MİMARİNİN ARTI DEĞERİ: MURAT TABANLIOĞLU
MİMARİNİN ARTI DEĞERİ: MURAT TABANLIOĞLU
MİMARİNİN ARTI DEĞERİ: MURAT TABANLIOĞLU
MİMARİNİN ARTI DEĞERİ: MURAT TABANLIOĞLU
MİMARİNİN ARTI DEĞERİ: MURAT TABANLIOĞLU
MİMARİNİN ARTI DEĞERİ: MURAT TABANLIOĞLU
MİMARİNİN ARTI DEĞERİ: MURAT TABANLIOĞLU
MİMARİNİN ARTI DEĞERİ: MURAT TABANLIOĞLU
MİMARİNİN ARTI DEĞERİ: MURAT TABANLIOĞLU
MİMARİNİN ARTI DEĞERİ: MURAT TABANLIOĞLU
MİMARİNİN ARTI DEĞERİ: MURAT TABANLIOĞLU
MİMARİNİN ARTI DEĞERİ: MURAT TABANLIOĞLU
MİMARİNİN ARTI DEĞERİ: MURAT TABANLIOĞLU
MİMARİNİN ARTI DEĞERİ: MURAT TABANLIOĞLU
MİMARİNİN ARTI DEĞERİ: MURAT TABANLIOĞLU
MİMARİNİN ARTI DEĞERİ: MURAT TABANLIOĞLU

MİMARİNİN ARTI DEĞERİ: MURAT TABANLIOĞLU

MİMARİ   14.10.2020

Yaşadığımız döneme göre evrilen kentler, mekansal anlamda kaçınılmaz geçiş noktaları yaratıyor. İstanbul’da olduğu gibi, simgesel değer taşıyan ya da geleneğe yaklaşan/ters düşen örneklerle çevreleniyoruz. Ve mimarlığın bu duruma ne kadar artı değer katabildiği konusu giderek daha fazla önem kazanıyor. Murat Tabanlıoğlu ile, bu katkıdan yola çıkarak, yeni dönem projeleri, İstanbul’da yapı elde etme biçimleri ve zaman-kent ekseninde kurgulanan “Hafıza Mekanları” üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

Öncelikle İstanbul yapı stoğunda süregelen hızlı değişim ile söyleşimizi açalım. İstanbul ofisinizin de bulunduğu Meşrutiyet Caddesi'nin yüzü, son senelerde hızlı bir değişimden geçti. Şimdi eski ABD Konsolosluğu'nun da Soho House İstanbul olması ile birlikte bölgeye yeni bir dinamik geldi. Kendi sokağınızıdan başlayarak, İstanbul'daki bu hızlı değişim ve dönüşümü kent hayatı için nasıl görüyorsunuz ve deneyimliyorsunuz?

Hızlı, yani riskli,  kentsel dönüşümdense, bizim de 15 yıldan fazladır içinde yaşayarak tanık olduğumuz, Tepebaşı örneğinde olduğu gibi,  yavaş ve birbirine sirayet edecek şekilde zamana yayılmış biçimde yaşanan değişimlerin daha sağlıklı olduğunu görüyoruz. Neredeyse bir tasarım adasına dönüşen içinde bulunduğumuz bölgede, geçmişte de var olduğu halde itibarsızlaşan yeme içme dükkanlarının yeniden itibar kazanmasıyla, kültür-sanat faaliyetlerinin İKSV ile ve galerilerle canlandırılmasıyla ve Galata gibi konut alanlarının motivasyonu sayesinde, geleneği olan bir semt yeniden doğdu. Kentler yaşadığımız zamanın imkanlarına ve ihtiyaçlarına uyumla evrilir, gelişir, değişirler. İstanbul da, özellikle bir geçiş noktası olarak, dönüşüme en açık şehirlerden bir olmuştur. Ancak bugün, deprem riskinin zorunluluk olarak değerlendirildiği büyük dönüşüm prolerinde öngörülen hız, doğru bir kentselleşmeyi teşvik etmekten ziyade, bu dönüşüm alanlarını, neredeyse plansız, işlerin daha hızlı ilerlemesini sağlayacak şekilde ihale edilen şantiyelere dönüştümüştür. Doğru olan yöntem ise detaylı, çok disiplinli bir master plan çalışmasının kentsel dönüşümler için öncelikle zorunlu kılınmasıdır.

