STOA EVİ ÜZERİNE
STOA EVİ ÜZERİNE
STOA EVİ ÜZERİNE
STOA EVİ ÜZERİNE
STOA EVİ ÜZERİNE
STOA EVİ ÜZERİNE
STOA EVİ ÜZERİNE
STOA EVİ ÜZERİNE

STOA EVİ ÜZERİNE

MİMARİ   24.07.2020

İzmir, Çeşme’de bulunan STOA Evi, salgınla birlikte daha sık düşünmeye başladığımız açık alan kullanımı üzerine akılcı, işlevsel ve estetik çözümler sunuyor. Adını da elbette doğayla kurduğu ilişkiden alıyor.

Mimari ve tasarıma dair detayları, projeyi gerçekleştiren Salon'un kurucusu Alper Derinboğaz ile konuştuk. 


- STOA Evi’nin bulunduğu lokasyonun özelliklerinden başlayalım konuşmaya. Projenin bulunduğu coğrafyayı nasıl tarif edersiniz?

STOA Evi’nin bulunduğu yer, hepimizin bildiği bir tatil destinasyonu olan Çeşme (İzmir). Antik Yunan’da burası Cyssus adıyla anılıyordu ve o dönemlerde de şarabıyla, yemekleriyle bilinen bir yerdi. Yıllar içinde daha ziyade tatil kasabası olarak kullanılmakla birlikte, bu anlamda gittikçe de öne çıkmaya başladı.  Sonuçta yıllar içindeki dönüşümler bir yana, iklim anlamındaki karakteristik özellikleri aynı kaldı. Günümüzde yer yer yazlık sitelerin, müstakil yazlıkların, villa tipi veya daha küçük ölçekli evlerin olduğu, çeşitli denemeleri bir arada gördüğümüz bir yer. Parsel düzeninde gittiği için yapı karakterinde birbiriyle aynı özelliklere sahip bir site yapısı yok. Birçok farklı yaklaşım ve ilginç denemeler bir arada bulunuyor burada. Geç modern dönemin yansımalarının olduğu konutlar da var, daha çok tip proje olarak adlandırdığımız  ve her yerde karşılaştığımız iki-üç katlı villa mimarisi de mevcut. Dolayısıyla son dönemdeki yoğunluk hariç, genel olarak alçakgönüllü bir yapılaşmanın olduğunu söyleyebiliriz.

- Evin mimari ve tasarım özelliklerini paylaşabilir misiniz?

Açık alanı işlevlendirme niyetinde olmanın en temel tasarım özelliği olduğunu söyleyebilirim.

STOA Evi, yazlık ev olarak alınmış bir evdi. Burası tip proje diye tabir ettiğimiz ve görmeye çok alışık olduğumuz ikiz evlerden bir tanesi. Üst katta odalar, zeminde de diğer yaşam alanları var. Yapının hali hazırda tipik bir karakteri var. Dönemin en optimum çözümleri uygulanmış; fazla malzeme kullanmadan, bildiğimiz inşaatın malzemeleriyle çözümlenmeye çalışılmış evler. Biz de bunu yok etmek yerine, bildiğimiz, görmeye alışık olduğumuz ev tipolojisiyle ilişki kuran, özgün bir tasarımı nasıl üretebileceğimize baktık.

Bu tip projelerden veya tekrar eden mimari karakteristik tiplerden gelen bir problemimiz olduğunu düşünüyorum. Söz konusu olan Akdeniz’de bir yazlık da olsa, Karadeniz’de bir dağ evi de olsa hep aynı özellikler devam ediyor ve içe kapalı mekanları çok fazla üretiyoruz.

Ancak biz bu projede Çeşme’nin özellikle bahar dönemlerindeki kullanımını arttırmayı ve açık alan değerlendirmesi kazandırmayı merkeze aldık. Açık alanları neredeyse kapalı alan gibi kullanabileceğimiz, açık oda dizilerinden oluşan bir tasarım yapabilir miyiz diye sorguladık.

