TOPLUMSAL MUTLULUĞA DAİR: GIANCARLO MAZZANTI
TOPLUMSAL MUTLULUĞA DAİR: GIANCARLO MAZZANTI
TOPLUMSAL MUTLULUĞA DAİR: GIANCARLO MAZZANTI
TOPLUMSAL MUTLULUĞA DAİR: GIANCARLO MAZZANTI

TOPLUMSAL MUTLULUĞA DAİR: GIANCARLO MAZZANTI

MİMARİ   30.12.2020

Giancarlo Mazzanti, dünyayı mimariyle değiştirebileceğine tereddütsüz inanıyor ve bugüne dek gerçekleştirdiği sosyal projelerle bu inancının toplumsal hayattaki sağlamasını yapıyor. Mesela bir kütüphane tasarlıyor ve suç oranı hayli yüksek bir bölgenin kültürel dönüşümünü tetikliyor,  ekonomisine yeni kapılar açıyor. Mimarinin sadece kendinden değil sonuçlarından da mesul olması gerektiğinin savunucusu Mazzanti ile, onun mimari ilkelerini ve tasarımın dönüştürücü gücünü konuştuk.

Mimari temelde neyle ilgili sizce? Estetik, barınma, uygarlaşma, yaşam kalitesi, erk, yönetim ve tüketimle bağları bir tarafa, büyük bir egonun yansıması mı?

Mimari başlıca, yeryüzünü mesken tutmayı nasıl öğrendiğimiz, doğa, hayvanlar ve insanlar için daha iyi bir dünyanın nasıl inşa edileceği ve toplumsal koşulları, yaşam kalitesini ve rahatımızı geliştirmeyi nasıl becereceğimiz ile ilgili. Bilgiyi inşa etmenin, içinde bulunduğumuz durumu ve yaşam alanımızı hangi şartlar altında kurduğumuzu anlamanın bir yolu. Tarihsel anlara ve dünyayı anlayış biçimimize ait düşünce yapılarının ve içinde bulunduğumuz çevreyle toplumun bir yansıması.

Mimarlar, sosyal sonuçlar ve kitlesel değişimler yaratma potansiyeli olan şekiller, formlar ve dokular yaratıyorlar. Sizin mesleği uygulama yönteminize baktığımızda, süreç bundan biraz daha farklı işliyor, sosyal etki alanı daha önce geliyor gibi görünüyor. Bu bağlamda mimari yaklaşımınızı tarif edebilir misiniz? 

Mimarinin değerinin yalnızca kendisine değil, ortaya çıkardığı sonuca, daha fazlasını yapma ve temsil etme kapasitesine dayandığına inanıyoruz ve bu sebeple de mimarinin varlığıyla değil, ne yaptığıyla ilgileniyoruz. Doku, form ve bunların işleyişiyle ilgili maddesel tutumu anlamak önemli. Ancak, en önemlisi bu maddeselliğin belli davranış, eylem ve olayları ortaya çıkarabileceğini anlamaktır. Tasarladığımız unsurun sosyal, ekonomik, politik ve doğal olarak nasıl değişimleri tetikleyeceği konusunda her zaman kendimizi sorgulamalıyız.

Sizden bir alıntıyla devam edelim. “Mimarlar politikacıdır. Mimarlığın dünyayı nasıl değiştirebileceği ve insanların yaşam ve davranış biçimlerinde bir değişimi nasıl yaratabileceğini düşünmenin zamanı geldi.” demişsiniz. Bunun nasıl yapılabileceğini biraz açar mısınız?

Benim eğitim aldığım dönemde günümüzden çok farklı olarak, mimar, dünyanın temsiliyeti üzerinden düşünülüyordu. Bense, bizi ilgilendirenin onun geçirdiği dönüşüm olduğuna ikna oldum ve buna inanıyorum. Bu bağlamda mimari, bir dönüşüm mekanizmasıdır, temsiliyet değil. Bizlerin ilgi alanı, malzemenin ve formun nasıl işlediği, ne ürettiği, insanlarla ve çevreleriyle nasıl ilişkilendirileceği ve işaret ettiğimizden fazla neyi harekete geçirdiği. Mimarlığı bu şekilde yaptığımızda, bir politik duruş da tanımlamış oluyoruz. Sosyal binalar yaptığımızda, toplumun refahını inşa ediyoruz ve bu da politikaya girmek anlamına giriyor. Bu anlamda mimarlık, bir değişim, öğrenme ve sosyal refah mekanizması. Toplumsal mutluluğu inşa ettiğimizi anladığımız anda, mimarın nosyonu ve görülebilir olmak için yapılan bir obje olarak mimari anlayış yok olmaya başlıyor. Mimari, insanları, zamanı ve mekanı birbirine bağlayan politik bir mekanizma.

