YARIM ASIRLIK BİR HİKAYE: ERA MİMARLIK
MİMARİ 10.12.2020
Dünyada ve Türkiye’de mimarlık ve kent gündemi neredeyse her gün değişirken, bir mimarlık ofisi için üretkenliğini -üstelik çok farklı ölçeklerde- yarım asra yakın zaman sürdürebilmek dikkate şayan. Hikaye nasıl başlıyor?
Hikayeyi babam Ertun Hızıroğlu başlatıyor; birkaç arkadaş bir araya geliyorlar, endüstriyel tarzda işler yapıyorlar. Sonrasında kapı kapıyı açıyor ve zaman içinde farklı disiplinleri de içine alan bir yapı ortaya çıkıyor. Özellikle 1980’lerden sonraki gelişmelerde, yabancı yatırımcıların buraya gelmeye başlaması ile de dışarıya açılma ilkesi uygulanıyor. Ben de yurtdışında öğrenim gördüğüm için, ERA’ya adapte olmam kolay oldu.
Baba-oğul birlikte çalışmak nasıl?
Kalabalık bir ekip olduğumuzdan, usta-çırak ilişkisini bire bir yaşadığımızı aslında söyleyemem. Buradaki sistematik çalışma biçiminden ötürü, baba-oğul çalışma hissiyatını birlikte yaşadığımız bir ortam oluşmadı. Bunun hem avantajları hem dezavantajları var. Kurulu bir düzenin ve işverenlerin olduğu bir sistemin içinde başlamak, sıfırdan kurulan bir ofise nazaran size kolaylık sağlıyor; ama tabii herkesin bir yoğurt yiyişi var ve o yiyişle ilgili düşünceler, zaman içinde görüş ayrılıkları yaşamanıza sebep oluyor. Buraya dışarıdan ve içeriden bakmak, benim için elbette farklı oldu. Dışarıda iken, insan durumları daha farklı değerlendiriyor, özellikle genç olduğunda; tecrübesiz olmak insana bir cesaret getiriyor. Çok tecrübeli olmanın her zaman avantaj olmadığını düşünüyorum. Tabii mimarlık uzun soluklu bir iş ve bir projenin süreci boyunca bile bakış açınız değişmeye devam ediyor.
Genç mimar olma hali sizin için ne ifade ediyor?
Belli bir süre, bu mesleğin ne yaptığına dair bir öğrenme, deneme süreci var. Çok yetenekli de olsanız, hayatı görmek, yaşamak gerekiyor. Şu anki sistem bunu bir yandan destekliyor, bir yandan desteklemiyor. Eğer pazarlanabilir bir ürün olabiliyorsa, o zaman onu ön plana çıkarıyor. Özgür bırakır gibi yapıp, aslında kontrol eden bir sistem var. Bir de artık, ekonominin durumu gibi faktörler, en azından bu coğrafyada, çok büyük etkenler. İnsanlar yapılmamış olanı, çok farklı olanı arzu ediyorlar ve bu taleplerle geliyorlar; fakat sıradışı bir öneri ile onlara gittiğiniz zaman, ‘bunun yapılmışı var mı?’ gibi sorularla karşılaşıyorsunuz. Bence bu bir sıkışmışlık hali ve genç mimar dediğimiz her ne ya da kim ise, onun ortaya çıkışındaki güçlüğün bundan kaynaklandığını düşünüyorum.
Bu arada, ofis olarak, Uluslararası Genç Mimarlar Buluşmaları etkinliğini düzenliyorsunuz. İstanbul’dan sonraki ikinci etkinlik, geçtiğimiz yılın sonunda Paris’te gerçekleşmişti.
Sistemde, ancak çok ünlü olursanız, söz ve yer sahibi olabiliyorsunuz. Bunun doğru olmadığını düşünüyorum; tabii ki bu kişiler değerlerinin karşılığını bulmalı ve daha çok görünmeliler ki iyinin ne olduğuna dair bir vizyon oluşturabilsinler, fakat dünyada sadece o insanların olmadığının farkında olmak gerekiyor. Bir şeyleri paylaşmak için ille de otuz yıllık bir tecrübeye sahip olmanız gerekmiyor. Birçok insan görüşlerinin kabul edilmediğini, hiçbir yere varmadığını düşünüyor; bu da dışarıda olan bitene bir özenme hali oluşturuyor ve mutsuzluk yaratıyor. Bu buluşmalarda, herkesin söyleyecek bir şeyleri olduğu düşüncesinden yola çıktık ve rahat bir ortamda bunların paylaşılmasını istedik.
