TİCARET, SANAT VE MİMARİ: DAVID ADJAYE
TİCARET, SANAT VE MİMARİ: DAVID ADJAYE
TİCARET, SANAT VE MİMARİ: DAVID ADJAYE
TİCARET, SANAT VE MİMARİ: DAVID ADJAYE
TİCARET, SANAT VE MİMARİ: DAVID ADJAYE
TİCARET, SANAT VE MİMARİ: DAVID ADJAYE

TİCARET, SANAT VE MİMARİ: DAVID ADJAYE

MİMARİ   16.10.2020

Aïshti Vakfı’nın geçtiğimiz yıl Beyrut’ta açılan müzesinin mimari projesinin arkasındaki isim David Adjaye ile müze ve ticaretin kesiştiği noktaları ve dünyanın değişik noktalarındaki projeleriyle ilgili konuştuk.

Bay Adjaye, Beyrut’taki Aishti Vakfı projesini nasıl geliştirdiğinizle başlayalım.

Binanın tasarım konsepti, bulunduğu yerin gerektirdikleri ve projenin spesifik içeriğiyle alakalıydı. Örneğin dış cephe için, Jal el Dib’in 1970’lerden kalma ünlü villalarından esinlendim. Çocukluğumda, ailem, deniz kıyısında bir riviera olan Beyrut’tan çok bahsederdi ve şehrin bu kısmı, kırmızı kiremitli binalarıyla bilinirdi. Kırmızının projedeki anlamı buradan geliyor. Söz konusu bölge artık endüstriyel bir alana dönüşmüş durumda olduğu için, günümüzde neredeyse yok olmuş bir şeyi canlandırmak istedim. Şehre daha geniş bir açıdan bakarsak, binanın tasarımı Arap çölü mimarisinin dilinden de ilham alıyor. Ayırıcı nitelik olarak, “üç aleme” de değinmeye çalıştım. Mahremiyeti korumak için sade, düz bir duvar; samimi dünyaya açılan bir ekran ve bir avlu bulunuyor. Bu öğeler bir araya geldiğinde, iklimsel ve kültürel yanıtlar veriyor. Orta Doğu’nun en ılımlı yerinde ve deniz kenarında bulunan bu alanın mimari mirasının dağılan yönlerinden de etkilendiğim oldu.

Aishti Vakfı’yla sanat dünyası için tamamen yeni bir model geliştirmiş oldunuz. İleride, bu tarz projelerle, sanat galerileri ve perakende alanlarının daha çok bir araya getirileceğini düşünüyor musunuz?

Bu proje, ticari bir işte sanat dünyası tecrübesi sağlamanın bir yolunu bulmakla ilgiliydi. Bu da farklı tipolojileri bir araya getirmek ve yeni koşulları test etmek için iyi bir fırsat oldu. Böylece, iki dünya arasında diyaloglar oluşturulmaya başladık. Ben bunu gerçekten de sanatı farklı biçimde tecrübe edebileceğimiz, yeni bir tipoloji olarak görüyorum.

Vakfın, koleksiyonların tasarım aşamasında size bir katkısı oldu mu?

Bu projenin amacı, zaten iyi yapılandırılmış bir organizasyon olan fakat bu boyutlarda görsel bir yuvası olmayan Aishti Vakfı için kritik bir merkez kurmaktı. Bilhassa hedef, vakfın kendine has, spesifik sanatçıların eserlerinden oluşan koleksiyonların bulunduğu stratejisini şereflendirmekti. Bu benim için çok heyecan vericiydi, çünkü Aishti Vakfı koleksiyon yapmak adına yeni yöntemler geliştirmiş, stüdyo bünyesinde yaratılmış işler barındıran bir vakıf. Bina da kendine has doğası olan bu eserleri birbiriyle uyumlu olacak şekilde yansıtmak amacıyla inşa edildi. Galerilere ayrılan yer de bu koleksiyonları bütünüyle sergilemek için tasarlandı.

Los Angeles’taki Broad Museum’un açılmasıyla, sanat tecrübesinin tasarımla birleştiğinde nasıl zirveye ulaştığını gördük. İzleyicilerin koleksiyonları en iyi şekilde incelemeleri için, tasarımda bu tip unsurlar kullandınız mı?

