ONARICI BİR MEKAN OLARAK POSTANE
ONARICI BİR MEKAN OLARAK POSTANE
ONARICI BİR MEKAN OLARAK POSTANE
ONARICI BİR MEKAN OLARAK POSTANE
ONARICI BİR MEKAN OLARAK POSTANE
ONARICI BİR MEKAN OLARAK POSTANE
ONARICI BİR MEKAN OLARAK POSTANE
ONARICI BİR MEKAN OLARAK POSTANE
ONARICI BİR MEKAN OLARAK POSTANE
ONARICI BİR MEKAN OLARAK POSTANE
ONARICI BİR MEKAN OLARAK POSTANE
ONARICI BİR MEKAN OLARAK POSTANE
ONARICI BİR MEKAN OLARAK POSTANE
ONARICI BİR MEKAN OLARAK POSTANE
ONARICI BİR MEKAN OLARAK POSTANE
ONARICI BİR MEKAN OLARAK POSTANE
ONARICI BİR MEKAN OLARAK POSTANE
ONARICI BİR MEKAN OLARAK POSTANE
ONARICI BİR MEKAN OLARAK POSTANE
ONARICI BİR MEKAN OLARAK POSTANE

ONARICI BİR MEKAN OLARAK POSTANE

MİMARİ   14.01.2022

Geride bıraktığımız 2021 yılının son üç çeyreğinde kent adına heyecan verici haberlerden biri, Galata’da yer alan ve İngiliz Postanesi olarak bilinen tarihi yapının yeniden işlevlendirilerek Postane adıyla açılması idi. Binanın yeniden işlevlendirilmesini yürüten tasarım ekibinden mimar Merve Bedir ile sürecin detayları üzerine konuştuk. Bedir, Postane'nin tasarım ve uygulama sürecinin “artıklarını yeniden kullanmayı ve dönüştürmeyi içerdiğini” ifade ederken, mimar olarak kendi sorumluluğunu, “binanın işlevini sürdürebilen tüm elemanlarını kullanılır halde tutmaya devam etmek, yeni işlevlerin binaya adaptasyonuna aracı olmak ve İngiliz Postanesi'ni ve Postane'yi var eden koşulları sağlayan tarihin farkında olmak ve güne aktarmak.” olarak tanımlıyor. Bu yeniden işlevlendirmenin en önemli yanı ise, yine Bedir’in dile getirdiği üzere hem sosyal, hem çevresel olarak ‘onarıcı’ bir mekân olmasının istenmiş olması.

Postane'nin nasıl bir yapı olduğundan başlayalım konuşmaya? Nasıl tarif edersin bu binayı?

İlk gözlemim hayranlık… Eski ve yeni neredeyse tüm fotoğrafları Galata Kulesi’nden çekilen, bir şekilde şimdiye kadar airbnb evi, dijital oyun odası, otel ya da restorana dönüştürülmemiş bir bina…

Postane başlarken işe ilk alınan kişi Tayfun Bey, binanın demirbaşı; o olmasa bu basit onarım ve adaptasyon projesini yürütmek çok daha meşakkatli olurdu. Bizden önce binaya yapılan müdahalelerin detayını bilen ve inşaat işini anlayan biri. Her gün binada olduğu için şanslıydık, bence.

Murat Tülek'in yürüttüğü arşiv araştırmasından binanın yapılma amacı olan postane dışında okul ve marangozhane olarak işlev gördüğünü, aralıklarla boş ve bakımsız kaldığını, bizden önceki kullanıcı tarafından film stüdyosuna dönüştürüldüğünü biliyoruz. Onlar merdiven kovasını tamamen çökmüş halde bulmuş. Basamaklar tek tek birbirinin üstüne bindirilerek merdiven yeniden inşa edilmiş. Ahşap küpeştesi merdivenin eğimine göre yeniden yapılmış. Postane sürecinde, ahşap bakım işlerini yapmaya gelen Fethi Usta İstanbul’da ahşap küpeşteyi aynı incelikle, aynı açı ve dönüşle kotaracak usta kalmadığını iddia etti. Yönetmeliğe göre asansör gerekmiyor ama yine bizden önceki kullanıcı döneminde binaya asansör yerleştirilmiş, statik destek yapılmış. Var olan bir saygı, şuur ve hassasiyet var yani, hem yapıya hem kullanıcıya karşı; bu açıdan da şanslıyız, bence. Esasen bunu bir mimari tasarım sorusu olarak yazayım; binanın basit onarım ve adaptasyon projesine binanın ve kullanıcısının, parçası oldukları -sosyal ve ekolojik- çevreyle birlikte, duruşuyla aynı hassasiyetle yaklaşabilir miyiz?

