MİMARLIK PRATİĞİ ÜZERİNE: MİCHEL ROJKİND
MİMARLIK PRATİĞİ ÜZERİNE: MİCHEL ROJKİND

MİMARLIK PRATİĞİ ÜZERİNE: MİCHEL ROJKİND

MİMARİ   20.11.2020

Michel Rojkind, günümüzün sosyal mimari anlayışını silkeleyip, bunu yeniden tanımlayan işleriyle biliniyor. Ona göre bir binayı programlayıp işlevlendiren geçerli mimarlık pratiği son derece problematik; çünkü kendi deyişiyle “toplumları programlayamazsınız”. Tüm olasılıkları görmeye inanan ve iyimser bir bakışla, “Eğer mimaride başka şeylerin olması için mekanlar yaparsanız, o şeyler olacaktır.” diyen Rojkind ile mimarlık anlayışını, projelerini, şehrini ve kendisini konuştuk. 

Peki Meksika'nın şu anki tasarım ortamı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Meksika'nın tasarım, hatta genel olarak kültür ortamının tümü için müthiş enerjik olduğunu söyleyebilirim. Film yapımcılarından mücevher tasarımcılarına ve modacılara, yazarlardan müzisyenlere, grafik tasarımcılarından endüstri ürünleri tasarımcılarına ve mimarlara; inanılmaz bir atmosfer var.

Bir başka çok katmanlı ve hızla değişen şehir olan İstanbul'da daha önce birkaç kez bulunmuştunuz; 2010'da bir konferans vermiştiniz ve 2012'de Archiprix Ödülleri'nin jürisindeydiniz. Bugünün İstanbul'u için ne söyleyebilirsiniz?

2012 yılında geldiğimde, 2010 yılındaki son ziyaretime göre İstanbul'un değişime çok daha açık olduğunu düşündüm. İleriye bakan, fakat tarihinin ve kültürel geçmişinin de farkında olan bir şehir İstanbul; sokaklarında şans var, konuşmalardaki iyimserliği hatırlıyorum. Tekrar gelmeyi ve değişimi deneyimlemeyi çok isterim.

Mimarlığı, kendi perspektifinizden “yaptığı şey basitçe bugünün toplumuyla iletişime geçmek olan, kamuların değişen problemlerinin tercümesini yapan bir disiplin” olarak tanımlıyorsunuz. Bu algıyı işlerinizde de görmek mümkün. Yaklaşımınızdan biraz bahsedebilir misiniz?

Bir proje yaparken, geniş bir olasılıklar görüşüne sahip olmayı önemsiyoruz; çok çeşitli perspektiflerden problemlerle yüzleşmeye çalışıyoruz, tüm “ya eğer”lerle mücadele ediyoruz. Yalnızca bir işveren parayı ödüyor olsa bile, bizce, o projenin çok sayıda kişiye hizmet etmesi gerekliliğini göz ardı edemezsiniz. Çoğu zaman bu, programı yeniden programlamak şeklinde oluyor.

Santa Fe'deki süpermarket projenizde örneğin; söz ettiğiniz yaklaşım, ortak bir platform olarak katılaşıyor. Bir süpermarketin tüketimin kalesi olma haline getirdiği alternatif sürdürülebilirlik algısının yanı sıra, projenin şehre kamusallığını geri verme söylemi dikkate şayan.

Devletlerin ve şehir planlamanın hangi noktada tökezlediğini bulup çıkarmak bence çok önemli. Süpermarket projesinde şehre, kamusal bir mekan vermek istedik. İnformel pazaryerleri ve yerleşik süpermarketler arasında geçiş sağlayabilecek bir mekan yarattık; bu mekanı bir bağlantılar ağı olarak kurguladık. Bunun bir parçası da özellikle bir ticarethane söz konusu paranın devridaimi tabii... Binanın çatısında ekip biçme imkanı yarattık ve süpermarketin sahibi Chedraui'nin de yardımıyla, müşterilerin kendi istediklerini ekebilecekleri alanlar kiralayabilmelerini sağlayacak bir sistem uyguladık. Bu da süpermarket ekonomisine yeni bir bakış açısı getirmiş oldu, bir yandan da toplumla bir tür yeniden etkileşim yarattı.

