil. burada daha fazla içerik üretimi var. abd pazarının bu anlamda artık bir içerik ürettiğini sanmıyorum. Oradaki üniversiteler ya da ofisler, içerik üretme konusunda buradaki ofisler kadar hırslı değiller. MŞ: bu durum da profesyonel araştırmayı meydana getiren malzeme ya da diğer uzmanlıklara yol açıyor. dahası endüstriye yerleşik bazı modellerin kırılmasına da yarıyor. şimdi farklı sektörler ayrışıyor ve akademisyenle profesyonel arası bir pozisyonda bilgi sektörü ortaya çıkıyor. bundan çok sayıda insan yararlanıyor. disiplinlerarası yaklaşımlar yayılıyor. Ortamın kayganlığı hızlı sermayeden kaynaklanıyor, ki bu dünyanın doğu tarafında zaten her zaman bir sorun olagelmiştir.

Disiplinlerarası çalışmanın önemini hep vurguladınız. Neden?

MŞ: En başından beri bilgi üzerine kurulu bir ofis olduk. bu etrafımızdaki diğer disiplinlerden beslenmemizi, onlardan esinlenmemizi sağlıyor. Geometri ve mekansallık üzerine uzman olabiliriz ama bilişsel, psikolojik meseleler ya da malzeme bilimi, enerji, aydınlatma, inşaat metotları konusunda uzman değiliz. ne kadar çok farklı konuda uzmanı bir araya getirirsen, işin barındırdığı değer o denli artıyor. daha karmaşık sorunların çözülmesinde daha narin yöntemler bulmak, performans, genel yaşam kalitesi, konfor ve heyecanı yeniden keşfetmek için müthiş uzmanlıklara sahip profesyonellerin dahil olması çok önemli.

Son projelerinizden Şişhane Park’ta da benzer bir disiplinlerarası yaklaşım benimsediniz. Süreci anlatır mısınız?

AŞ: Proje aslen çok net ve bir yandan heyecan verici bir arsa geliştirme perspektifiyle konuya yaklaşan işverenimizle işbirliği
içinde başladı. ardından da hem strüktürel hem de mekanik olarak çok karmaşık bir proje olduğundan tasarım güçlerini devreye sokan mühendisler sürece dahil oldular. Ve de çatı bahçesinin tasarımı için bir peyzaj mimarıyla çalışma fırsatımız gündeme geldi.

MŞ: Anıtlar kurulu, İstanbul büyükşehir belediyesi ve yerel belediye ile İstanbul Ulaşım gibi çok sayıda kurum da projenin içindeydi. Onlarla da yakın bir çalışma ortamı yaratmamız gerekiyordu.

AŞ: Bence bu esnada en çok yaptığımız şey dinlemekti. belediye yetkilisini dinleyince öğrendik ki etkinlikler ve toplaşma mekanlarına gereksinimleri var. İbb, insanları davet eden bir kamusal mekana ve monolitik bir canavarı andırmayan bir otoparka ihtiyaç olduğunu söyledi. Bu işbirliği sürecinde dinlemek ve onlara karşılık vermeye çalışmak önemliydi, işverenimizin de projenin sürekli olarak bu yönde değişimine işbirlikçi bir yaklaşım sergilemesi de... Birlikte çalıştığımız inşaat mühendisi, strüktürel tasarımı insanların yapının içinde kendilerini rahat hissedebilecekleri şekilde gerçekleştirdi. Yapıda çok fazla hareket yükü olmasına karşın koordineli olarak çok iyi ve çok yakın çalıştık ve görsel kirliliğin çok az olduğu bir iş ortaya çıkardık.

Bence o projedeki ana inovasyon, otoparkta arabayı eğimli bir zemine park ediyor olmakta.