- Müşterinin istekleri ve ihtiyaçları ile buna uygun tasarım çözümleri bu projede nasıl bir araya geldi? Başta konuşulmayan sonradan sizin eklediğiniz şeyler oldu mu? 

Ev sahibi, işini geride bıraktıktan sonra yaşantısını daha çok burada geçirmek isteyen bir ekonomist. Dolayısıyla kullanım süresini yalnızca yaz ayları olarak değil, hem açık hem kapalı alanları için geçerli olacak şekilde, dört mevsim üzerine nasıl kurgulayabileceğimizi anlamaya çalıştık. Böylelikle projenin odağını ihtiyaçlara göre süreç içinde biraz daha genişlettik.

Mevcut bir yapı için proje çizmek farklı bir süreç. İnşaat sürecinde ortaya çıkanlarla birlikte belli tahminler yapıp pozisyon almanız gerekiyor. Neyin altından ne çıkabileceği veya ne eklenebileceği gibi ihtimaller net olarak bilinmediği için belli öngörülerle yola çıkıyorsunuz. Örneğin mutfağın zeminindeki döşemenin kaldırılması ve oranın bir galeri boşluğuna dönüştürülmesi, dış mekandaki betonarme verandanın kaldırılıp, onun yerine iç-dış ilişkisini daha da yumuşatan, mevcuta göre  daha gözenekli olan bir arayüzün eklenmesi  gibi öneriler hep süreçte ortaya çıkan adımlar oldu.

- Coğrafya ve mimarisi arasındaki uyum anlamında öne çıkan özellikleri neler? Projede iklim ve topoğrafya ile uyumu anlamında en fazla neleri gözettiniz?

Müthiş bir coğrafyada yaşamamıza rağmen, açık alanları kullanmayla ilgili tercihlerimiz çok zayıf. Bu özellik Ege ve Çeşme’de özellikle öne çıkıyor. Ancak bunun zıttı olarak açık alanları da bir o kadar zor kullanıyoruz. Yazlık, otel, konut dendiğinde genellikle Iç mekanda vakit geçirilen yerler hayal ediyoruz. Bu bağlamda, mimarlık pratiği olarak bahçe veya açık alan kullanımlarını çok iyi genişletemediğimizi düşünüyorum. Bu bölgeye özgü olarak ortada böyle bir durum var. 

- Şu günlerde salgın nedeniyle balkon, teras, avlu gibi dış mekanların önemi üzerine yeniden düşünmeye ve hatta bunlar üzerine fazlasıyla konuşmaya başladık. Bu proje dışında, diğer projelerinizde açık alan kullanımını nasıl gözetiyorsunuz ve değerlendiriyorsunuz

Bunun, mimarlığın kategorik olarak ele alınmasından kaynaklanan bir modern dönem sorunu olduğunu düşünüyorum. Aslında mimarı, kapalı alan üreten insan olarak değerlendiriyoruz. Asıl amaç ihtiyaç olunan mekanları üretmek olursa, bu aralıkta daha geniş düşünebiliriz. Bu anlamda açık alan veya peyzaj üretirken, sadece inşa etmek değil bir şeyleri yıkmak, azaltmak da bazen çözüm olabilir. Meseleye bu genişlikte bakmak gerekiyor.

- Son yıllarda artış gösteren kırsal bölgelere yönelik ilginin ve eğilimin, bu süreçte arttığını, artacağını öngörmek yanlış olmaz. Sizce de öyle mi? Bahsettiğimiz yer de kent alanı dışında kalan bir yazlık bir mekan. Her projenin kendine özgü ihtiyaç ve talepleri var elbette ancak kırsal alandaki projelerde müşteri tarafından en öncelikli olarak talep edilen ve sizin mimar olarak en fazla dikkate aldığınız konular ne oluyor? 

Kırsal alana yönelik bir merak ve ilgi var. Özellikle İstanbul nüfus kapasitesinin sınırında olan bir kent. Dolayısıyla İstanbul özelinde çok fazla şeyin değişeceğini düşünüyorum. İnsanların kıra dönüş, kırsala, doğaya kaçış gibi kavramların etrafında uzun süredir niyetleri var, ancak bunlar tematik tercihler olmakla sınırlıydı. Şimdiyse gerçek anlamda hayatımızdaki bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkmaya başladı. O nedenle meseleye deneysel, geçici bir deneyim olarak bakmaktansa, ihtiyaca yönelik işler yapılmaya başlandı.

