‘SICK ARCHITECTURE’; MİMARİ VE ‘HASTALIK’ İLİŞKİSİ ÜZERİNE BİR PROJE
‘SICK ARCHITECTURE’; MİMARİ VE ‘HASTALIK’ İLİŞKİSİ ÜZERİNE BİR PROJE

‘SICK ARCHITECTURE’; MİMARİ VE ‘HASTALIK’ İLİŞKİSİ ÜZERİNE BİR PROJE

MİMARİ   1.12.2020

Princeton Üniversitesi ‘Mimarlık Tarihi ve Teorisi’ yüksek lisans programı ile e-flux architecture işbirliğinde gerçekleştirilen ‘Sick Architecture’ programı, aslen üniversitenin 2019 Güz döneminde düzenlenen bir dizi seminerle başladı. Şu anda yayınlanan makaleler ve seminerlerle devam eden proje kapsamında, 2021 yılında bir sergi yapılması planlanıyor. Princeton Üniversitesi’nden Beatriz Colomina ve Iván López Munuera ile e-flux architecture’dan da Nick Axel ve Nikolaus Hirsch yürütücülüğündeki programın metni şu cümleyle başlıyor; ‘mimarisi olmayan hastalık ve hastalığın olmadığı bir mimari söz konusu değil’.

Pandemiye etki eden ve pandeminin yarattığı koşullar üzerinden, mimari ve hastalık ilişkisiyle ilgili olarak, ‘Sick Architecture’ editörlerinden Iván López Munuera ile konuştuk. Eleştirmen ve küratör Munuera, çalışmalarını modern zamanlarda ve küresel ölçekteki kültür, teknoloji, politika ve bedensel uygulamaların kesişme alanları üzerine yürütüyor. Aynı zamanda 2015 yılından bu yana Princeton Üniversitesi’nde HIV/AIDS mimarisi üzerine tezini geliştiriyor.

Pandemiyle karşı karşıya kaldıktan sonra ve bugünün koşulları altında, kentteki ya da kırsaldaki yaşam şeklimizle ilgli gözden geçirmemiz gereken en kritik mesele nedir?

Bu sorunun cevabını, Dünya Günü (Earth Day) kutlamaları için, Andres Jaque (Office for Political Innovation) ile yaptığımız ‘The Transscalar Architecture of COVID-19’ filmiyle keşfettim. COVID-19 dünya çapında maddi, ilişkisel ve performatif dönüşümleri tetikledi. İklim krizi, türlerin yerinden edilmesi, insan ve insan olmayanlara ait habitatlarının yok edilmesi, salgınların giderek hızlandığının habercisiydi.

COVID-19 dünyanın her yerinde meydana gelmesine rağmen küresel bir kriz olmadı. Ulusların, insan ve insan dışı varlıkları farklı şekillerde etkileyen,  eşit olmayan bir güç dengesi var. Ve dolayısıyla sosyo-ekonomik koşullar koronavirüs ve yarattığı tepkinin farklı topluluklar tarafından benimsenme şeklini etkiliyor. Sonuçta, evrensel düzeyde bir sağlık hizmetine erişimi olan insanları, kaynak yoksunluğu içinde olanlarla aynı şekilde etkilemiyor.

Mimarlık böylelikle, sahip olduğu geleneksel alanı aşan bir dizi ekonomik, sosyal, kültürel ve ekolojik soruyu içine alan genişletilmiş bir mekânsal pratik halini alıyor.

‘Mimarlık’ ve ‘hastalık’ arasındaki ilişkiyi nasıl tanımlıyorsun? ‘Sick Architecture’ projesi ile ilgili metinde, ‘mimarinin kendisinin hasta olduğu, dolayısıyla hastalık ve mimarinin birbirinden ayrılamayacağı’ söyleniyor. Bu ne anlama geliyor?

‘Sick Architecture’ projesi Princeton Üniversitesi’nde Beatriz Colomina ile verdiğimiz bir dizi seminer olarak başladı. Ardından, e-flux’tan Nikolaus Hirsch ve Nick Axel ile yaptığımız bir görüşmelar sonrasında hastalıkların mimari boyutlarını genel olarak ele alacak bir proje olmasına karar verdik.