Kente ait bir bina olarak müzenin rolü, toplu bir bilinçaltına, farklı jenerasyonlar ve sosyal gruplar arasında diyalog kurabilecekleri bir yer yaratmak. Binalar insanları birbirleriyle konuşmaya zorlar, bunu inkar edemeyiz. Burada soracağımız soru şu; bunu kutlamalı mıyız yoksa inkar mı etmeliyiz? Farklı olma fikrinden korkmamak çok önemli. Tam tersine bu fikre açık olmalı ve hep araştırmaya meyilli olmalıyız. Benim de bir bina tasarlarken başlangıç noktam hep kimlik, tarih ve hafızayı yorumlamak ve bu unsurları anlamak, binanın formu için bunların nasıl kullanılacağını öğrenmek olur.

Art International ve İstanbul Bienali sırasında buraya gelmiştiniz. Türkiye’nin sanat ortamı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Türkiye, galerilerin ve yeni sanat işlerinin patlama yaşadığı ve evrensel platformlarda yankılanan, canlı ve artistik bir merkez haline geldi. Sanırım Contemporary Istanbul’da bu sene 84.000 yabancı katılımcı vardı. Tasarım dünyası da bir o kadar heyecan verici. Mesela daha önce Gaia & Gino ile çalışmıştım ve geleneksel Türk unsurlarını modern pazara uyarlayabilmeleri beni çok etkilemişti.

Şu anda devam eden iki müze projenizle ilgili, Sahel-vari bir mimari yaratmak istediğinizden söz etmiştiniz. Burada nasıl bir estetikten söz ediyorsunuz?

Afrika kıtasının başkentlerini altı coğrafi bölgedeki pozisyonlarına göre kategorize ederek on yıl boyunca araştırdım. Bu bölgeler Mağrip, Çöl, Sahel, Savan ve Otluk, Orman ve Dağ ve Highveld’den oluşuyor. Her bölgenin farklı bir tarihi olduğu gibi, isimlerinden de anlaşılacağı üzere, her birinde farklı iklim ve bitki örtüleri bulunuyor. Tün bunlar kentleşmeyi de kaçınılmaz olarak etkiliyor. Bu durum, özellikle başkentlerde kendini çok daha fazla gösteriyor. Sahel’deki şehirlerin tabiatı vejetasyon ve çöl arasında kaldığı için, yerel mimari genelde yatay şekilde. Ama tabii şehir merkezindeki binalar dikey semboller halini almış durumda.

Daha önce, Harlem’deki Sugar Hill Housing Development gibi, diğer projelerinize nazaran, düşük bütçeli binalar da tasarladınız. Tasarımlarınızdaki bu çeşitlilik vizyonunuzu nasıl etkiliyor?

Sugar Hill projesi, genelde zorlayıcı bütçelere sahip, kentsel çalışmalarımın yörüngesinde bulunuyor. Londra’da 2005–2006 yılları arasında tamamladığım halka açık binalar bu tip projeler için bir başlangıç oldu. Ben geleneksel tipolojilere ve yakın çevreden tüyo alan hacimsel kompozisyonlara meydan okumaya çalışıyorum.

Sanatla kişisel ilişkinizden bahsedecek olursak; modern sanat dünyası size nasıl geliyor?

Sanat dünyası ve mimari arasında ayrım yapmıyorum. Benim için tasarım pratik, duygusal ve aynı zamanda entelektüel açıdan da etkili olmalı. Hep yaratıcı platformlara karışarak, farklı disiplinlerden sanatçı ve tasarımcılarla işbirliği yaparak yeni şeyler yaratmaya çalıştım. Beni asıl heyecanlandıran kültürel kesişmeler ve ortaya çıkan diyaloglar oluyor. Belki de sanat dünyası tarafından fark edilen ve sanatçı ve küratörlerle işbirliği yapmayı caiz kılan da bu içgüdü oldu.

Kendinizi bir koleksiyoncu olarak görüyor musunuz?

Bazı sanat eserleri aldığım oluyor tabii, ama bunları sanatçılarla kurduğum ilişkiler sonucu alıyorum. Koleksiyoncu olduğumu söyleyemem.

XOXO The Mag izniyle yayınlanmıştır.
Kaynak | XOXO The Mag İlkbahar/Yaz 2016-2017
#DavidAdjaye #Beyrut #AishtiVakfı #mimarlık #röportaj


Sayfanın Başına Dön