17 Aralık 1859 tarihli The Illustrated London News (Resimli Londra Haberleri) Gazetesi Postane'nin açılışını haber yaparken "binanın proje ve inşaat ihalesini İstanbul'da yerleşik İngiliz mimar ve mühendis Joseph Nadin'in aldığını" anlatır. Binanın "ekonomik mütevaziliği"nden, "sağlamlık simgesi Dorik sütunları"ndan ve "Haliç'i bütünüyle gözetleyebilen kulesi"nden bahseder (Postane'nin giriş katındaki kafede Tülek'le çalıştığımız sunuşunda gazetenin bu sayfasını okuyabilirsiniz). Postane binası gerçekten de karşısındaki yine İngiliz İmparatorluğu'nun yaptırdığı "aşırı pahalı" ve ölçek dışı neogotik hastane binası ile tamamen farklı mimari karakterde; sokağın ölçeğini tutan, köşesinden geri çekilerek karşısındaki çeşmeye ve Komando Merdivenlerinden çıkanlara selam veren, volta döşeme sistemi ile Akdeniz'in parçası olduğunu işaret eden bir bina.

Cephe kolonadı ve volta döşemesi yanında 'Clarks and Co.' kepenkleri ve 'Chubbs' kasası öz hâlinde duran diğer bina elemanları. Kepenkler sade bir mekanik makara sistemiyle, elle açılıp kapanıyor. Patentini alan Clarks & Co. ürünü dünya fuarlarında gösterdikten sonra Venedik ve İstanbul'daki imparatorluk binalarında uyguluyor/ teşhir ediyor/ görücüye çıkarıyor ve buradan bir ekonomi yaratıyor.

Postane sosyal medya hesabında paylaşılan kötü kurgulanmış bir sunuş çekimi için işimin burada başladığını söylemiştim. Mimar olarak sorumluluğum binanın işlevini sürdürebilen tüm elemanlarını kullanılır halde tutmaya devam etmek, yeni işlevlerin binaya adaptasyonuna aracı olmak ve İngiliz Postanesi'ni ve Postane'yi var eden koşulları sağlayan tarihin farkında olmak ve güne aktarmak.

Gerçekleşen tasarımda yapının tarihine, daha önceki işlevine dair referanslar var mı? Ve planlanan yeni kurgusu ile tasarım hangi noktalarda buluşuyor?

Adaptasyon projesini yapmak için belediyeden aldığımız izin basit onarım izniydi. Yani binanın tarihi karakterini değiştirmeden, yapısal değişiklik yapmadan, mekânsal algıyı değiştirmeden, açık ve kapalı kullanım alanlarına sadık kalarak bakım ve onarım işlerini tamamlamak. Bu izin türünün kapsamını güncel kentleşme kültürü bağlamında biraz düşünmek gerek. Neden sürekli mevcut binaları yıkıp yeni binalar yapıyoruz, sürekli kentleşiyoruz ve yayılıyoruz, binalarımızın 'sıfır' görünmesini istiyoruz. Elde kini kullanmadan olmuyor mu? Çıkma malzeme ve mobilya kullanmanın ne problemi var? Yıkmadan olmuyor mu?

Joseph Nadin'in projesinde giriş katın postane, üst katların ise çalışma ve konut işlevleri için tasarlandığını biliyoruz. Okul olarak kullanıldığında büyük derslikler olduğunu hayal ediyorum. Film stüdyosu döneminde ise şu andaki kullanımımıza en yakın işlevlendirmeyi görüyoruz. Stüdyo olarak kullanılmış Hol katını etkinlikler için; ofis olarak kullanılmış Kütüphane katını kütüphane ve ortak çalışma alanı olarak işlevlendirdik. İşlevlerin ve mekânların fiziksel gereksinimler anlamında bir karşıtlığı yoktu (ses kayıt odası hariç), mekânların kendi ölçeklerini, büyüklüklerini, malzeme karakterlerini devam ettirebiliyoruz. Eklediğimiz temel kullanımlar giriş katta dükkanlar ve kafe. Ben buraya ‘kamusal oturma odası’ diyorum. Asma katta ses kayıt stüdyosu, terasta ise kamusal yenebilir bahçe yer alıyor.

Genel olarak tasarım dilinden ve kullanılan malzemelerden bahseder misin?

