İSTANBUL'UN 'BÜYÜK BOŞLUK'U
İSTANBUL'UN 'BÜYÜK BOŞLUK'U
İSTANBUL'UN 'BÜYÜK BOŞLUK'U
İSTANBUL'UN 'BÜYÜK BOŞLUK'U
İSTANBUL'UN 'BÜYÜK BOŞLUK'U
İSTANBUL'UN 'BÜYÜK BOŞLUK'U
İSTANBUL'UN 'BÜYÜK BOŞLUK'U
İSTANBUL'UN 'BÜYÜK BOŞLUK'U
İSTANBUL'UN 'BÜYÜK BOŞLUK'U
İSTANBUL'UN 'BÜYÜK BOŞLUK'U
İSTANBUL'UN 'BÜYÜK BOŞLUK'U
İSTANBUL'UN 'BÜYÜK BOŞLUK'U

İSTANBUL'UN 'BÜYÜK BOŞLUK'U

MİMARİ   15.12.2020

Mimarlık fotoğrafçısı ve videografiker Emre Dörter ile hava fotoğrafçısı ve drone operatörü Mustafa Erkatırcı’nın birlikte gerçekleştirdiği ve ses tasarımı müzisyen Serdar Ateşer’e ait olan, ‘Great Emptiness’ (Büyük Boşluk) isimli kısa filmin gösterimi ilk olarak World Architecture Festival’in ilk günü olan 30 Kasım tarihinde WAF Virtual programı kapsamında yapıldı.

Kente, insanların olmadığı zorunlu bir boşluk üzerinden bakmak şaşırtıcı, heyecanlı ve belki biraz da kaygı verici. Bu bakış kent ölçeğinde, doluluk-boşluk gibi kavramlar üzerine yeniden düşündürüyor insanı... Ve kente insansız bakmak, insan olmadan kent üzerine düşünmek de işin başka bir boyutu...Pandeminin yarattığı mecburi boşluğu, hep yapmak istediği bir iş için değerlendiren mimarlık fotoğrafçısı Emre Dörter ile bu ‘büyük boşluğu’ nasıl kayıt altına aldığını konuştuk.

Geçtiğimiz günlerde World Architecture Festival, WAF Virtual kapsamında da gösterimi yapılan Great Emptiness video projesi nasıl ortaya çıktı? Kurgusal ve teknik olarak çekimle, sonrasındaki ‘post prodüksiyonu’ nasıl gerçekleştirdiniz?

Bir mimarlık fotoğrafçısı olarak yaşadığım, limitlerine hakim olduğum metropolü, nüfus sayımlarında olduğu gibi bir sokağa çıkma yasağında fotoğraflamak istesem, herhalde bu derece boşaltamazdım. Pandemiyi içten içe çağıdığımı düşünülmesin ama doğrusu bu, şehrin birçok yoğun noktasında hep kafamı yorduğum bir resimdi. Bir gün mümkün olup da şahidi olacağım aklıma gelmezdi. Sokağa çıkma yasakları başladığı andan itibaren ilgili izinleri alıp şehri arşivlemek amacı bu çalışma için beni güdüledi.

Bu ödüllü bir film yapma çabasından ziyade, kişisel bir arşiv çalışmasıydı. Çalışmaya başladığım ilk günlerde bunun bir fotoğraf projesi mi video projesi mi olacağını bile bilmiyordum.

Kenti bu şekilde bomboş izlemenin ve kaydetmenin garip bir ruh hali yaratabileceğini düşünüyorum. Çekim yaparken, böyle bir an yakalamış olmayı az bulunur bir fırsat olarak mı düşündün, yoksa kaygı verici bir deneyim mi oldu senin için?

Heyecan duydum... Her gün baktığın, içinde olduğun bir yere eğilip bir de tersten bakmak gibi... Bakış açısını değiştirmek her zaman yaratıcı anlar taşıyor içinde. Kaygı kaçınılmaz, ancak bunu deneyime çevirmek, bu deneyimi kaydetmek ve paylaşabilmek çok da hoş oldu bence.

Proje anlatımında ‘fiziksel / maddi olarak insan vücudu ortada olmadığında, kentin hiçbirimiz ölü mü diri mi olduğundan emin olamadığı, tanıksız bir "kedi" olduğunu’ söylüyorsun. Kenti bu şekilde izlemek, mimari olarak daha önce fark edilmeyen neler açığa çıkarıyor?

Schrödinger’in kedisi, bakmadığınız sürece, kapağının açılıp açılmadığını, yani kediyi zehirleyip zehirlemediğini bilmediğimiz gazla birlikte, kutuda. Bizim tanıklığımız olmadıkça ölü ya da diri, emin olamayız. Dolayısıyla hem ölü, hem diri.

İnsanlar da virüsle birlikte şehrin kutularında...Ama bu kapalı kutuların içi ne durumda acaba? Ben biraz üste çıkarak bir tanıklık talep ettim. Aradım. Kaybolan kedilerin izini sürmek gibi...Kediler kutuda ama yoklar. Ama aynı zamanda varlar.

Videoyu izlerken bir süredir farkında olduğumuz ve üzerine bir hayli tartışılan yapı ve inşa iştahımız daha da belirginleşiyor. Sence mimari artık gerçek anlamda fiziksel boşluklar yaratmak, boşluk inşa etmek üzerine harekete geçmeli mi? Özellikle mega kentlerde...

Boşluk kentin çok değerli bir parçası. Boşluğu değerlendirmek çok değerli, her anlamda. Neticede anladık ki, atomun özgün değerini de boşluk sağlıyor. Bu kez insanın yokluğuyla oluşan boşluk geçici bir durum, ya da daha doğrusu belki de dönüştürücü... Ancak insan yokken dahi kentin fragmanlarını sosyal olarak okuyabiliyorsunuz. Tıpkı filmlerde evin içine girmeden, dışarıdan evin içine ‘zoom’ edildiğinde, orada nasıl bir insan, nasıl bir yaşam göreceğinizi tahmin ettiğiniz gibi.

Bu aynı zamanda önemli bir kaynak ve arşiv projesi... Mimari fotoğrafçılık bu anlamda önemli bir alan. Yeni teknikler ve görsel formatlar üzerinden sen bu kayıt altına alma ve arşivleme konusunda ne düşünüyorsun?

Bizim memlekette arşiv o kadar hürmet edilmemiş bir şey ki, her zaman yabancı kaynaklardan arama yapıyoruz. Örneğin İstanbul’u British Pathe filmlerinden okumaya çalışıyoruz.

Kayıt değerli, ama buna kendi vurgunuzu, hissinizi katmak da heyecan verici. Paylaşılanın dışında onlarca ‘terrabyte’ var...

Pandemi proje anlatımında değindiğin sosyo-ekonomik, kültürel ve sembolik adaletsizliği küresel anlamda daha da açığa çıkardı, çıkarıyor. Sonrası üzerine konuşmak için erken olsa da, bu ifşa olası gelecek senaryolarını etkiler mi?

Bence bir şeylere yukarıdan, özellikle en çıplak haliyleyken bakabilmek, ciddi ipuçları veriyor. Merkez yönetim ve belediyeler iyi niyetli bir şekilde gerçek ihtiyaçları tanımlasalar keşke. Ve sosyal ve fiziki kent değerleri olarak, ortak, katılımcı, demokratik boşluklar değerlendirilse...

Röportaj: Bahar Turkay

#kent #boşluk #Great Emptiness #Büyük Boşluk #Emre Dörter #WAF Virtual #World Architecture Festival #İstanbul


Sayfanın Başına Dön