MŞ: İstanbul’un zaten %90’ı yokuş, herkes sürekli yokuşa park ediyor. Projedeki ana stratejimiz semantik olarak parkla otoparkı net bir şekilde ayrıştırmaktı. Otopark dikdörtgen bir formdayken üst kottaki park, oval formda. bu geometrik fark, üstteki parkta gezen insanların kendilerini alttaki otoparktan ayrı hissetmelerini sağlıyor. bakışın netliği ve sürekliliği ile hafiflik hissi buna ekleniyor.

AŞ: Bir diğer konu da yapıya yerleşildikten sonraki süreç. abd ve avrupa kültürleri de bunun önemini anlamaya çalışıyorlar. mimarlık dünyasında ana konu hep binaya yerleşilene kadarmış gibi davranılır, modernist yer anlayışı böyledir. Biz proje bittikten sonra nasıl kullanılacağını da önemsiyoruz. Bu alan için bir kültürel program nasıl kurulabilir ki buradaki değişimi beslesin ve güçlendirsin? Bunun için bizim de mimarlar olarak üstlenebileceğimiz bir rol olduğunu düşünüyoruz. Önümüzdeki yıl bu kamusal alanın, bir sosyal ve kültürel program dahilinde canlanmasını öngörüyoruz.

Caferiye Han’da bir şeyler yaptığınızı biliyoruz, ama ne olduğunu bilmiyoruz. Anlatır mısınız?

AŞ: İstanbul’a ilk taşındığımız zamanlarda sirkeci, eminönü ve mercan civarlarında birlikte çok vakit geçiriyorduk. kentin geri kalanıyla kontrast oluşturan bir şekilde burası yaşamla, iş ve ticaretle çok yoğun bir şekilde beslenen bir yer ve orayı her zaman çok sevdik. dünyadaki en büyük çarşılardan biri olan kapalıçarşı orada, İstanbul üniversitesi orada, kültürel kurumlar da... Ve bu ticaret sektörü kendini sürekli olarak yeniden keşfediyor. yaklaşık dört yıl önce çok yakın bir arkadaşımız murat turan bir beyin fırtınası yapmak için bize geldi. mercan’daki Caferiye han ailesine ait. murat herkesin onlara orayı bir otele dönüştürmeleri yolunda baskı yaptığını ama böyle bir şey istemediklerini söyledi. başka ne yapılabileceğini konuştuk ve ona orayı han olarak korumalarını ama yeni bir ekonomiyi dahil etmelerini önerdik. şu anda burada bir ekonomi yok, mallar girip çıkıyor sadece. buraya yeni ekonomileri dahil etmek çok heyecan verici olabilir çünkü son yıllarda türkiye’de de yapıcı (maker) ekonomi büyük bir trend olarak yükselişte. biz orada sadece az önce sözünü ettiğim ekonomik sorunu tanımlıyor ve onun için gerekli altyapıyı çalışıyoruz. böylesi bir yapı ağı, yaratıcı sektör için mükemmel bir inovasyon yatağı haline gelebilir. yeni ve küçük işletmeler ticaret açısından oldukça önemli. mesela bir moda tasarımcısının orada çalışmaktan çok mutlu olacağını düşünüyorum çünkü bütün her şeyin merkezi orası. yaptıkları işte çok yetenekli olan küçük imalatçılar var, orada birçok şeyin kaynağına çok yakınsınız. biz de ağızdan ağıza eğer küçük bir stüdyoya ihtiyacınız varsa burada harika bir yer var diye tanıdıklarımıza söylüyoruz. aynı zamanda bir grafik tasarımcı ve felsefeci olan murat turan’ın, bizim, Pelin derviş’in ve moving museum adlı bir sanat kurumunun stüdyoları var orada.

: en başından beri murat’ın yaklaşımı oradaki türkiye ekonomisinin geleneksel yüzünü korumak üzerine. birdenbire süslü püslü yeni şeylerin mekana dahil olmasını istemiyorlar, o nedenle biz de imalatçıların ruhunu korumak ve sürdürmeyi önerdik.

