ŞEHİRLERE HARİTA MERCEĞİNDEN BAKIŞ
ŞEHİRLERE HARİTA MERCEĞİNDEN BAKIŞ
ŞEHİRLERE HARİTA MERCEĞİNDEN BAKIŞ
ŞEHİRLERE HARİTA MERCEĞİNDEN BAKIŞ
ŞEHİRLERE HARİTA MERCEĞİNDEN BAKIŞ
ŞEHİRLERE HARİTA MERCEĞİNDEN BAKIŞ
ŞEHİRLERE HARİTA MERCEĞİNDEN BAKIŞ
ŞEHİRLERE HARİTA MERCEĞİNDEN BAKIŞ
ŞEHİRLERE HARİTA MERCEĞİNDEN BAKIŞ
ŞEHİRLERE HARİTA MERCEĞİNDEN BAKIŞ

ŞEHİRLERE HARİTA MERCEĞİNDEN BAKIŞ

MİMARİ   17.04.2021

Kadir Has Üniversitesi'nde yer alan İstanbul Çalışmaları Araştırma Merkezi kurulduğu günden bu yana kent üzerine önemli araştırmalar ve haritalama projeleri gerçekleştiriyor. Bu projelerin ve haritalama süreçlerinin detaylarını, verilerin ve veri görselleştirmenin anlamını, kentin sokakları arasından geçerek, merkezin müdürü, akademisyen Prof. Dr. Murat Güvenç ile konuştuk.

İstanbul Çalışmaları Araştırma Merkezi nasıl kuruldu ve yürütülen çalışmaların kapsamında hangi konular yer alıyor? 

Merkez, Kadir Has Üniversitesi’nde 2007 yılından beri var. Bense 2014 yılında geldim ve 7 yıldır da başkanlığını yürütüyorum. Merkez daha çok etnografik ve kalitatif çalışmalar yapmak üzere kurulmuş, ancak çalışma alanı ‘İstanbul’a ait olan her şeyi’. Esas itibariyle, Türkiye ve yurtdışındaki ülkelerden İstanbul üzerine doktora ve doktora üstü çalışmalar yapan öğrencilerin gelip çalışabilecekleri bir Merkez olarak düşünülmüş. Funda Dönmez Ferhanoğlu Merkez’in koordinatörü.

Göreve geldikten yaklaşık 1 sene sonra İstanbul95 projesi başladı. Hollanda’dan Bernard Van Leer Vakfı’nın desteği, Tesev ile işbirliğinde gerçekleşti. Yenilikçi boyutlar ve neticesini kestiremediğimiz riskler içeren heyecan verici bir projeydi.  İstanbul’da çocukların hangi mahallelerde yoğunlaştığını, ikincisi de bu mahallelerde gelir düzeyini sergilemek gerekiyordu.  Çocuklara ilişkin bilgi vardı ancak mahallelerin gelir düzeyi verisine ulaşmak çok zordu. O neden gelir/servet düzeyini İstanbul’daki 100 bin sokakta emlak vergisine esas oluşturan rayiç bedeller üzerinden kestirmeye çalıştık. Daha sonra bu iki harita üzerinden demografik yapıyı gelir düzeyi ile ilişkilendiren bir sentez haritası ürettik. Üretilmesi uzun zaman alan bu harita Tesev’de belediye hizmetleri, kreşler, parklar, kadın sığınma evleri, sosyal yardım verileriyle ilişkilendirildi. Uygulamada başarılı bulunan bu yaklaşım İzmir ve Gaziantep örneklerine yaygınlaştırıldı.  Kent95 adlı yeni siteden bu haritalara erişmek mümkün oluyor.  (bkz. harita.kent95.org)

Bu web sitesi bu alana yönelik ilgiyi arttırdı.  Geçtiğimiz yıl Ankara Belediyesi, bu kez kadınlarla ilgili olarak buna benzer bir çalışma istedi. Mor Haritam isimli bu proje İsveç Uluslararası Kalkınma İşbirliği Ajansı (SIDA) ve BM Kadın Birimi UN Women desteği ile gerçekleşti.  (bkz: morharitam.ankara.bel.tr).

Zaman geçtikçe bizim harita yapma becerilerimiz artıyor ve buna benzer teklifler alıyoruz. Merkezde biri bitirilmiş ancak uygulanmamış, diğeri bitmiş ancak yayıncı desteği bekleyen iki işimiz var. İlki önceki Belediye’nin kurmak istediği Tünel müzesi için yapıldı. Ancak belediye yönetiminin değişmesi nedeniyle uygulama şansını yitirdi. Bu proje için hazırlanan web sorgulanabilir haritalarında Tünel kurulduktan sonra, iki istasyon çevresindeki konut işyeri ve toplumsal profil değişim izlenebiliyor. Merkezin kendi kaynaklarıyla gerçekleştirilen ikinci projede 1927 yılında İstanbul’un tüm sokaklarında arazi kullanımı, işlev ve yapı stok profilini sergileyen çok özgün bir veri seti haritalandı.  Harita Pervititch haritasından daha geniş bir alana sokak peyzajı farklılaşmasını sergileyen bu ayrıntılı harita halen yayıncısını bekliyor.