Kütüphaneler, spor merkezleri, parklar gibi kitlesel kullanım için mekanlar tasarlıyorsunuz. Bir taraftan da insanların yaşam şekilleri belirgin ve çok hızlı bir şekilde değişiyor; önceki dönemlere göre bireysellik öne çıkıyor. Siz hala topluluklara ve müşterek yaşama inanıyor musunuz?

Binalarımız toplulukları dönüştürüyor, bir kişinin kullanımı için değil, çoklu kullanım için tasarlanıyor. Bir çocuk hafta sonu okula kardeşleri ve ailesiyle birlikte gidebilir ve hepsi binanın bir parçası olma imkanına sahipler. Eğer bireysel düşünüyorsak, toplum içinde düşünmüyoruz demektir. Kolektiflik oluştuğunda ve herkes aynı amaç uğruna, birbirinin ihtiyaçlarına erişmek için çalıştığında kentler ve mimari başarılı demektir. Günümüzde kentleri toplumsal yapı ve sürdürülebilir altyapı açısından yeniden düşünmemiz ve ilişkileri, yeni davranış şekillerini, sosyal, ekonomik ve politik dinamikleri tetikleyecek mekanları nasıl kurabileceğimize bakmamız gerekiyor.

İşleriniz arasında okul projeleri de var. Gençler ve çocuklar için tasarlamanın nesi farklı?

Anaokullarının, okulların ve üniversitelerin sadece kullanıcılarına değil, topluluklara hizmet ettiğini anlamamız gerekiyor. Gençler ve çocuklar için proje yaptığımızda, akademik alanın bilgi değiş tokuşuna, sosyal ve yaşamsal gelişmeye izin verecek öğrenme ve ilişki kurma yöntemlerini nasıl tetikleyeceğini anlamaya başlıyoruz. Yaptığımız işin yansıması şöyle oluyor; bir çocuk bir odadan diğerine ne kadar etkin bir şekilde ulaştığıyla ilgilenmiyor, giderken ne yapabileceği, nelerle oynayabileceğiyle ilgileniyor ya da boş bir sınıfı, bir oyun unsuruna çevirdiğinizde tipik bir eğitimin ötesinde neler olabileceğiyle… Biz bu tarz, öngörülmesi mümkün olmayan, kuralsızlık ve yeni davranışlar ortaya çıkartacak şekilde tanımsız alanlar bırakmakla ilgileniyoruz. Çocuklarla çalışmak ilgi çekici. Çünkü çocuklar, kendileri için üretim mekanizmaları haline gelen alanlar öngörülmüş yetişkinler gibi oyundan uzaklaşmış olmanın aksine bir tavır sergiliyorlar. Foucault’nun önermesinde olduğu gibi, vücudun mekan üzerinden kontrolü, işimizden nasıl keyif alınacağını unutmamıza mahal veriyor ya da örneğin bir akşam yemeği, keyifli bir eylemden ziyade, bir beslenme işlevi olarak düşünülüyor. 

Pies Descalzos okul projesini, “çevresi ve kent sakinleri için kişisel ve toplumsal gelişim alternatifleri üretecek bir değişim motoru niteliğindeki bir mimari ve kentsel proje” olarak tanımlıyorsunuz. Proje, bu tanımda belirttiğiniz kapsamda başarılı oldu mu?