Aslında tek bir düzen, biricik bir dil aramadık. Binada yaşamsal ve mekânsal devamlılığı hedefledik. Buna en güzel örneklerden biri Yasemin Özcan'la çalıştığımız işi 'Adalet her zaman eşitlik midir?' Başından beri düşündüğümüz şeylerden biri 'yeşil'le sadece teras bahçesinde göstermelik karşılaşmamaktı. Özcan'ı, zemin kata oturacak ve merdiven kovası boyunca uzanacak bir seramik saksı ve iç mekân bitkileri yerleştirme işi için davet ettik. Pothus sarmaşıkları merdiven kovası boyunca metal saksılarda, zemine oturan bölümde ise toprak saksılarda zamia bitkileri ''ihtiyaca dönük desteklenmeyi, fotosentez metaforu ile yorumlar.'' Burada işin entelektüel ve emek ortakları Craig Froehle, Rıfat Usta, ve Greensquaremeter’ı anmamız gerek.

Bunun yanında binanın ana kullanıcılarından birinin MAD olduğunu bilmenin mimari tasarıma çok önemli katkısı oldu, oradaki arkadaşlarla nasıl bir çalışma ortamı ve bir mekân istediklerine dair konuşmalar, araştırmalar yapma şansımız oldu. MAD'ın Ömer Abed Han'daki çalışma ortamını analiz ettik, artılarını eksilerini değerlendirdik. Mekânsal kurguyu bu verilerle Yaşar Adanalı’nın yönetiminde oluşturduk.

Postane'nin tasarım ve uygulama süreci artıklarımızı yeniden kullanmayı ve dönüştürmeyi içeriyor. Binanın onarıcı bir mekân olmasını istiyoruz dedik, burada hem sosyal hem çevresel anlamı kastediyoruz, sosyal ilişkileri onaran, ortaklık algısı üzerine kurulu, onu besleyen, bulunduğu çevrenin parçası olan, sokağa karşısındaki çeşme gibi cömert duran, yenebilir bahçesiyle, binadaki mobilya ve malzeme fazlasını yeniden kullanmasıyla, mutfak ve ofis atığını toprak üretmek, toprağı beslemek için dönüştüren kompostuyla, yağmur suyunu terasta yeniden kullanan toplama, depolama ve sulama sistemiyle.

Her mekânda en temel ihtiyacı karşılayan öz dokunuşu yapıp mekânın potansiyelini ortaya çıkarmak istedik, fazla tasarımdan ve biçimsellikten kaçındık. Bu temel dokunuşlar; giriş katta Ekin Kano’nun açık çağrı sonucu seçilen, scagliola restorasyon tekniğini kullanan duvar resmi, Kütüphane ve çalışma katında kütüphane, Hol katında perdeler, Teras bahçesinde ise toprağın kendisi. Üretilen detaylar her şeyin birden fazla işe yaraması prensibi üzerine kurulu ve bu hem alanı hem malzemeyi verimli kullanmayı sağlıyor. Bakımı yapılabilir, parçası değiştirilebilir, kendi kendi kendimize sürdürebileceğimiz malzeme kullanımı olsun istedim. 

Kütüphane'de duvar(lar) yapmak yerine, kütüphaneyi ahşap bir yarı bölücü ve mekânı tanımlayıcı elemana dönüştürdük. K. Mehmet Kentel kütüphaneye 'Yerimizin Eleştirel Tarihi Üzerine Bakma Önerileri' adında bir müdahale yaptı. 19. yy altyapı haritalarından, coğrafi eşitsizliklerin nasıl düşünülebileceği üzerine okuma önerilerine ve bir sesli kayıtla, Postane’nin zaman ve mekândaki “yerine,” Beyoğlu’nun katmanlı ve bağlantılı tarihine eleştirel bir yaklaşım için “bakması” ilham verebilecek şeylere dair bir derleme sundu. Bu benim mimari ile ilgili yaklaşımımla o kadar yan yana gidiyor ki!

Binanın ahşap tamir ve bakım işi yapılırken kütüphane katında mevcut maun parke döşemeyi kaldırdığımızda orijinal ahşap döşemeyi bulduk. Bakım onarım yapıldıktan sonra orijinal döşemenin ancak 1/3'ünün kullanılabilir durumda olduğunu fark ettik. Yeni aldığımız ahşap döşeme ile eksik yerleri tamamladık. Kütüphaneden kaldırdığımız maun parkeyi ise teras bahçesine çıkardık, bunlardan toprak ve bitki yataklarını ürettik. Aynı prensiple binadaki mevcut masaları toplantı odası ve teras bahçesine yerleştirmek üzere dönüştürdük, teras döşemesinin seramik firesini bazı masaları yeniden kaplamak için kullandık. Önceki kullanıcıdan kalan raflarla geçici fideleme sistemimizi ürettik.

