ŞİLİ DOĞASINDAN TASARIMA: ALEJANDRO ARAVENA
ŞİLİ DOĞASINDAN TASARIMA: ALEJANDRO ARAVENA

ŞİLİ DOĞASINDAN TASARIMA: ALEJANDRO ARAVENA

MİMARİ   30.11.2020

Konuğumuz, son dönemde Şili’den adını dünyaya duyuran bir mimar. Yaptığı sosyal projelerinden Chairless sandalyesine, farklı bir tasarım anlayışını rafine bir üslupla yerküreye yayıyor. Aravena ile Şili doğasından sosyal tasarımın sınırlarına, mimarın rolünden kentlerin sorunlarına dek birçok konuyu konuştuk. 

Dünyaca bilinen Şilili bir mimar olarak, ülkenizden kimi kendinize öncü olarak sayabilirsiniz?

Her ne kadar ateist olsam da, birer Benediktin papazı olan Martín Correa ve Gabriel Guarda’nın, Şili mimarisinde örnek gösterilebilecek nitelikte işler çıkardığına inanıyorum. Correa ve Guarda, 1960’larda mezun olmalarının hemen ardından, ruhani bir yaşam tarzına yönelmek üzere inzivaya çekilmişlerdi. Manastıra girdikleri anda, onlardan yeni kiliseyi tasarlamaları istendi ve ettikleri bağlılık yeminleri yüzünden bu isteği yerine getirdiler. Halbuki isteksizlerdi, inzivayla birlikte mesleki anlamda da gerçekten emekliye ayrıldıklarını düşünüyorlardı. 20’li yaşların sonlarında olmalarına ve ilk projelerini gerçekleştirmelerine rağmen, kilise tasarımındaki sentez ve olgunluk gerçekten hayret vericidir. Böylece, yapılan işlerin niceliğinden çok, yoğunluğunun önemli olduğunu kanıtladılar. Orası aynı zamanda onların son işiydi, bir daha hiç yapı inşa etmediler.

İşlerinizde malzeme kullanımına vurgu yaptığınızı görüyoruz. Bunun ardında yatan nedenler neler?

Malzemenin ürün yerine kullanılıyor olmasından söz ediyorsanız, nedeni şu: Ürün bozulur, malzeme yaşlanır. Eğer doğru davranılırsa, zamanla malzemenin kalitesi artar. Yani malzeme, ürün gibi binanın aleyhine çalışmaz ve nasıl inşa edildiğinin izlerini barındırmaya daha meyillidir; mimarinin güçlü yönlerinden biri olan soyutlamayı kaybetmeksizin, bina inşa etmenin fiziksel yönüyle, izi sürülebilir fikirlerin son üründe aynı anda gerçekleşebilmesine olanak tanır.

Sürdürülebilir mimarlık alanındaki son gelişmeler hakkında ne düşünüyorsunuz? Tasarımlarınızda sürdürülebilirliği nasıl yorumluyorsunuz?

Sürdürülebilirlik, sağduyunun daha özenli bir hali. Sağduyunu izlersen sürdürülebilirlik sorunlarının %90’ınını çözersin zaten. Şili gibi ülkelerde, cam üzerine doğrudan gelen radyasyonu önler, pencereleri açılabilir yapar, çapraz havalandırmaya olanak sağlar ve kütleyi binanın çevresinde yoğunlaştırırsan, enerji tüketimini bildiğimiz cam kulelerdekine oranla dörtte bir azaltmış olursun. Sürdürülebilirliğin sorunu, paranın ve politikanın sağduyuyu değil de sıradan ve klişe olanı takip etmesinden kaynaklanıyor. Başarı ölçütlerini tanımlamakta çok çekingen olan karar vericiler var ortada; sürünün geri kalanı neyi başarılı olarak addederse, ürkek davrandıkları için onun peşinden gidiyorlar ve sonuçta sıradanlık doğuyor.

Şili’nin doğası çok heyecan verici. Bunun mimarlığınızı nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz?