Bu “topraktan aldığını toprağa geri verme” hadisesini önceki sayılarımızda çokça tartışmıştık. Mimarlar Durmuş Dilekçi ve Burak Ünder ile “Mimaride Kutsallık” başlığında bir sohbet gerçekleştirmiştik ve bu geri veriş halinin kutsallığı epey konuşulmuştu. Özellikle bugünün bir trende dönüşmüş olan sürdürülebilirlik anlayışını bu şekilde değerlendirmek oldukça önemli.

Sürdürülebilirlik anlayışının değişmesi, hatta kavramın belki de yeniden tanımlanması gerekiyor. Sürdürülebilirlik bir kod olmalı; fakat ödüller için bir trend olmamalı. Bir de sürdürülebilirlik düşüncesini biz yalnızca çevresel sürdürülebilirlik değil, sosyal ve ekonomik sürdürülebilirlik olarak da gözetmeye çalışıyoruz.

Projelerinizden bahsetmeye devam edersek, sizde özel bir yeri olanlar hangileri?

Çok fazla var, fakat son projemiz olan Hybrid Hut/Melez Kulübe'nin ismini anmalıyım. Bu yıl Kanada'nın Winnipeg şehrinin soğuk kışında sokakta üşüyen insanların bir süreliğine başlarını sokabilecekleri, geçici bir yapı tasarlamak üzere davet edilmiştik. Projeyi kendi ellerimizle inşa ettik ve bu inanılmazdı, bize unuttuğumuz o esas şeye dönmeye dair müthiş bir his verdi. Yapmaya dair önemli bir konuyu; zanaatın önemini hatırladık. Bilgisayar destekli oluşturulan tasarımın, el işçiliği ile uygulanması; işte esas olan bu.

Bugünlerde ne üzerine çalışıyorsunuz?

Son zamanlarda üzerinde çalıştığımız pek çok konu, doğrudan mimarlık ile ilintili olmasa da tasarım stratejileri kapsamında değerlendirilebilir; sosyal yenilenme ve toplumsal farkındalık yaratma amaçlı projeler yapıyoruz. Bugünkü en önemli projeminse -halen- kendi ofisimiz ve çalışma şeklimizin nasıl evrileceği olduğunu söylemeliyim. Çalışmakta olduğumuz mimari projelerimiz arasında birkaç konut projesi, bir konser salonu, yeni bir Tori-Tori Restaurant, Kanarya Adaları'ndan Lanzarote'deki Playa Blanca'nın master planını anabilirim. Bir de Meksika'nın mevcut sosyal konutlarını yenilemek üzerine INFONVIT (Mejorando la Unidad) programı ile ilgileniyoruz.

Peki bu sırada olağan bir gününüz nasıl geçiyor?

Sabahları 05:30'da koşuya çıkıyorum, ardından spor salonuna gidiyorum; egzersiz benim için bir zorunluluk. Sonra ofise gidiyorum ve güne temiz bir zihinle başlıyorum. Ofisin gününü organize edecek sabah toplantılarım oluyor, ardından o gün katılmam gereken acil bir etkinlik olup olmadığını görmek için maillerimi kontrol ediyorum. Bakılması ve tasarımındaki kimi sıkıntıların çözülmesi gereken çok sayıda proje oluyor. Dışarı çıkıp öğle yemeğini güzeller güzeli kızımla birlikte yemeye çalışıyorum, sonra ofise dönüyorum. Duruma göre uğranması gereken yerler, kontrol edilmesi gereken şantiyeler oluyor. Eşimle akşam yemeği yemek üzere eve dönüyorum ve sonrasında ertesi güne hazırlanıyorum.