Bir araştırma merkezini başlatmak piramit inşaatına benzetilebilir.  İlk projeyi izleyen işler görece daha kolay gerçekleşebilir. Bir şehir araştırmaları merkezi kurmak demek, çok emek ve zaman gerektiriyor.

Haritalama projelerinin tılsımı bir taraftan bir kaynakça oluşturması, geçmişe ve bugüne ait birçok veriyi kayıt altına alması, bir yandan da geleceğe dair geliştirilecek stratejiler ve alınacak kararlar için de önemli bir temel oluşturması. Dolayısıyla hem tarihsel bağlamda, hem bugün ve de gelecek için önemli. Sizce harita nasıl bir kaynak?

Haritalar röntgen gibi aslında. Okumayı bilmeyen biri için röntgen bir anlam ifade etmeyebilir ama bir doktor veya uzman baktığı zaman hastanın bütün yaşam öyküsünü okuyabilir. Bu nedenle haritalar esnek okumalara elverişli olmalı ve farklı araştırma sorularını yanıtlayabilmeli. Harita, Türkiye’de halen çok da önemsenmeyen yapımı ve anlamlandırması zor bir ürün. Ancak değişeceğini sanıyorum. Her şeye rağmen zor ve zahmetli bir alanda çalıştığımız söylenebilir. Harita projelerinin hem zorlukları hem de çok büyük avantajları var. Bir resim bin kelimeye bedel derler. Genellikle insanlar haritanın zaten ortada olan, teknik bir şey olduğunu düşünür. Oysa haritacılık yaratıcılık gerektiren emek yoğun bir alan. Uygun grafik dili geliştirmek,  uzun zaman alıyor.

 Bir harita çizildiği, ortaya konduğu zaman, içinde yer alan bütün öğelerin kendi aralarındaki ilişkiyi görselleştirmiş oluyor. Yani o haritayı oluşturan her şeyi, ön, arka, karşılık, komşuluk, uzaklık gibi bütünsel bağlamlarda görsel olarak sunulabiliyoruz. Dolayısıyla harita ilişkisel bir veri ortaya çıkarıyor. O nedenle de ilişkisel bir ontolojiyle çalışmayı gerektiriyor. Bu ise tözel ontolojiden farklı yeni bir alan.

Ne yazık ki halen içinde bulunduğumuz kültürel alanda, haritalar, resimler ve fotoğraflar bir tür ‘kenar süsü’ gibi…. Tıpkı eski kitaplarda ‘ekler’ bölümüne atılmış resimler, çizelgeler gibi. Uzun yıllar boyunca resim, çizim ve haritanın bir iletişim ve analiz aracı olabileceği teslim edilemedi.  Görsel malzeme anlatıyı “süsleyen”, tamamlayan, ancak “olacaksa en sonda olmalı’ şeklinde değerlendirildi.

Halbuki harita kesinlikle böyle bir şey değil. Örneğin Kent95 projesinde kullandığımız veriler yıllardır ortada ancak haritalandıklarında yepyeni anlamlar kazandılar.

Benzer bir durum Mor Haritam projesinde ortaya çıktı    Özellikle kadın çalışmaları yapan örgütler ve belediyeler tarafından çok iyi karşılandı. Şimdi benzerlerini başka alanlarda, başka şekillerde yapacağız.

Uzmanların yanı sıra, kentte yaşayanlar için bu haritalar erişilebilir durumda mı? Kentliler bu araştırmalara nasıl ulaşabilir ve ne şekilde faydalanabilir?