Gezegenin üretim fazlası olarak tanımlayabileceğim insan bedeninin, çok derin bir işleyiş seviyesine sahip olduğunu düşünüyorum. Latin Amerikalı ve Avrupalı olmak arasındaki farkın, tarihten ziyade coğrafi durumlardan dolayı çeşitlendiğini okumuştum. Bence de önemli olan mekan; zaman değil. Bir diğer açıdan, Avrupalılar Güney Amerika’ya geldiklerinde zaten zamanda yolculuk yapmış gibilerdi. “Yeni Dünya” olarak adlandırdıkları yer aslen daha eskiydi: Ne tekerlek, ne okuma- yazma, ne at binme keşfedilmişti. Bizim lüksümüz ilkellikteydi; her şeyin özüne yakın olmamızdaydı. Çünkü burada doğanın enginliği, mimarlığın lüzumsuz olanlarını elemeye zorlar.

Alejandro Aravena Architects ve Elemental adında iki ofiste faaliyetlerinizi yürütüyorsunuz. Bu iki ofis ve çalışma alanları arasındaki farkı anlatabilir misiniz?

Mimarlığın herhangi bir gücü varsa, o da sentez yapmadaki gücüdür. Elemental, daha fazla parçalarına ayrılamayacak olanın, indirgenemez olanın araştırılmasını imliyor. Ve bu yaklaşım, sosyal konut ya da doğal afet sonrası yeniden yapılanma gibi konularla uğraşırken bir zorunluluk haline geliyor. Doğal afet sonrası yeniden yapılanma ve sosyal konut projelerinde para ve zaman kıtlığı yaşanıyor. Kıtlık, keyfi kararlar için müthiş bir filtre işlevi görüyor çünkü konuyla alakası olmayan her şeyi eliyor. Novartis binası, Vitra ya da Angelini İnovasyon Merkezi gibi daha yüksek profilli projelerde, indirgenemez olanı aramak zorunda değiliz ama yine de lüzumsuz olanı elemek elimizde. Özetle Elemental, sentez yapmamız için tasarımcı kaslarımızı geliştirmemizi sağlıyor. Alejandro Aravena Architects ise tasarım tarafından genellikle yok sayılan bir alana, formun kazandırdığı stratejik faydaları sunuyor.

Dünyanın farklı yerlerinde farklı projeler üzerinde çalışıyor olmanız mimari pratiğinizi nasıl etkiliyor?

Bir sorunu çözmenin en iyi yolu, aslında o sorunun hiç var olmamasından geçer. Ofisimiz, 2010 depreminden sonra bir kentin yeni baştan inşası, Şili Bakır Şirketi için bir başka kentin ya da büyük kurumsal yapıların tasarlanması gibi karmaşık projelerle başa çıkabilecek kadar büyük. Diğer yandan da vaktimizi, ofisi yönetmeye değil de tasarım yapmaya harcayabileceğimiz kadar küçük. Bu boyut aynı zamanda ofisi sürdürebilmek için sürekli yeni iş alma zorunluluğumuzu da ortadan kaldırıyor. Bunun sonucu olarak da çok gerekli olmadığı durumlar haricinde seyahat etmiyoruz. Beş ortak, beş proje yöneticisi ve 10 ile 20 arasında değişen ofis çalışanıyla iş yükünü adilce paylaşıyoruz. Ayrıca, öğrenme eğrisinin yükselen kısmını seviyoruz, tam da kendimizi cahil hissettiğimiz, yeterince bilgi birikimimizin olmadığı alanlarda çalışmaktan hoşlanıyoruz. Bu yaklaşım da zamanın iyi kullanılmasını, sıkı teslim tarihleriyle stresli yaratıcılığın karışımını zorunlu kılıyor; yeni bilginin düzgünce üretilmesi için kendi üzerimizde zaman baskısı yaratıyoruz. Yani daha fazla proje yapacağımıza ofisteki zamanı yoğun kullanıyoruz.

Hiç reddettiğiniz bir proje oldu mu?

