İNSANLIĞIN İKİLEMLERİ: ELİZABETH DİLLER
İNSANLIĞIN İKİLEMLERİ: ELİZABETH DİLLER

İNSANLIĞIN İKİLEMLERİ: ELİZABETH DİLLER

MİMARİ   24.10.2020

İstanbul Tasarım Bienali’nin yaklaştığı günlerde, bienal katılımcıları arasında yer alan mimarlık stüdyosu DS+R’nin kurucularından Elizabeth Diller ile konuştuk. Kalıpların dışına çıkma, gerilla projelerle kurumların dikkatini çekme, insani duyguları tasarıma aktarma gibi konular ile mimarlığın sınırlarını zorladık. DS+R, bienale özel projesiyle de, bu paralelde, insanlığın ikilemlerini izleyiciye aktarmaya hazırlanıyor.

Kendinizi tanımlarken, mimarlığı, görsel sanatlar ve performansla birleştirdiğinizi söylüyorsunuz. Sanat bu tanımlamada neden bu denli baskın? 

Baskın değil aslında, bu sadece kültürel bir sınıflandırma. Biz kalıtsal mekan düzenini, söz konusu disiplinleri kullanarak aşmaya çalışan bir ekip olarak yola çıktık. Yaptığımız işleri, ister bir mimari proje, performans, sergi ya da kamusal sanat projesi olsun, birbirine bağlayan şey ise günlük mekanlar üzerine sürekli yaptığımız araştırmalar. Biz kendimizi disiplinler arasındaki sınırları kaldıran bir tasarım ofisi olarak tanımlıyoruz. Bu yaklaşım, kabul edilmiş mantığı yıkmamıza ve aksi halde günlük yaşam içinde uyurgezer gibi görmezden geleceğimiz fikirleri geliştirmemize olanak sağlıyor.

Peki, mimar ya da sanatçı gibi keskin tanımlamalara inanıyor musunuz, yoksa sınırların karışmasından yana mısınız?

Bu tanımlamalar başkalarının problemi. Eğer sınırlara çok fazla önem verirsek, otoritenin, sınır polisinin ekmeğine yağ süreriz. Mimarlık çoğu zaman eleştirilerimizin hedefindedir ve bazen de en güçlü silahımızdır.

Ekibinizde sanatçılar da yer alıyor, projelerinize onların nasıl bir katkısı var?

Ekibimiz mimarlık dünyasının ‘uyumsuzlarından’ oluşuyor. Bunlar çok geniş yelpazede çalışabilen açıkgöz kişiler. Bizim araştırma odaklı pratiğimiz zaman zaman  ceğimiz sonucuna vardık ve kurumsal duvarların her iki tarafında da çalışmaya başladık. ICA bu anlamda ilk kültürel yapı projemizdi.

Özellikle müze gibi, kültürel yapılar üzerine çalışırken, yapının konumu, sahip olduğu koleksiyon, izleyici kitlesi gibi konular göz önüne alındığında, nasıl bir süreç izliyorsunuz? Bu soruyu sormamızın nedeni Boston’da 100 yıl sonra yapılan tek yeni sanat müzesi olan The Institute of Contemporary Art (ICA) projeniz, onun özelinde de ilerleyebiliriz.

Erken dönem işlerimizin temelinde ‘kurumsal eleştiri’ yer alır. Bu dönemde bütçesiz, mekansız, program kısıtlamaları olmadan, hızlı ve kısa ömürlü gerilla projeler yaptık. Takındığımız bu aykırı ve kötü tutum, zamanla, bizi eleştirdiğimiz kurumların içine düşürdü. Dışarıdan saldırmaktansa, kurumun içinde yer alarak sesimizi daha güçlü çıkarabileceğimiz ve daha etkili olabileceğimiz sonucuna vardık ve kurumsal duvarların her iki tarafında da çalışmaya başladık. ICA bu anlamda ilk kültürel yapı projemizdi.

Daha sonra devamı da geldi...