Uluslararası yarışmalarda ve ulusal değerlendirmelerde jüri üyeliği yapıyorsunuz. Mimarlığın ödüllendirilmesi noktasında eskiden bugüne ne gibi kriterler değişti? Ya da sizce değişmesi gerekir?

Mimarlığın, özellikle ülkemizde son 10 yıldır, önemli bir artı değer yaratma kaynağı olduğunun kabul edildiğini görüyoruz. Bu yaklaşım seçim yapma kriterlerini de daha yukarı çekiyor. Yarışmalar da bu olumlu gelişimin bir izdüşümü olarak, bizde de dünyada da, yenilikçi yaklaşımları alternatif olarak gören, destekleyen, teşvik eden bir kanal olarak önemli.

Kamu yapılarının yapım metotları ile ilgili tartışmalar yaşadığımız bir dönemdeyiz. Sizce yarışmalar bu noktada yeterli kalıyor mu?

Yarışma ile yapmak, hatta daha fazlası, şeffaf bir süreç içinde, farklı disiplinlerden profesyoneller kadar çevrede yaşayanların  görüşlerini almak en medeni yöntem olurdu. Ancak yarışmalarda ne sonuç alınırsa alınsın bir de uygulanabilirlik meselesi var. İyi niyetli olmak, mümkün olanın en iyisini yapmak ve böylelikle doğru projelerin hiç değilse özendirici olmasını sağlamak zorundayız.

Kentsel mekan artık zaman kavramını tanımlamamızda önemli bir rol oynuyor. Bu noktada, geçtiğimiz sene Venedik Mimarlık Bienali'nde, “Hafıza Mekanları” başlığı altında, artık tüm dünyanın konuştuğu AKM binasını da ele aldınız. Artık simgesel bir değer taşıyan AKM ile ilgili sizce nasıl bir strateji izlenmeli?

Binanın yenileme projesinin tartışıldığı, hazırlandığı süreçte, biz başından beri uzlaşmacı bir yöntem içinde olduk, ki önemli bir dönem yapısı, özellikle de işlevi itibarıyla hala bir alternatifi üretilememiş olan bir kültür-sanat yapısı, yeniden İstanbulluların yaşamına dahil olabilsin... Aynı umudu taşımayı sürdürüyorum.

Yeni tamamlanmış olan, Dakar'daki Kongre Merkezi projenizde, yapıyı, form, malzeme ve işlev açısından nasıl bir kurgu ile etrafındaki peyzajla bütünleştirdiniz?

Dakar projesi Afrika’da gerçekleşen kongre merkezi projelerimizden üçüncüsü oldu. Libya, Trablus ve Ekvator Ginesi başkenti Malobo’daki Sipopo Kongre Merkezleri Afrika’nın önemli buluşma mekanları olarak tasarlandılar. Dolayısıyla, her bir yapı için en önemli kararlardan biri, bulundukları yeri, kültürü temsil etmeleri idi. İklim ve coğrafi diğer koşulların sağladığı avantaj ve dezavantajlar tasarıma yansıdı, işlevleri dolayısyla mekan ihtiyaçları benzerlik taşıyan bu üç yapının sonuncusu olan Dakar Kongre Merkezi, gündelik kullanıma daha açık olmak üzere, sanat galerileri, müze ve yeme-içme fonksiyonları da dahil edilerek, kullanıcısı açısından diğerlerine oranla daha da saydamlaştı. Peyzajda kullanılan su unsuru ise yapının dramatik etkisini artırırken, sıcak iklimde bir serinletme unsuru olarak da çevresine dahil edildi.

Tabanlıoğlu Mimarlık Londra ofisi ile ilgili son gelişmelerden de bahsedelim. Londra sizin için nasıl bir hedef?

Biz tasarımını yaptığımız projelerin inşaat sürecine de dahil oluyoruz ve binanın inşası tamamlanana kadar projeyi yanlız bırakmıyoruz, dolayısıyla Ankara, Dubai ve Doha ofislerimize ek olarak bugüne kadar projeler yaptığımız, dünyanın birçok şehrinde irtibat ofislerimiz oldu. Londra, Avrupa kıtasının olduğu kadar tüm dünyanın, özellikte entektüel anlamda, önemli merkezlerinden biri. Bizler, en azından birlikte çalıştığımız mühendis ve danışmanlarla  buluşmak üzere, workshop'lar için o kadar çok Londra’da oluyoruz ki, orada bizi temsilen arkadaşlarımız olsa da, artık yerleşik olma zaruretini duyduk. Aslında programımızda çok yoğun bir şekilde zaten yeri olan Londra bizim için artık kaçınılmaz hale geldi.