2010’da Şili’deki deprem ve tsunami sonrasında Constitucion kentini yeniden tasarlamamız istendi. Altyapı, kamu binaları, enerji kaynakları, kamusal mekanlar, ulaşım, konutlar vs. kısaca her şeyi tasarlamak için 100 günümüz vardı. Ve de bu, ilk kent tasarımı işimizdi. İşin aciliyeti ve projenin politik olarak bize yakınlığı nedeniyle ofisi kapatıp tüm işverenlerimizden bize üç ay sonra ulaşmalarını rica ettik. Sonrasında anladık ki aynı anda hem yürüyüp hem de sakız çiğneyebiliyormuşuz. Şili Bakır Şirketi benzer bir proje için bize iş verdiğinde bu kez diğer işverenlerimize hayır demek zorunda kalmadık. Bir seferindeyse Şili dışında ilk projem olan Austin, Teksas’taki St. Edward’s Üniversitesi üzerinde çalışırken tasarım sürecinde, belki de işe başladıktan bir yıl sonrasında, işverenlerden biri, yeni projenin kampüsün eski mimarisiyle uyum göstermesi açısından kırmızı bir çatı eklememi önermişti. Bunu reddettim çünkü 1904’te hiç kar yağışı olmayan bir yerde dik eğimli çatılarıyla Alman mimarisini taklit ederek yapılmış bir binayı yeniden taklit etmek saçma olacaktı. Yarışmayı kazandığımda onlara taklit bir yapı istedilerse zaten en başta beni seçmemeleri gerektiğini söyledim. Neyse ki bana inandılar ve orijinalinde planlandığı gibi yapıyı bitirebildik.

Bir dizi sosyal konut projesi üzerinde çalıştınız. Tasarım sürecinde topluluklarla birlikte nasıl iş birliği yaptığınızı, onların fikirlerini tasarıma nasıl dahil ettiğinizi anlatabilir misiniz?

Öncelikle katılımcı tasarım, kısıtlı koşullar hakkında bilgi vermek ve iletişim kurmakla ilişkili. Karşımızdakileri bizlerle eşdeğerde birer yetişkin olarak görüyoruz; bu sayede şu ya da bunu seçerken kısıtlamaların neler olduğunu anlamanın hem hakları hem de görevleri olduğunu gösteriyoruz. Aksi takdirde, yerine getirilmesi imkansız vaatlerde bulunuyor olursunuz. İkinci olaraksa, onlara illa ki fikirlerini sormamız gerektiğini düşünmüyoruz. Tasarım yeteneklerimiz konusunda ne suçluluk ne de utanç duyuyoruz. Bizim üniversite eğitimi alma şansımız oldu ve onların bilmediği şeyleri biliyoruz. Öyleyse, tasarım konusunda onlardan daha hazırlıklı olduğumuz için neden suçluluk duyalım? Ayrıca bütçe, kamu politikası, kent ölçeği, çevre, yapı iskeleti gibi konular arasında uzlaşma sağlayabilecek şekilde büyük resmi görüyoruz ve tüm bunları forma aktarmak bizim görevimiz. Onlara sorduğumuz şeyler genellikle bizden daha iyi biliyor oldukları konularda oluyor, yani önceliklerin belirlenmesinde. Eşit alternatifler varsa karşımızda, onlara seçim sürecini açıyoruz.

Sizce, dezavantajlı toplulukların güç kazanmalarında mimarlar onlara atfedilmiş bir rolü üstlenebilirler mi?

Kendi içinde bir amaç olarak mimarlar dezavantajlı toplulukları iyileştirme rolü üstlenemezler ama kısıtlı koşullarla yüzleşme yönteminin bir sonucu olarak bu gerçekleşebilir. Çözmemiz gereken denklem, birim başına 10.000 dolara konut çözümleri geliştirmek, bunun içinde arsanın maliyeti, altyapının inşası ve en iyi ihtimalle 35 m2’lik bir evin yapılması yer alıyor. Kanıtlar gösteriyor ki orta sınıf bir aile yaklaşık 70 m2’lik bir dairede iyi bir şekilde yaşamını sürdürebiliyor. Ortalıkta yeteri miktarda para olmadığında pazarın yaptığı iki şey şu: Yerinden et ve küçült. Pazar, yetersiz hizmet gören çeper mahallelerde hiç değeri olmayan arsaları satın alıyor ve konut biriminin boyutlarını azaltıp küçük evler halinde satıyor. Bizim sorunu ele alışımız 35 m2’nin küçük olduğunu düşünmektense, iyi bir evin yarısı olduğunu düşünmek üzerine kuruluydu. Sorun iyi bir evin yarısı olarak ortaya koyulunca ana sorun bizim hangi yarıyı inşa edeceğimize dönüştü. Devlet bütçesiyle inşa edilmesi gerekenin bir evin, ailenin kendi başına asla yapamayacağı kısımları olması gerektiğini düşündük. Bunun sonucunda her bir ailenin bir birimi tamamlama kapasitesine dayalı açık bir sistemle çalışarak ve orta sınıfın potansiyellerini açığa çıkararak onlara güç kazandırmış da olduk. Süreç boyunca görevleri paylaştık; sistemin nasıl işlediğiyle ilgili onları bilgilendirdik, çok şeffaf bir şekilde kısıtları gösterdik ama aynı zamanda onların kontrolü ele geçirebilecekleri alanları da sunduk. Sonuçta, tarih boyunca ikinci sınıf vatandaşlar olarak görülmüş bu insanlar hakları olduğunu fark ettiler. Ama aynı zamanda görevleri de olduğunun bilincine vardılar. Birlikte çalıştığımız çok sayıda topluluk önderi şu an öne çıkan politik figürler. Konut projesi üzerinde çalışırken yetenekleri su yüzüne çıktı, ki bu bizim amacımız değildi zira biz tasarımcılar olarak bu alanda konumlanıyorduk.