Erişim bakımından bir problem yok. Burada önemli olan şu ki bunlar yurttaşlık bilinciyle beraber kullanılabilecek araçlar. O nedenle de harita okuryazarlığı geliştikçe bu araçlara olan ilginin de artacağını umuyoruz. Şu anda haritalarımıza cep telefonlarından bile erişilebiliyor. Yavaş yavaş belediyelerin ve sivil toplum örgütlerinin bu haritaları kullandığını, baş referansları olarak paylaştıklarını söyleyebiliriz. Zaman içinde kullanım alanları daha da artacak, arttıkça da başka harita çalışmaları için talep oluşacak. Bugün Avrupa şehirlerinde ‘benzer’ veri platformları kuruluyor. Kent sakinleri sorgulanabilir elektronik kent atlaslarında seçtikleri tema ve ölçekte güncel haritalara erişebiliyorlar.  Bu gerçekten çok önemli. 1960-70lerde İstanbul’un nüfusu 1,6 milyondu. Bugün ise 16 milyon. Eskiden Çamlıca’dan bakıldığında Boğaz’ı, Bakırköy’e kadar olan bölgeyi, Haliç’in derinliklerini görebiliyordunuz.  O yıllarda şehirliler içinde yaşadıkları bağlamı eskiden zihinlerinde şekillendirebiliyorlardı.  Günümüzün 16-18 milyonluk kentinde bu artık olanaksız. O zaman şehirli olmanın, İstanbullu olmanın ne anlama geldiği de belirsizleşiyor. İstanbul’da yaşıyorsun ama yaşadığın yer bir ülke ölçeğinde 200 km uzunluğunda, 50 km genişliğinde bir alan… Haritasının yapılması bile insanın zihinsel kapasitesinin çok ötesine geçiyor. Bu konuda yeni teknolojilerin yardımı gerekiyor. Bruno Latour dediği gibi; ‘her şey bizim bedenimize göre ya çok büyük ya çok küçük’. Bu nedenle çok büyük ve küçük varlıkları A4 kağıdında temsil edebilen teknolojilere ihtiyaç var. Biz de tam bununla uğraşıyoruz. Bu araçlar olmadan ve böyle teknolojiler kullanılmadan çağdaş kentleri kavramak çok zor.

Farklı haritalama yöntemlerinden bahseder misiniz? 

‘Animated maps’ dediğimiz hareketli haritalar var artık. Ayrıca ‘mental maps’ başlığı altında zihinsel haritalama yöntemleri var ki bu kapsamda psikolojik algı haritaları da yapılabiliyor. Bunlar yanında ‘interaktif’ haritalar, kullanıcıya yalnızca haritacı tarafından sunulan kadarını değil, kendi sorusuna uygun harita yapabilme imkânı sunuyor.  Bilgisayar ortamına geçişle birlikte, okullarda görmeye alışık olduğumuz duvardaki analog harita, sayısal haritaya dönüştü. Sayısal harita sanal bir ortamda üretildiği için, sürekli gelişmeye ve güncellemeye elverişli bir format. Bu analog tabldot haritacılıktan, esnek, deyim yerindeyse à la carte haritacılığa geçiş imkanı sağlayan bir devrim.

İstanbul üzerine yaptığınız bunca araştırma, çalışma ve haritalama projeleri sonucu bu kente dair sizi şaşırtan bir veri oldu mu?

Şehirle ilgili çalışmak, toplumu anlamak için önemli. Şehir fiziksel olarak kendi başına çok anlamlı değil. Ancak insanlar üzerinden anlam kazanıyor. Mevki olarak çok önemli olmasa da, insanlar orayı kullandığında önemli hale geliyor. Pandemi süresince olduğu gibi örneğin, insanlar gidemediğinde mekânlar birer mevkiye dönüşüyor.  Ancak insanlar doldurduklarında orası bir ‘yer’ haline geliyor.

Bu sürecin tam nasıl olduğuna dair kodlar ve terimler henüz belirlenmiş değil. Şehir dediğimiz şeyi yeni yeni anlamaya başlıyoruz ve şehir hakkında bildiğimiz hemen hemen her şey de yeni kuramlarla çöpe atılmış durumda. Şehir çok kompleks bir yapı. Hatta insanların ürettiği en karmaşık işlerden biri. Hele beden ile şehir ilişkisini birlikte düşünmek ve bunu modellemeye çalışmak halihazırda çok zor. İnsanın bedeniyle şehir içinde kurduğu etkileşim heyecan verici…

İnsanın bedenini kontrol etme yeteneği çok yüksek. İnsan bir başkasıyla karşılaştığında onun bedenini rahatsız etmeyecek kadar uzaktan veya rahatsız edecek kadar yakınından geçebilir. Normal koşullarda hem insanlardan kaçmadan, hem o insanları rahatsız etmeden, çok küçük mekânlarda binlerce kişinin var olabilmesi ve hareket etmesi mümkün. Otomobil, tramvay, tünel bu özelliğe sahip değil. O yüzden, ‘yer’lerin tılsımları, onları ‘yer’ yapan şey, hep bu küçük, bedensel, teatral hareketler. Buna ‘choreography of urban existence’ deniyor. İnsanların kentteki davranışları bir çeşit koreografi, bir tür bale gibi. Bu bale, eğitimi çocuklukta başlıyor. İnsanlar şehirde nasıl davranmaları gerektiğini annelerinden öğreniyorlar. Çocuğun metroya bindiğinde yanındakilerle aynı koltuğu paylaşıp, aynı zamanda onlarla bedensel ilişki kurmamayı öğrenmesi gerekiyor.  Modernitenin öğretisindeki şehirde buna gerek yoktu.  Şehir, tiyatrodaki dekor gibi arka planda duruyor ve insanlar onun önünde etkileşiyorlardı. Şehir bu bağlamda oyuna anlam katan ancak pasif bir arka plandı. Oysa yeni kuramlarda şehir ile insanı birbirinden bu şekilde ayıramıyorsun. Şehir insanı yaratıyor, insan şehirde oluşuyor.