Evet, Berkeley Sanat Müzesi ve Pacific Film Archive ve Los Angeles’ta yer alan The Broad Museum yapılarını inşa ettik. Şu anda MoMA New York’un genişletme çalışması The Shed üzerine çalışmaktayız. Tüm bu projelerde hem eleştirel bakışla hem de kurum adına olmak üzere iki ağızdan da konuşuyoruz. ICA’in liman kıyısında yer alan konumu bize bölgeyi düzenleme, su görüntüsünü devam ettirme/ettirmeme imkanı verdi. The Broad, LA şehir merkezinin kentleşmesi içinde yer alır, burası çok çeşitli izleyici kitlesi için bir mıknatıs gibidir ve şehrin demografisini en iyi şekilde sunar. Pazar gezmesine çıkan sanat kalabalığından radikal bir şekilde ayrışır.

Malum, bu yıl İstanbul Tasarım Bienali’nin teması ‘Biz İnsan Mıyız?’. Bienal küratörleri Beatriz Colomina ve Mark Wigley’nin değindikleri gibi, tasarıma dair konuşmanın bir anlamda türümüzün durumu hakkında konuşmakla eşdeğer olduğuna katılıyor musunuz?

Tabii ki. Gezegenimizin insanoğlu tarafından inşa edildiği inkar edilemez bir gerçek; ancak tamamen insanoğlu tarafından tasarlanmamıştır. Tasarım; planlanmış, pozitif ve istemli bir olgu. Tasarım ile bir tasarımın ürünü olarak kabul edilen arasında çok ciddi fark var. İnsanoğlu dikkatli bir şekilde yenilikler yaparken, doğal ve inşa edilmiş çevrenin tüm alanlarına dokunarak aynı dikkatsizlikte etkiler yarattı. Bu tasarım süreçleri kirlilik, yükselen deniz seviyesi, ormansızlaştırma gibi istemsiz sonuçlara neden oldu. Tasarımın korunaksız noktası ısrar eden ve istila eden tasarım eksikliğidir. Sıradan ve zararlıdır. Yani burada soru haklı; biz insan mıyız?

Bienalde sizin sunacağınız proje nedir?

Üzerinde kontrol sağlayamadığımız tek konu olan istemsiz cevaplarımız üzerine bir araştırma sunacağız. Utançtan kızarmak konusuna kafayı takmış durumdayız. Performansın bir parçası olarak, Alice Tully Hall konser salonunun kendiliğinden aydınlanan (dirimsel ışıldama) yapısı ile bu istemsiz cevaplardan birini veriyoruz. Blur Building için tasarlanan The Braincoat (akıllı yağmurluk) ise kullanıcı profillerini, prostetik deriyi giyen bireyler arasındaki etkileşimi araştırıyor. Gelip geçenler arasındaki antipati ya da çekicilik, ceket üzerinde parlayan ışıklarla ortaya çıkan farklı sonuçlar, utanma sonucu kızarmaya ya da şoktan bembeyaz kesilmeye benzer. Bienal için tüm olağandışı ve tüm insani psikolojik cevaplar üzerine derin bir araştırma yaptık. Ve ortaya çıkan, aralarında duygusal bir ilişki olan iki kişinin samimi diyaloğu oldu. Diyalogdaki paylaşım, bu iki kişinin hücum ve savunma karşısındaki pozisyonlarını ters yüz ederek, söyledikleri ve fiziksel tepkileri arasındaki sapmaları gösteriyor. Bu noktada kızarma tek güvenebileceğimiz veri oluyor. Negatif ya da pozitif durumlarda ortaya çıkabilen kızarmanın karışık doğası önceden tahmin edilemez ve engellenemez bir yapıya sahip. Konuşulan ve konuşulamayan arasındaki bu kaçınılmazlık bizi heyecanlandırıyor.

XOXO The Mag izniyle yayınlanmıştır. 

Tarih/Sayı: XOXO The Mag İlkbahar/Yaz 2015-2016

 

#DS+R #ElizabethDiller #röortaj #modern mimari


Sayfanın Başına Dön