Yaşar Adanalı hep “Galata’da olup terasını bahçe olarak tutabilmek, etrafında bir kamusallık yaratabilmek önemli” der. Bunu ben de çok önemsiyorum. Bir de binaların teras bahçeleri bana hep 'göğerme' fiilini/kavramını anımsatır. Bizim köyde kullanılan biçimi bir ağacın yeşermesini, bir şeyin göğe ermesini anlatır. Kentte teras bahçesinin göğe ermesi herhalde atmosferi ve ötesini kasteder diye düşündüm, zira orada güneş panelleri de olur, uydu antenleri de. Bahçe kosmosa uzanıyor mudur? Bahçeye ekilen atalık tohumların, İstanbul'a özgü bitkilerin nerelerden geldiğini, nasıl seçildiğini anlatmam çok daha uzun sürer, bahçecilerimiz İyi Ekim’le bir mülakat öneririm orada ama benim özendiğim, önemsediğim şeyleri sayayım. Yağmur suyu toplama, arıtma ve sulama sistemi; solucan, bokaşi ve soğuk kompost sisteminin çalışması ve toprak üretimine katkısı; çeşitli ekim dikim yöntemlerini test etmek, velhasıl solucanlar, kumrular, martılar, kelebekler, tırtıllar, hodan, mor salkım, ay çiçeği, güneş saati, kuş yuvaları, ayurveda seramikleri, coğrafya ve kosmos Postane Bahçe'nin üretici failleridir. Aklımda Hong Kong'da yaşadığım dönemden kalan iki şey vardı. Biri kamusal parklarda bulunan ayurveda seramiklerini Postane'ye getirmek, diğeri midye kabuğu ve pirinç kullanılarak üretilen bir malzeme ile sucul bitkiler yatağını yapmak.

Aslı Özdoyuran'ın açık çağrıya başvurusunda önerdiği malzeme ve koruma-çevre sorusuna yaklaşımı aklımız kalmıştı. Başvuruda yer alan midye-taşı, Roma, Bizans ve Osmanlı’da, İstanbul ve etrafında yapı amaçlı kullanılan bir fosil-taş. Bu taşın midyelerin fosilleşmesiyle oluştuğunu ve Trakya’nın su olduğu bir zamana işaret ettiğini söyler, Aslı. “Midye taşı bir yandan suyun hafızasını taşıyan, diğer yandan şehrin kaydını tutan bir malzemeye dönüşürken, muhafaza etme meselesinin güncelle ilişkisini düşündürür. Doğanın en yavaş süreçlerinden biri olan fosilleşmeyle şahit olmayı, hayatta kalmayı dener, Postane için yaşayan bir hafıza olmaya çalışır.”

Hol katında ise arayışımız perdelerle alt mekânlar tanımlama şansı üzerindendi. Bir labirent gibi birbiri içine dönen perdeler iç mekânı geçici olarak türetme potansiyelini ortaya koyar!

Tasarım ve uygulama sürecinde özellikle dikkate aldığın(ız) unsurlar neler oldu? 

İyi usta mimarın deneyimini ilerletiyor, gereksiz malzeme kullanmasına, detay üretmesine engel oluyor. Aynı hassasiyetleri taşıyan ustadan o kadar çok şey öğreniliyor ki. Seramik fireden masa kaplamalarını mukarnas ustası Fevzi Usta ile yaptık mesela. Süreçte uzun süre birlikte çalıştığım ustalarımızla arkadaş olduk. Pek çok noktada neden çizim yapıyorum ki, yerinde karar verip uygulamak yetiyor dedim. Zaten çizim yapmak anlaşmakta çok da işe yaramayabiliyor, sonunda yerinde malzeme ile 1:1 model yapar buluyorsun kendini. Buna ek olarak, adaptasyon projesini çalışırken her mekânı en verimli şekilde kullanmak için milimetrik hesap yaptık, zira bina ihtiyacın 0.8’ini karşılıyordu. Bunu yaparken masa patronlarını zemine yerleştirirken buluyorsun kendini. Aynı şekilde Hol'de perdelerin tavandaki hizasını yere bant çekerek test ettik. Mevcut binada çalışmanın en büyük faydası bu olabilir aslında, uygulamadan önce yerinde görme, deneme fırsatı! Her şeyi yerine göre yapma, üretim süresine sadık kalma ve ulaşmak istediklerinizden mümkün olduğunca vazgeçmeme epey stresli olabiliyor. 

Buraya kadar anlatırken pürüzsüz ve problemsiz ilerleyen bir süreçten bahsettiğim düşünülmesin. Ortaklaşmak çoğulcu yaklaşmak kolay iş değil. Mimar için kolay değil ve benim için özellikle zor bir süreç oldu bu anlamda. Öğreneceğim çok şey var ve başarılı oldum mu bilmiyorum.

