SNOHETTA, PHILIP JOHNSON’IN İKONİK YAPISINI YENİDEN HAYATA KAZANDIRDI

550 Madison Avenue olarak bilinen ikonik bina, Snohetta tasarımı ile çağdaş yaşama adapte ediliyor. Mimarlık stüdyosu Snøhetta tarafından yeniden tasarlanan postmodern yapı, halk için farklı bir deneyim alanı yaratıyor.

Tarihi yapıların günümüze uyarlanarak yeniden hayata kazandırılması, sürdürülebilir mimarlık gündeminde giderek önem kazanıyor. Geçmiş yıllarda çeşitli işlevlere karşılık vermek üzere tasarlanan yapılar, değişen yaşam koşullarıyla birlikte zamanla yıkılıyor ya da atıl halde bırakılıyor. Bugün, sıfırdan bir bina inşa etmek yerine atıl halde olan yapıları yeniden işlevlendirerek hayata kazandırmak, hem çevresel hem de kültürel değerlerin sürdürülebilirliği açısından oldukça önem taşıyor.

Bu bağlamda, 550 Madison Avenue olarak bilinen ikonik bina, Snohetta tasarımı ile çağdaş yaşama adapte edilen güncel bir örnek.

1984 yılında Philip Johnson ve John Burgee tarafından Amerikan telekomünikasyon şirketi A&AT için tasarlanan, daha sonra uzun yıllar Sony tarafından kullanılan granit kaplı yapı, bugün 550 Madison Avenue olarak yeniden hayata kazandırıldı.

Mimarlık stüdyosu Snøhetta tarafından yeniden tasarlanan yapı, halk için farklı bir deneyim alanı yaratıyor. Manhattan’da konumlanan postmodern bina; çeşitli bitkilerden ve ağaçlardan oluşan bir bahçeye, ofis alanlarına ve lobiye sahip. Yapının zemin katını halka açmayı ve vitrinleri sokağa taşımayı hedefleyen mimarlık ofisinin, yapının restorasyonunda daha çok iç mekana müdahale etmesi, dış cephede de açıklıklar oluşmasını sağladı. Yapıya yerleştirilen camlar ve açıklıklar ile gün ışığından optimum seviyede faydalanılıyor. Yapının tarihi değerini kaybetmeden çağdaş yaşama entegre edilmesi üzerine gerçekleştirilen yenileme çalışmasında; lobi ve bahçe için kesintisiz manzaralar oluşturuluyor.

Mimar Michelle Delk’in bahçe tasarımını üstlendiği peyzajda halk için soluklanılabilecek bir alan kurgulandı. Daha önce kapalı olan bahçe alanı, cam kanopilerle kaplandı. Böylece yağmur, peyzaj için bir sulama sistemi oluşturuyor. Halka açık parkta ısıtmalı banklar ve çeşitli oturma alanları bulunuyor. Bahçe, lobiden yükselen 25 metrelik pencere ile çerçeveleniyor. Lobide mozaik döşemeler ve mermer paneller ile dramatik bir atmosfer oluşturuluyor. Alicja Kwade’nin Solid Sky adlı çalışması, üç kat yüksekliğindeki tavandan çelik zincirlerle asılıyor. Kwade’nin gökyüzünden ilham alan eseri, binanın ikonik Chippendale çatı alınlığına atıfta bulunuyor.

Mimar Philip Johnson’ın pencereli açıklığı ve Dorothea Rockburne’nün duvar resimlerinin çevrelediği Büyük Salon’da, takımyıldızını andıran avize, birbirine geçmeli ortak bir masa, kanepeler ve sehpalar sofistike bir alan yaratıyor.

Yapıda aynı zamanda sinema odası, şömine odası, oyun odası, kütüphane gibi farklı işlevlerde kullanılan ayrı odalar bulunuyor. Günümüz teknolojisinin de dahil edildiği binada, dijital tuvaller ve teknolojik sistemler karşımıza çıkıyor.