Son günlerde ne okuyorsunuz?

Nassim Nicholas Taleb'den Antifragile: Things That Gain from Disorder, Arjun Appadurai'den The Future as Cultural Fact/Essays on the Global Condition, Chris Anderson'dan Makers/The New Industrial Revolution, Luke Humphrey'den Hansons Marathon Method: A Renegade Path to Your Fastest Marathon.

Ne dinlersiniz?

The National, Radiohead, Led Zeppelin, David Bowie, Bon Iver, Alt-J, Jungle, Chet Faker, The Knife, Movement, bolca Miles Davis ve Spotify'daki listelerimi.

Ayrıca La Gente Normal'in davulcusuydunuz. Mimarlar için alışılmadık bir durum bu; müzik, pratiğinizde nasıl bir etki yaratıyor?

Müziğin hayatımda çok geniş bir yeri var; ve zihnimi müzikten mimariye döndürmek her zaman çok besleyici, problemleri başka bir perspektiften görmemi sağlıyor. Fakat şunu söylemeliyim ki mimari anlamda en büyük etkisi müzik grubumla turneye çıkmak olmuştu; Orta ve Güney Amerika'da, abd'de, Avrupa'nın kimi yerlerinde dolaştık ve böylece şehirleri, politikalarını, altyapılarını, kamusal alanlarını, mimarilerini ve en önemlisi insanların bunlar içinde nasıl davrandıklarını gözlemleyerek birbirleriyle karşılaştırabildim. Bir şehre geri döndüğünüzde sosyal değişmelere tanık olabilmek çok önemli; bu, bana mimarinin, bir işvereninin programını çözmek dışında ne yapabileceğini düşündürdü. Müziğin benim üzerimdeki bir başka olumlu etkisi de çok yetenekli insanlarla işbirliği yapmanın ve böylece güzel zihinleri bir araya getirmenin harika sonuçlar vereceğini öğrenmemi sağlaması oldu. Müzisyenler, çalmak istedikleri başka müzisyenlerin peşine düşerler çünkü sonucun muhteşem olacağını kestirebilirler; tasarımda da bu yaklaşımı benimsiyorum.

Genç mimarlara yalnızca mimariye odaklanmamalarını, etrafı izlemelerini, neler olup bittiği ile etkileşime geçmelerini ve farkındalık sahibi olmalarını tavsiye ediyorsunuz. Bugünkü mimarlık ortamının en büyük sorunlarından birisi bu eksiklik mi acaba?

İzole tasarımın da harika örnekleri vardır; fakat bir problemin potansiyelini tam olarak anlayabilmek için işin içine giren her şeyin, ama her şeyin farkında olmalısınız. Bu, işverenin isteklerinin ötesinde olarak sosyal, politik, coğrafi ve kültürel bağlamları da düşünmenizi gerektirir. Bugünün toplumlarının hızla değişiyor oluşu ve spontane yapıları, mekanların programatik kararlılığını pratikte neredeyse imkansız kılıyor. Dahası, mimari yalnızca yapıya ve tektoniğe odaklanıyor. Fakat toplumun idealleri ve değerleri, bir binanın biçiminden ya da malzemesinden çok daha fazla o binanın programatik kompozisyonlarına yansıyabilir. Ne yazık ki, mimarlık tartışmalarında bu konuyu es geçtiğimizi düşünüyorum. Toplumların davranışlarını programlamaya çalışan bu geleneksel mimarlık pratiği anlayışının sorgulanması gerek; bizim programlanamaz olduğumuzu algılamamız gerek.

XOXO The Mag izniyle yayınlanmıştır. 

Tarih/Sayı: XOXO The Mag İlkbahar/Yaz 2015-2016

#MichelRojkind #modern mimari #röportaj


Sayfanın Başına Dön