Bana göre içinde bulunduğumuz epidemi durumu yalnızca mimarlığın değil, insan vücudunun alanını da genişletiyor. COVID-19 sağlıklı bir bedenin ne demek olduğunu yeniden tarif ediyor ve insan ile insan olmayanların -bu durumda virüsün- öldürücü olmadan bir arada bulunmalarının  yollarını tanımlıyor. İnsanların salgın hastalıklarla birlikte varolmak ve patojenik çevrede yaşama stratejileri geliştirmek için sahip oldukları başka geleneksel yöntemler olduğunu dikkate almak durumundayız.  Konu üzerinden yapılan konuşmalar antikor testinin önemine doğru kayarken, bağışıklık sistemi baskılanan insanlar, marjinal topluluklar ve diğer bireyler için yeni sorunlar ortaya çıkıyor. Bu durum vatandaşlığın tanımını değiştirebilir. Sağlıklı bir bedenin ne olduğuna dair birbirinden farklı anlayışlar söz konusuyken, biz sağlıklı olmayan bedenlerle, hastalıkla, salgınla bir arada yaşamanın yollarını bulmalıyız. Aksi halde esas olarak vatandaşlığın ve vatandaş olma hakkının farklı seviyelerini tanımlıyoruz demektir.

Modern mimarlık acil durumlar karşısında ortaya koyduğu tepkiyi nasıl değerlendiriyorsun?

Bu soru çok önemli. COVID-19'un bölgesel anlamdaki bölünmeleri, göç ve sığınma koşullarını, eski ve yeni sömürgecilik geometrilerini, vergi adaletini, sağlık hizmetlerine erişimi, ırkçılık ve yabancı düşmanlığını, savaş retoriğini, gözetleme sistemlerini, kentsel altyapıları, kamusal alanları ve sınırları, ama aynı zamanda işbirliğini, yaratıcılığı, bir aradalığı ve ortaya çıkan birliktelik biçimlerini nasıl sorguladığını gördük. 

Mimarlık için ortaya atılacak son iddia; daha geniş coğrafyalarla nasıl sorumlu bir şekilde ilişki kuracağı, kaynakların nasıl çıkarıldığı, diğer kentsel ve kırsal alanlarla ilişki kurmanın ne olduğu, hangi ekonomik, politik ve ideolojik sistemlerin oyunun içinde yer aldığı ve mimarinin diğer topluluklara ne sağladığı soruları üzerinden olmalı.

Sence bu farkındalığımız ve olası eylemlerimiz insanlığın gezegendeki varlığı anlamında bir paradigma değişikliği yaratacak mı?

Kesinlikle… Andrea Bagnato ile birlikte geliştirdiğimiz ve önümüzdeki yıl açılacak olan sergi projemizde tam olarak bunun üzerine çalışıyoruz. Bu projede, çevresel şiddetin salgını ortaya çıkarak koşulları nasıl arttırdığını gösteriyoruz. Çin’de ve özellikle Wuhan’da konu gerçekte pazarlar ve belirgin hayvan tüketim gelenekleriyle (ve ardından medyanın yansıttığı yabancı düşmanı tanımlamalarla) ilgili olmaktan ziyade, ormanlık alanları yoketmeyle, kentleşmeyle, yaşam alanlarının yok edilmesiyle ve tüm bunların hastalıkların türler arasında sıçramasına neden olmasıyla ilgili. Bu yalnızca Çin’de değil, dünyanın her yerinde meydana geliyor.

Aynı zamanda ulus devletlerle medyanın dışlayıcı politika ve ideolojilerin altında yatan, ‘Batı’ zihniyetindeki ‘öteki’ne yönelik yaygın anlatıları da COVID-19 ile birlikte gözlemlemiş olduk.  Dahası bu kriz ‘uzman’ tanımına meydan okudu ve komploları ateşledi. Tüm bunlara ek olarak, koronavirüsün dünyayla olan her türlü ilişkiyi düzenlediği fikrine karşı da ihtiyatlı olmalıyız. İnsanların evlerine çekilmesi sonucu kentsel alandaki yerlerini geri alan hayvanların görüntüleriyle –ki bir çoğu sahte-, dünyanın dört bir yanında plajları kaplayan tek kullanımlık maske görüntüleri bir arada…

Evlerimizde hapsedilme anı, kapitalist üretim sisteminin hâlâ büyük ölçüde belirli kaynakların tüketimine dayandığını bize gösterdiği ölçüde, doğanın kendi kendini onarmasına izin vermiyor. Aynı zamanda ev yine, bir evi karşılayamayacak durumda olan insanları ve evi bir ayrışma alanı olarak görenleri -aile içi şiddet mağdurları gibi- dışlayan, heteronormatif bir anlatıyla inşa ediliyor.

Röportaj: Bahar Turkay

#mimari #pandemi #hastalık #Princeton University #eflux architecture #Iván López Munuera


Sayfanın Başına Dön