Şehirle ilgili sosyal haritalar ürettiğinde ve tarihsel bir çerçevede çalıştığında ortaya çıkan veri çok değerli. İstanbul 1,6 milyon iken şimdi 16 milyona gelmiş, yani 10 misli büyümüş, buraya pek çok kişi göç etmiş, bir sürü insan burada doğmuş, bir sürü insan da burada ölmüş, bazıları geldiği yere dönmüş, birçok insan buradan başka yerlere gitmiş… Ama 1980li-90lı yılların haritasına baktığında bu şehrin sosyal yapısını hala tanıyorsun. İnanılmaz bir süreklilik var ve bu şehirdeki sürekliliklerin saptanması bana çok önemli geliyor bana. Şehri anlamak için bu süreklilikler izlenmeli. Eğer şehir hakkında fikirlerimiz varsa, bunları ancak süreklilikler üzerinden anlayabiliriz. Örneğin bu kocaman şehirde, doktora yapmış insanların %60’ı, nüfusun sadece %5’inden azının yaşadığı yerlerde toplanmış durumda. Ya da kenti boydan boya geçen E5 yoluyla deniz arasında oturanların sosyal profili ile, E5’in diğer tarafında oturanlarınki arasında çok büyük farklılıklar var. Yani E5’in altı ve üstü olmak üzere iki İstanbul var. Açıklanabilir bir iki istisna dışında bunun en rahat gözlemlenebileceği yerlerden biri Şirinevler ve Ataköy arasındaki fark. Oradaki köprünün Şirinevler tarafına gittiğinizde bir dünya var, Ataköy tarafında ise bambaşka bir dünya. Kadıköy’de de aynı durum söz konusu. Bu eskiden de böyleydi, bugün de böyle. Tüm bu veriler kentle ilgili önemli şeyler söylüyor.

İstanbul’ fokur fokur kaynayan bir kazan, bir mekânsal etkileşim ortamı olarak düşünülebilir. Çünkü insanlar sürekli bir yerden bir yere hareket ediyorlar, taşınıyorlar. İstanbul’un kendi içindeki hane halklarının yer değiştirmesi, Türkiye’nin kır-kent göçü kadar önemli. Kırdan kente kaç kişi göçüyorsa, İstanbul’da da o kadar çok kişi bir yerden bir yere taşınıyor. Çalışmalarımızda bunu gördük. Buna rağmen Kadıköy’ün, Moda’nın, Suadiye’nin, Şişli’nin, Nişantaşı’nın, Bebek’in, Taksim’in, Gümüşsuyu’nun, Ataköy’ün nitelikleri kimliği zaman içinde karalı kalıyor.  Yerler, kendi yerel kimliklerini, değişime rağmen koruyorlar. İstanbul Tasarım Bienali’nde, İstanbul Modern’deki Emre Arolat’ın küratörlüğünü yaptığı Müsibet sergisi kapsamında ‘Komşularımız Nereden Gelmiş, Nereye Gitmiş’ başlıklı bir haritalama işimizde bu açıkça izlenebiliyordu. Sözgelimi Beşiktaş’ta oturanlar taşındıklarında ağırlıkla ilçe içinde kalıyor ya da Kadıköy ve Sarıyer’e gittikleri izlenebiliyordu. Kadıköy de oturanlar için de benzer bir örüntü vardı. Kadıköy ve Beşiktaş’ın toplumsal profillerinin benzerliği nedeniyle bu süreçte taşınan komşumuz adeta bir benzeriyle yer değiştiriyor yerel kimlik kararlı kalıyordu. Yerel kimliklerin oluşumu ve sürekliliği üzerine çalışılması gereken, çok etkileyici işaretler içeren ve toplumsallığın nasıl kurulduğunu anlatan çok değerli göstergeler.

#İstanbulÇalışmalarıAraştırmaMerkezi #KadirHasÜniversitesi #MuratGüvenç #harita #kent #İstanbul #röportaj


Sayfanın Başına Dön