Artık deneyerek-yanılarak öğrendiğimiz bir sistemde kendini geliştiren bir tasarım dünyasının içerisindeyiz. Bu anlamda Türkiye'deki mimarlık eğitiminde kısır kalan konular sizce nedir? Mimarlık eğitimi yeniden kurgulanmalı mı?

Kesinlikle. Küresel dünyada Türkiye’de yüksek öğrenim sisteminde değişikliklerin olması gerekir. Dünya standardında kabul edilen eğitim süresi beş yıldır ve bir yılı mezun olduktan sonra yapılması gereken iki yıl zorunlu staj da yine kabul edilen bir başka maddedir. Türkiye’de ise mimarlık eğitimi dört yıl. Eğitim süresinde, meslek, pratiği birlikte ele alınmalı ve bunun sürekliliği sağlanmalıdır. Öğrencilerin, dünya mimarlığına, daha doğrusu farklı kültürlerde yaşama dair bilgi sahibi olmalarını sağlamak, bunun için pratiğin içinden gelenlerle eğitimi desteklemek, seyahatlerle mimari ve yaşam kültürünü zenginleştirmek gibi statik olmayan zihin açıcı yöntemler eğitime dahil edilmelidir.

Bitirmeden; son dönemde gerçekleştirmeyi planladığınız proje ve fikirlerinizden de bahsedelim.

Biliyorsunuz, 2014'te Türkiye olarak 14. Venedik Mimarlık Bienali’ne ilk kez katıldık; serginin ilk küratörü olarak seçilmemden dolayı benim için bu özellikle önemliydi. Ulusal pavyonların “Absorbing Modernity 1914-2014” temasıyla gerçekleştirdiği sergiler arasında yer alan Türkiye Pavyonu’nda Places of Memory (Hafıza Mekanları) başlıklı sergi, Venedik Bienali’nde 20 yıllık bir süreyle Türkiye’ye tahsis edilen, mekandaki ilk proje oldu. Bu yıl da geçen yıl olduğu gibi, uluslararası bir serginin küratörü olarak benzer bir süreç içindeyiz. Ekim’de Antwerp’te açılacak Europalia kapsamındaki serginin hazırlıkları sürüyor. Yurtiçi ve yurtdışında -Afrika’da, Körfez Bölgesi’nde ve Kazakistan’da -Astana Tren İstasyonu gibi- devam eden projelerimizle- önümüzde yoğun bir yıl var. Özellikle az katlı bir ofis kompleksi olarak WAF’tan sonra, geçen hafta MİPİM’de de ödüller alan Selçuk Ecza Genel Müdürlük binası ve Levent’teki Zorlu Levent ofis kulesi 2014’te tamamlanan iki projemiz. Ofis ve konut binaları, karma yapılar, masterplan projelerinin yanı sıra küçük ölçekte projeler de 2015 programımızda yer alıyor. 2020 Expo’ya evsahipliği yapacak Dubai ve 2022 Dünya Kupası’nın gerçekleşeceği Katar gibi özellikle kent ve kültür yatırımları yapan Körfez ülkelerinde yüksek mimari standartta örnekler veriliyor, açık ya da davetli çeşitli yarışmalarla bu gelişmeler destekleniyor. Biz de bu coğrafyalarda çalışmalarımıza devam ediyoruz. Öte yandan, dünyada azalan kaynaklar, değişen iklimsel, ekonomik ve sosyal dengeler nedeniyle mimaride de günümüz ihtiyaçlarını karşılayan, gerek ekolojik gerek kentsel bağlamda çevre ve insan duyarlılığı yüksek projeler dikkati çekiyor. Sonuç olarak, her iki bağlamda da uluslararası gelişmelerden etkileniyoruz.

XOXO The Mag izniyle yayınlanmıştır. 

Tarih/Sayı: XOXO The Mag İlkbahar/Yaz 2014-2015

Fotoğraflar: Emre Dörter

#TagArchitecture #HafızaMekanları #MuratTabanlıoğlu


Sayfanın Başına Dön