İstanbul’dan sonra 2000 yılında Paris, 2007 yılında ise -2011’de Pekin’e taşınan- Şanghay ofislerinizi açtınız. Bu şehirleri seçmekteki öncelikleriniz nelerdi?
Yabancı yatırımcılarla çalışıyor oluşumuzun, bu tercihlerimizde büyük etkisi var. 90’lı yıllar boyunca burada gerçekleştirdiğimiz Carrefour projelerimizin, Fransa’dan beğenilmesi belirleyici olmuştu. 2000’lere doğru, oradaki kimi projeleri takip etmemiz için bir teklif aldık, bu da bize uygun geldi; o dönemde proje yönetimi, saha denetimi gibi hizmetleri de bünyemize katmıştık ve yeni bir yola girmiştik. Zaten ailemizde de, ofiste de bir Frankofoni durumu olduğundan, kendimizi nispeten rahat hissederek bu işe atılmış olduk. Çin tarafı ise, on sene kadar önce yine bir yatırımcının, orada yapmayı düşündüğü projelerle birlikte başladı. O dönem bayağı geniş bir ekibimiz vardı ve yapabileceğimizi düşündük. Starmall projesini tamamladıktan sonra, yani dört sene kadar önce, katıldığımız bir sergi aracılığı ile yeni tanışıklıklar edindik; böylece ofisi Şanghay’dan Pekin’e taşıyarak yeni bir başlangıç yapmaya karar verdik.
Güncel olarak, Paris ve Pekin ofisleri ile İstanbul ofisinizin birlikte işleyişi nasıl?
Her ofisin kendine göre bir portföyü var. Hizmet verdiğimiz alanlar ülkenin koşullarına ve bizim oradaki pozisyonumuza göre farklılaşıyor. Fransa’da örneğin, proje imzalayabiliyoruz, fakat Çin’de, projeyi tamamlamanız için Çince sınavlarına girmeniz gibi zor süreçlerden geçmeniz gerektiğinden, orada yerel firmalarla birlikte çalışıyoruz. Buraya gelen yabancı firmaların konsepti hazırlayıp, sonrasında belli bir etaba kadar işi tamamlamaları gibi. Projeler farklı, ölçek farklı, çalıştığımız kişiler farklı, firma tipolojisi farklı... Tabii iki ülkede işlerin işleyiş biçimi de oldukça farklı; Fransa’da süreç çok yavaş ilerlerken, Doğu’da ‘her şey hemen olsun’ zihniyeti olduğundan, fazla ve hızlı üretim yapılıyor. Son zamanlarda bina ebatlarının büyümesiyle birlikte, Türkiye’de de aynı dinamiği yaşamaya başladık. Genellikle Çin projelerinin tasarımlarını burada yapıyoruz. Fransa ise, kendi kendini idare ediyor, biz koordinasyonu sağlıyoruz.
Bugünlerde ne üzerine çalışıyorsunuz, yakın gelecekte ne göreceğiz?
Uluslararası ağırlıklı projelendirme yapmaya devam ediyoruz. Karma kullanımlı projeler, ofis yapıları, bazı master plan çalışmaları var. Bir de şu sıralar ofis içinde yeni bir yapı kurmaya çalışıyoruz; farklı işbirlikleri ile yeni yöntemler üretecek, şehre daha az yük getirecek, dönüştürülebilir ve duyarlı projeler yaratmanın yollarını araştıracak.
1
VİYADÜK ALTINDA SANAT MERKEZİ
2
YAYOI KUSAMA X LOUIS VUITTON İŞBİRLİĞİ
3
SO? VENEDİK MİMARLIK BİENALİ'NDE | HAYALET HİKÀYELERİ: MİMARLIĞIN ÇUVAL TEORİSİ
4
MAA İMZALI TPAO YÖNETİM BİNASI
5
PİN MİMARLIK İMZALI BURSA CAN EVİ