Bir de ekonomik durum var…Postane binası bir sosyal girişim olarak işletilen bir bina. Dayanışma ekonomisi temelli bir iş modelini benimsemiş. Binadaki hizmet ve programlar kurumsal aktörler için farklı, kaynağı olan sosyal girişim ve STK'lar için farklı fiyatlandırılıyor. Öğrenci, aktivist, sivil inisiyatifler gibi gruplar için tamamen ücretsiz. Amaç binanın geliriyle gideriyle kendi döngüsel ekonomisini oluşturması, kendi kendini idare etmesi. Dolayısıyla yapmak istediklerimizi elimizden gelen en iyi şekilde yapmaya çalışırken, mümkün olan en hızlı şekilde de kullanılmaya başlaması beklenen, şehrin en pahalı yerlerinden birinde, bekledikçe işletmeye zarar ettiren bir binada çalışıyoruz. Bu yüzden uygulama sürecini binanın yavaş yavaş kullanılmaya başlamasını da sağlayacak şekilde aşamalandırdık. Teras bahçeden başladık. Hem ekilen biçilen yerin 2021 yazına hazır olmasını istediğimiz için hem de salgın döneminde açık alan olarak en çok kullanılacağını düşündüğümüz mekân olduğu için Mart ayında terası ekime hazır ettik. Bunun dışındaki işlerini zamana bıraktık. Aynı şekilde, örneğin kapalı etkinlik mekânı olan Hol'ün kullanımında salgın nedeniyle kapasite ve kontrol kısıtları olabileceği tahminiyle buranın üretimini en sona bıraktık. 

Binada çok şey hala devam ediyor bu yüzden, terasta parmaklıklar tarafındaki düşey bahçe ve damlalıklı sulama sistemi, kendini sulayan fideleme dolabımız, kumrularımızın yuvaları eksik, solucan evini yeniden yapmam gerekiyor, ayurveda taşlarımın ilk denemesi olmadı ikinci denemeye başlayacağım. Hol’de perdelerin baskılarını tamamlamamız gerekiyor. En başta binanın eski ve yeni neredeyse tüm fotoğrafları Galata kulesinden demiştim, terasta Postane’yi imleyen bir sanatçı işi akıllarda. Umarım, yakında.

Gezerken pek çok noktada çok basit görünen incelikli detaylar dikkatimi çekti. Bu bana basit, sade olan güzeldir duygusu verdi... Bunu nasıl yakaladınız? 

Daha önce söylediğim gibi ana yaklaşım aslında her mekân için en temel dokunuşu yapıp aşırı tasarımdan kaçınmak. Bir şey nasılsa öyle yaklaşmak, fazlasıymış gibi göstermeye çalışmamak. Dışarıda gözümüzü yoran çok şey var, gereksiz gözümüzü yormamak gibi, aslında çok da kişisel motivasyonlarım var. Asıl önemlisi tabi kullanıcıyı akılda tutmak. Tasarımcı ile kullanıcı arasındaki hattı artiküle etmek. Her şeyi yerine göre sabitlersek kullanıcının kendisine aitleştireceği bir mekân fırsatını kaçırmış oluruz.

Kullanıcıların ve ziyaretçilerin mekânın tasarımından kaynaklı nasıl bir kullanım deneyimi yaşamasını istersin?

Postane’yi Türkiye dışında anlatırken popüler ‘decolonization’ sorusunu alıyorum. İngilizlerin kolonileştirme tarihine bir yaklaşım geliştirmeden binayı nasıl kullanabilirsiniz gibi detaylandırılan bir soru. Bu çok ikircikli bir konu ama özünde burada bundan bahsetmemin sebebi şu: Eski İngiliz Postanesi’ni bir çeşit kültür merkezine, bir çeşit sosyal merkeze, kentte yaşama ve üretme olasılıklarından birinin mekânlaştırıldığı bir yer haline getirmenin, çeşitli kapsamlarda ve profillerde üreticilerinin ve kullanıcılarının binayı kendisinin haline getirmesinin kendisi bir ‘decolonization’ yöntemidir. Kullanıcıların bizim onarım ve adaptasyon sürecinde programa ve binaya gösterdiğimiz ihtimamı göstermelerini, birbirlerine ve çevreleyen ortama özenmelerini dilerim. Bu ancak bir dilek olabilir tabi.

Röportaj: Bahar Turkay

 

 

#Galata #İngilizPostanesi #MerveBedir #röportaj


Sayfanın Başına Dön