Doğanın içinde olmayı, gevşek yapılaşma, daha sakin mekanlar ve doğayla daha uyumlu bir hayat anlamında önemsiyorduk. Ancak şöyle bir paradoks var ki; herkes bunu talep ettiği noktada da o doğa, doğa olmaktan çıkıyor. Dolayısıyla dikkatli olmalıyız. Bunu en belirgin Bodrum’da yaşıyoruz. Bodrum’da koylarda açılıp geriye doğru baktığınızda, sitelerin, otellerin üst üste binen görüntüsüyle birlikte korkunç bir manzarayla karşılaşıyorsunuz. O nedenle neyi nasıl istediğimize dikkat etmek gerektiğini düşünüyorum.

- Projenin ismi neden STOA?

İsmini biz verdik. Doğayla ilişki Stoacılık’ta çok belirgin. Meditations kitabını yazan Marcus Aurelius çok severek okuduğum bir imparator ve düşünür olarak ilgimi çeken bir karakter. Onunla da ilişki kurmak istedik belki de. Çünkü Stoacılık doğayı ve doğanın prensiplerini hayata taşımak, hayatla doğayı uyumlu kılmak üzerine bir felsefe. Dolayısıyla açık alanlarda vakit geçirmek, doğanın içinde bulunmak çok önemli. Bundan, yani açık alanları da kapalı alan gibi kullanabilme özelliğinden yola çıkarak, projeyi doğayla iç içe olmaya bağladık ve bu ismi verdik.

- Salgın süreci sizin için nasıl geçti? COVID-19’un çeşitli bağlamlarda bireysel, toplumsal ve küresel olarak hayatımıza etkileri oldu şüphesiz. Bu süreç pek çokları için öğrenmekte direndiğimiz şeyleri öğretme anlamında önemliydi. Bunlar bir yana, bu süreçte size iyi gelen herhangi bir şeyler oldu mu? Ya da geride bıraktığınız, yeni edindiğiniz gündelik hayat ritüelleriniz var mı?

Bunu söylemek bu dönemde zor. Diğer yandan hepimize iyi gelen tarafları oldu elbette. Son dönemde biraz fazla ve hatta yapaylık derecesinde her yerde olmaya çalıştığımızı düşünüyorum. Bunu bir kenara koymalıyız.

Hemen hemen her şeyi dijital ortamda yapabilmek bana hiç fena gelmedi. Daha net ve odaklı görüşmeler yapılabiliyor. Şu anda daha sakin bir dönemde olduğumuz için, neyi niye yaptığımız veya önceliklerimizin ne olduğu üzerine herkesin düşünme fırsatı olmuştur diye tahmin ediyorum. Bence en önemli etkilerinden biri bu. Farkında olmadan deneyim tüketen  insanlar olmanın bir adım ötesinde, hareketlerimizin nedenini sorguladığımız bir dönem geçirdik ve geçirmeyi sürdürebiliriz diye hayal ediyorum. Bu iyi bir yanı olmuş olabilir.

Ritüellere gelince, sabahları kitap okuyacak zamanım oluyor. Bu güzel bir ritüel. Bu arada tahmin ediyorum ki pek çok insan eski ilgi alanlarına da dönmüştür. Benim de öyle bir şansım oldu. Gündelik hayatta hep bir şekilde insanlarla birlikte ve iletişim halindeyiz. Uzun zamandır ilgilenmediğim ilgi alanlarıma döndüm. Bu mutluluk verici.

Röportaj: Bahar Turkay

#Alper Derinboğaz #STOA Evi #Stoa #yazlık #yazlık ev #İzmir #Çeşme #açık alan #akdeniz #ege #kırsal #Salon #Salon Alper Derinboğaz


Sayfanın Başına Dön