Bir taraftan sosyal konutlar üzerinde çalışırken diğer yandan Chairless adlı oturma elemanınızla Vitra gibi yüksek profilli markalar için tasarım yapıyorsunuz. Bu gerilimli durumda mimar olarak kendinizi nasıl konumlandırıyorsunuz?

Mimari olmayan sorunları forma dönüştürme yetisine sahibim. Sosyal konut, yoksulluk, eşitsizlik, sosyal öfke bizleri kentliler olarak ilgilendiren sorunlar. Oturmak ise her insanın yaptığı bir eylem. Bu temalar etrafındaki tüm bilgileri organize etmeye ve bir tasarımın formunu bilgilendirecek hale getirmeye çalışıyorum sadece.

Chairless’ın tasarımının ardındaki öyküyü anlatabilir misiniz?

Bir keresinde, bana Paraguay’daki bir Ayoreo Kızılderilisinin fotoğrafı gösterilmişti ve onun sandalyesini görüp görmediğim sorulmuştu. İlk bakışta bir bankın, taşın ya da doğrudan toprağın üzerinde oturduğunu düşünmüştüm. Ancak bir süre sonra fark ettim ki bedenini saran bir kumaş parçası varmış. Şok oldum. Sonrasında Paraguay’a gidip bu “sandalye”yi denedim ve bir sandalye tasarlamaya çalışırken nasıl da yanlış yaptığımızı anladım. Konu sandalye değil, nasıl oturduğumuz. Tasarım isim olarak sandalyenin ortadan kalkması ve oturma fiilinin önümüze gelmesiyle esas sınırlarına vardı. Birkaç yıl sonra, Pritzker Ödülü jürisi işlerimi görmek için Şili’ye geldiğinde Rolf Fehlbaum ile tanıştım. Sonrasında Fehlbaum, Weil am Rhein’deki Vitra kampüsünde Zaha Hadid’in yangın istasyonunun yanında bir yapı tasarlamamı istedi. Kriz vurunca proje rafa kalktı. Ancak toplantılarımız esnasında dedim ki: “Rolf, siz sandalye yapıyorsunuz ve belki sürekli cebimde taşıyor olduğum bu sandalye de hoşunuza gider.” Şaka yapıyor olduğumu düşündü, ben de cebimden çıkardım ve oturdum. Şok oldu. Yarı şaka, yarı ciddi “Bu, benim şirketimin sonunu getirir, biliyorsun değil mi?” dedi. Sonrasında sandalyenin sanayi versiyonu üzerinde çalışmaya ve Ayoreos’ların kaybediyor oldukları toprakları geri almalarına yardımcı olan bir vakfa karın bir kısmını aktarmaya karar verdik.

Bugünün dünyasında mimarlıkta “yeni”yi nasıl tanımlarsınız?

Nostaljik olmadan, trendden ve modadan kaçınabilen olarak.

Bugünün kentleri için en sorunlu konular neler sizce? Mimarlar bu sorunlara çözüm üretmede sürece nasıl dahil olabilirler?