İlk senesinin içinde olduğumuz için proje halen yeni. Başarılı olup olmadığı sonucuna varmak mümkün değil. Ancak çevresinde, biçimsel, fiziksel, en önemlisi de insanların o bölge ve kendileriyle ilgili algıları üzerinde büyük değişimler yaratmaya başladı. Ama tabii projenin dönüşümünü görmek için çok erken. Dönüşüme en iyi örnek Medellin’deki İspanya Halk Kütüphanesi. Burası birkaç yıl önce, o bölgede yaşayanların kullanımına kapalıydı. Projeyle birlikte, şiddet ve uyuşturucunun kontrol altına aldığı görünmez duvarlar yok oldu. Kütüphane, kente ve bölgeye, turizmin de yardımıyla yeni bir ekonomi getirdi. Ayrıca insanlar kendileri ve mekanla ilgili fikirlerini değiştirdiler. Şiddet %85 oranında azaldı. Kütüphane projesiyle birlikte yönetim ilk kez, kamusal alan gelişimi, sosyal programlar ve küçük işletmeler aracılığıyla ekonomik büyüme sağlanması konusunda katkı sağlayan bir planın parçası oldu. Proje, insanları, aileleri, bölgeyi ve kenti birbirine bağladı. Santo Domingo Savio, bir gelişim ve topluluk mekanı olarak örnek bir yer haline geldi.

2050 yılına kadar dünya nüfusunun %66’sı kentlerde yaşamaya başlayacak. Bu da artı 2,5 milyar kentli anlamına geliyor ve kent yaşamıyla ilgili yeni yaklaşımlar konusunda bize bir şeyler söylüyor. Bu gelişmelerle birlikte kentler nasıl görünecek sizce? Ve bu gelişmeler kırsal yaşam için ne anlam ifade ediyor?

Biliyoruz ki, yeni teknolojilerle birlikte bu indeks değişebilir. Yeni dönemde  uzak mesafedeki insanlarla iletişim kurup çalışabileceğiz. Dolayısıyla belki de kentte yaşamak herkes için çok da önemli olmayacak. Toplumdaki yeni üretim biçimleriyle birlikte, geleneksel kent inşası da değişecek. Üretim her geçen gün dönüşüme uğradı ve şimdilerde üründen çok servis ve hizmetler, fikirler söz konusu. Bu yönelimle birlikte, hep beraber aynı yerde yaşamanın pek bir anlamı kalmayacak. Diğer taraftan, mesafeler ve zaman toplumsal ihtiyaçlar anlamında ciddi sorun teşkil ettiği için, mega kentler, mikro kentlerin birleşiminden oluşacak; Mexico City ve Sao Paulo gibi.

Uluslararası mimarlık camiasında Venedik Mimarlık Bienali, Dünya Mimarlık Festivali (WAF) gibi önemli etkinlikler düzenleniyor. Tasarım etkinliklerinin, festival ve bienallerinin de sayısı gittikçe artıyor. Bunların endüstri üzerindeki etkisi ne ya da ne olmalı?

Sonuç itibarıyla, bilgi inşa etmenin bir yolu ve yaptığımız şeyin bir yansıması olmalı. Bu etkinliklerin, araştırma yapma ve düşünce üretim mekanizmaları üretme alanları olarak konumlanması gerekiyor. Ayrıca etkinlikler, kullanıcının sesini, onların mekanla ve diğer insanlarla nasıl etkileşim halinde olduğunu ortaya çıkarmalı.  Mimariyi  yalnızca sunmaktan ziyade, öğrenmeye ve kullanmaya yönelik alanlar yaratmak, yeni tutumlar gelişmesini cesaretlendirecektir.

Biraz da İstanbul’dan bahsedelim. Takip etmişsinizdir; inşaat sektörü son yıllarda en önde gelen sektör. İnşa edilen onlarca konut projesi var. Bunlardan bazıları toplu konut projeleri, bazılarıysa yepyeni bir lüks yaşam vaadinde bulunuyor. Ayrıca pek çok gökdelen ve AVM inşaatı da devam ediyor. Diğer taraftan İstanbul’un dünya tarihinde çok özellikli bir konumu var. Tüm bunlar bir arada barınabilir mi? Bir kent bu kadar fazla inşaatla birlikte nasıl hayatta kalabilir?

Bir kentin hayatta kalması, yaratıcılık ve kamusal alanın, kamusal binaların korunmasıyla birlikte mümkün. Kozmopolit bir kent olan İstanbul, din, kültür ve bilgi için alan yaratan bu mekanların varlığıyla hayatta kalabiliyor. Ancak kent büyüdükçe, bu mekanların da büyümesi, böylece kente, hem toplum hem de var olan ve yeni projeler için esneklik ve geçirgenlik sağlanması gerekiyor.