Hem işte hem de özel yaşamınızda partner olmak nasıl bir şey? Ofiste bazı rolleri nasıl paylaşıyorsunuz?

MŞ: Birbirimizin ne yaptığından haberimiz oluyor. Zaten uzmanlık alanlarımız da farklı ve disiplinlerarası bir şekilde çalıştığımızdan, farklı projeler için farklı pozisyonlar alıyoruz, ki bu çok keyif verici. 

AŞ: Rutin bir şekilde birbirimizi motive ediyoruz. Eğer karşılıklı olarak bilgi birikimine, deneyimine ve heyecanına saygı duyarsan her bir projede bu enerjiyi açığa çıkarabilirsin. Tüm günü birlikte geçirmemize karşın şikayet edebileceğimiz tek konu evliliğimiz için yeterince vaktimiz olmaması olabilir, ancak.

Yine de ikiniz arasındaki iletişimin daha farklı bir yönü de olduğundan ofisteki diğer çalışanlarla iletişiminizde zorlanıyor musunuz?

AŞ: Hayır, bunu ofise taşımamaya çalışıyoruz. bunun için de kullandığımız iki yöntem var, birincisi burada çalışanların çoğu 5-6 yıldır bizimle ve onlarla da yakın bir iletişimimiz oluşmuş halde. İkincisiyse, her bir proje için gruplar oluşturuyoruz ve ikimizin ayrı gruplarda çalıştığı da oluyor ve her bir grubun kendi içinde dinamikleri oluşuyor.

MŞ: Onlar için geri de çekiliyoruz. birçok şeyi onlar tasarlıyorlar, biz de projede çalışırken onlara kendi önerilerimizin uygun olup olmadığını soruyoruz. Bu bilgi akışını kimse kesmiyor, bunun olmaması için çabalıyoruz. Bazen dışarıdan birilerini davet ederek bize kritik vermesini istiyoruz. Çünkü projenin içine çok fazla girince sorunları göremiyor ve bir dış göze ihtiyaç duyuyoruz.

AŞ: Bu açıdan oldukça organik bir yapılanmayız. Ofiste hiyerarşi olmadığını söyleyemem ama oldukça organik bir ekip olarak çalışıyoruz. Eğer ekibin üretim safhasında birine ihtiyacı varsa iki günlüğüne o işi ben üstlenebiliyorum. Ya da birilerinin proje yönetiminde desteğe ihtiyacı varsa, o esnada başka bir gruptan biri gelip de bu işi bir süreliğine yüklenebiliyor. rollerimizi sürekli değiştiriyoruz. İşten arta kalan zamanınızda ne yapıyorsunuz?

AŞ: Çocuğumuzla oynuyoruz, birlikte seyahat ediyoruz çünkü o da gezmeyi seviyor. doğaya gitmeyi, kamp yapmayı seviyoruz. ben doğa yürüyüşlerine gerçekten bayılıyorum. mesela Oslo’da geçirdiğimiz 10-15 günün çoğunu dağlardaki ufak bir kulübede geçirdik. Doğa, iş sonrası gerçek bir yaşam kaynağı. hafta sonu tatillerinde çocuğumuza da çok heyecanlı gelen şehirleri ziyaret ediyoruz. eskiden cumartesileri İstanbul’da yürüyerek etrafı gezerdik, bunu yine denemeliyiz.

MŞ: Özellikle kışları yapardık. bir mahalleyi seçer ve oralarda bir şeyler keşfetmeye çalışırdık. neredeyse üç yıldır yapmıyoruz, bence de yeniden başlamalıyız çünkü hepimiz için çok eğlenceliydi. 

XOXO The Mag izniyle yayınlanmıştır. 

Tarih/Sayı: XOXO The Mag Sonbahar/Kış 2014-2015

 

#Alexis #MuratŞanal #mimari #röportaj


Sayfanın Başına Dön