Aslında içinde yaşadığımız heyecan verici dönemde kentlerin kritik rolü yalnızca yarattığı sorunlardan değil, aynı zamanda potansiyellerinden kaynaklanıyor. Kentleri sanki bunlar birer mıknatıs ve bombaymış gibi düşünerek ele alıyoruz. Bir yandan kentler, insanları, bilgiyi, fırsatları kendilerine çeken, refah üretmek için güçlü araçlar. Ülkeler arası rekabet nedeniyle de kentlerin rolü gittikçe daha fazla oranda bilgi yaratımına odaklanıyor. Bunun gerçekleşmesi için yüz yüze iletişim gerekli ve üretken karşılaşmaların gerçekleşme olasılığı kentsel yoğunluklarda daha yüksek. Bilgi yaratıcıları, dünyanın her noktasında aşağı yukarı aynı oranda para kazanıyor ve kentlerin sunduğu yaşam kalitelerine bağlı olarak nerede yaşayacaklarını kararlaştırıyorlar. Yani Birinci Dünya Ülkeleri için zorlu olan; insani ve sosyal sermayeyi kendisine çekmek, gelişen ekonomilere sahip ülkeler içinse bu sermayeyi elinde tutmak. Bununla eş zamanlı olarak kentler sosyal ve politik sürtüşmeleri topluyor. Yoksulluk ve eşitsizlik bir sosyal baskı üretiyor, ki bu da ne zaman patlayacağı belirsiz bir saatli bomba. Oysa kent eşitliğin sağlanmasında bir kısayol, çünkü stratejik kentsel planlama, sadece gelir dağılımına bağı kalınmaksızın yaşam kalitelerinde eşitlik sağlayabilir. Toplu ulaşım, kamusal mekan, akıllı altyapı, kaliteli konut vs. bu saatli bombanın imha edilmesi için araçlar olarak işlev görebilir. Ofiste üzerinde çalıştığımız projeler bu çift yönlü durum içerisinde işliyor.

İstanbul’u ziyaret etme şansınız oldu mu? Kent üzerine izlenimleriniz neler?

Binaların fotoğraflarına bakarak mimarlık okudum. Mezun olduktan sonraysa bu mimarlığı bedenimle deneyimlemem gerektiğini hissettim. Bir eskiz defteri, bir kalem ve bir şerit metre alarak yapıları ölçmek ve çizmek için Yunanistan ve Türkiye’ye gittim. Benim için İstanbul keyif vericiydi. Yerebatan gizemliydi, camiler çok kuvvetli, sokaklardaki yaşam enerjik ve kentin denizle kurduğu ilişki bir lükstü. Son zamanlardaysa İstanbul’da işleyen hızlı otobüs sistemi, Metrobüs beni hayrete düşürdü. Çok iyiler, keşke Şili’de de bu araçlardan olsa.

Alejandro Aravena’nın tipik bir iş günü nasıl geçiyor?

Sabah 7’de kalkarım. Kızlarımı giydirip onlarla kahvaltı yaptıktan sonra, onları okula bırakırım. 9’da ofiste ya da şantiyede olurum. Öğlen eve dönüp ailemle yemek yerim. Öğleden sonra 3’te 15 yaşındaki oğlumu okuldan alır, biraz sohbet eder ya da Amerikan futbolu antrenmanına bırakırım. 4’te ofise geri dönerim. Tam tamına 7’de ofisten çıkar evde ailemle akşam yemeği yiyip, kızları yıkar ve masal anlatarak uyuturum. Tahmin edersiniz, çalışma saatlerimi çok efektif kullanmalıyım ki toplantılar, telefonlar olmaksızın tasarım yapabileyim. Bu söyleşi de ancak şu anda yeni NCCA binası için açılan yarışmanın finalisti olarak açıklandığımız Moskova’ya seyahat ediyor olduğum için mümkün. Aksi takdirde sorularınızı yanıtlayacak vakti bulmam imkansızdı.

O zaman son soruya geçelim. Mekan ve kent üzerine yazan çok sayıda eleştirmen var. Takip ediyor olduğunuz birkaç isim sayabilir misiniz?

Eskiden çok okurdum, ancak şimdi eskisi kadar okumuyorum. Okuduğum o az şey de kesinlikle mimarlık ya da kent üzerine değil. Biyografi okumayı seviyorum. Formula 1 pilotu Ayrton Senna’nın  ya da Thom Yorke’un biyografileri mimarlar ya da eleştirmenlerden daha ilham verici. Yine de ilhamın büyük kısmı doğrudan yaşamdan ve gerçeklerden geliyor. Ya da binalardan... Mesela Louis Kahn’ın Dakka’daki Parlamento binasından veya Rafael Iglesia’nın Arjantin’deki işlerinden esinleniyorum. Bunları takip ediyorum. 

XOXO The Mag izniyle yayınlanmıştır. 

Tarih/Sayı:  XOXO The Mag İlkbahar/Yaz 2013-2014

 

#AlejandroAravena #Chairless #modern mimari #röportaj


Sayfanın Başına Dön