Kentteki diğer bir sıcak konu da, inşaat sektörünün bir parçası olarak son derece hızla ilerleyen soylulaştırma çalışmaları. Bunlar kentte yaşayanları yakın gelecekte ne şekilde etkileyecek sizce? Böyle bir dönüşümü, kentlilerin yaşam kalitesinin sürdürülmesini ve hatta daha da gelişmesini sağlayacak şekilde başarmış olan bir kent var mı?

Soylulaştırma geniş, hassas bir konu olarak ortaya çıkıyor. Bir tarafta kenti ekonomik, mimari, kültürel ve sosyal olarak yeniliyor, ancak diğer tarafta yabancılaşmaya ve yerinden etmeye sebep oluyor. Dolayısıyla dikkatle yürütülmesi gereken bir süreç.

Mimari/tasarım ve lüks ilişkisi için ne söylersiniz?

Bir tasarım objesi olarak mimari ile ilgilenmiyoruz. Bu nedenle de, mimarinin lüksle ilgili olması gerektiğini düşünmüyoruz. Ayrıca, güzellik ve çirkinlik tartışmalarından da uzağız. Biz objelerin, mimarinin ne ürettiği ve bunun nasıl bir ilişkiyi harekete geçirdiğiyle ilgileniyoruz. 

Nereden ilham alıyorsunuz?

İlham kaynağım tek bir obje veya unsur değil. Çalışma tutkusundan, özellikle de kolektif işlerimizden ve tartışarak ortaya çıkardığımız projelerden ilham alıyorum. Bu, mimari ve içinde bulunduğumuz toplumla ilgili düşünce ve pozisyon geliştirmenin farklı yollarıyla ilgili. Ve nihayetinde ilham, günümüz dünyasını, sosyal, politik, ekonomik, coğrafi, çevresel, felsefi olaylarla birleştirmek anlamına gelecek şekilde düşünce yöntemleri inşa etmekten kaynaklanıyor.

En beğendiğiniz mimari eser nedir?

Pedro Reyes, Collective Hats.

Şu anda hangi projeler üzerinde çalışıyorsunuz?

Güncel projelerimizin üçü kamusal alan renovasyonu üzerine projeler. İlki, Kolombiya Cartagena’da "Barrio consentidos" isimli bir kamusal alan projesi. Proje Kolombiya’nın en turistik kentlerinde birisinde yer alan unutulmuş bir bölgeye, yeni ekonomi ve sosyal gelişim getirme amacını taşıyor. Bölgenin, şiddet ve uyuşturucuyla anılmaya başlayan gerçekliğini, eğitim, kültür ve gelişim üzerinden değiştirmeye çalışıyoruz. İkinci proje, Uruguay, Montevideo’da, ülkenin iletişim firmasının sponsor olduğu yeni bir meydan projesi. Meydanda, kamu binasını kentle, bölgeyle ve toplulukla birleştirecek, kapsayıcı ve oyunlu bir kamusal alan unutulmuş durumda. Üçüncü projeyse Kolombiya, Marinilla’da. Kent, orkide tarımıyla biliniyor ve biz de topluluğun aktivitelerinin yerelliğini kamusal alana taşımaya, böylece tarım ve çiftçilik hakkında bir şeyler öğrenilebilecek bir mekan inşa etmeye ve Marinilla’nın kimliğini bütün topluluğa yaymaya çalışıyoruz. Tüm bu projelerde, topluluklar arasında yeni davranış biçimleri ve eylemleri tetikleyecek alanlar öneriyoruz. Kalabalıklar tarafından benimsenecek olan bu mekanların inşa edilmesinden önce bunlarla ilgili konuştukça, eserin yaratıcısının fikri gittikçe kayboluyor ve binaların, kentlerin ve toplumun dönüşümü bölge/kent sakinlerinin eline geçiyor.

Hikayenin tümü başka olsaydı, yaşam felsefenizi yansıtacak meslek ne olurdu?

AIdo Rossi’nin şu sözünü beğeniyorum; "Başka bir mesleğim olsaydı da aynı şeyleri yapardım". Yani mimari ve filozofinin kendi değerleri vardır ve ben başka araçları kullanarak yine aynı şeyi yapardım.

XOXO The Mag izniyle yayınlanmıştır. 

Tarih/Sayı: XOXO The Mag İlkbahar/Yaz 2015-2016

#GiancarloMazzanti #modern mimari #röportaj


Sayfanın Başına Dön