MİMARİ FOTOĞRAFIN DERİNLİĞİ
MİMARİ FOTOĞRAFIN DERİNLİĞİ
MİMARİ FOTOĞRAFIN DERİNLİĞİ
MİMARİ FOTOĞRAFIN DERİNLİĞİ
MİMARİ FOTOĞRAFIN DERİNLİĞİ
MİMARİ FOTOĞRAFIN DERİNLİĞİ
MİMARİ FOTOĞRAFIN DERİNLİĞİ
MİMARİ FOTOĞRAFIN DERİNLİĞİ
MİMARİ FOTOĞRAFIN DERİNLİĞİ
MİMARİ FOTOĞRAFIN DERİNLİĞİ

MİMARİ FOTOĞRAFIN DERİNLİĞİ

MİMARİ   5.09.2020

Mimari fotoğrafın etki alanı çok geniş. Yalnızca projelerin görselliğini zenginleştirmek üzerinden görmek oldukça sınırlayıcı olur. Yapılara geniş bir ölçekten bakmak, etrafıyla arasındaki ilişkiyi görmek, mimarlığı kayıt altına almak, yapılarla mimari üzerinden ilişkisel bir bağlam ortaya koymak ve kimi zamanda eleştirel, sorgulayıcı bakış açımızı desteklemek için mimari fotoğrafçılık önemli bir alan. 2014 yılında bu alanda işler üretmek üzere Yerçekim’i kuran Ömer Kanipak ile bu konuları konuştuk... 

Yerçekim'i nasıl kurdun?

Mimarlık eğitimi öncesi ve esnasında fotoğraf her zaman hayatımdaydı. İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde Fotoğraf Kulübü kurucularındandım. İş hayatında bu meraktan uzunca bir süre ayrılmak zorunda kaldım. Yoğun ve yorucu geçen on yıllık Arkitera yöneticiliğini 2010 yılı sonunda bırakmamın ardından, yayıncılık dönemi sonrasında 2011’de Bahçeşehir Üniversitesi’nde eğitim vermeye başladım. Aynı zamanda Tasarım Atölyesi Kadıköy’ün kurgulanmasına yardım ettim. Bu sırada Arkitera’daki tecrübelerim nedeniyle önce Kreatif Mimarlık sonra farklı mimarlık ofislerinden mimari iletişim konusunda danışmanlık teklifleri geldi. Zamanla bu, halen devam eden, sürekli bir işe dönüştü.

O sıralarda, Taşkışla’dan tanıştığımız ama neredeyse 15 yıl boyunca pek de birbirimizden haber almadığımız Orhan [Kolukısa] ile yolumuz tekrar çakıştı. Benim gibi o da standart mimarlık üretiminden kaçınmış ve yıllardır fotoğrafla ilgilenen bir mimardı. Sonuçta verdiğim mimari iletişimi hizmetinin en önemli araçlarından birini üretebiliyorduk. İkimiz de yeni bir şeylere başlama hevesiyle, ‘Neden bu ilgimizi bir işe dönüştürmüyoruz ki?’ dedik ve Yerçekim 2014 yılında doğmuş oldu. Şimdi Türkiye’nin yansıra İngiltere ve Almanya’da da üretmeye devam ediyoruz.

Çeşitli kapsamlarda bugüne kadarki birikimin fotoğraf pratiğini nasıl etkiledi, etkiliyor?

Mimari fotoğrafçılar üretim süreci yıllara yayılan bir romanı görsel olarak hikayeleştiriyor. Her fotoğrafçının bu anlatıyı kurgulama şekli de farklı oluyor.

Yüksek lisansımı mimarlık tarihi, eleştiri ve teori üzerinde yaptım. Yapıların hikayeleri ve dert edindiği meseleleri anlamaya çalışmak hep ilgimi çekmişti. Yayıncılık beni hem süreç hem de ürün olarak en tatmin eden faaliyetlerden biri oldu. Yapıların ardındaki hikayeleri öğrenmek; niyetler, hayal kırıklıkları, başarılar ve çuvallamalarla dolu bir dünyayı kurcalamak yapı üretiminden daha zevkli geldi. Ayrıca bu, mimarlık üzerine düşünme ve yazmama da fırsat veriyordu.

Proje ve yapı üretiminden geçip mimari eleştiri ve yayıncılık alanında çalışmanın mimari fotoğraf üretimime farklı açılardan olumlu katkıları olduğunu düşünüyorum. Öncelikle bir yapının projesine bakarak mimarın amacını okuyabilmek fotoğraf çekimi planlaması için çok önemli. Çünkü kısıtlı sürede görsel temsil üretimi için bir organizasyon yapmanız gerek. İnşa sürecinde yaşanan sıkıntıları az çok bildiğimiz için niyetle ürün arasındaki gelgitli süreci analiz edip, mimarla yapı arasındaki diyaloğu çözümleyebilmek de önemli bir kazanım sağlıyor. Kimi kez yola çıkış hikayesi ile varılan nokta aynı olmayabiliyor çünkü.

Yayıncılık ve mimari iletişim alanındaki deneyimlerim, mimari fotoğraf üretimimde başlı başına bir avantaj sağlıyor elbette. Sonunda bir yapının farklı mecralarda nasıl temsil edilmesi gerektiğini kimi zamandan mimardan daha berrak bir şekilde görebilmeyi sağlıyor bu tecrübe. Ayrıca sadece mimarlarla değil malzeme üreticileri, müteahhitler ve yatırımcılarla da çalışıyoruz. Her birinin mimari fotoğraftan bekledikleri birbirinden farklı. Malzeme üreticileri için detay ve malzeme odaklı bir çekim planlaması yaparken, müteahhit için sonuç üründen daha önemlisi sürecin ve iş aşamalarının belgelenmesi olabiliyor. Örneğin Londra’da bu amaçla iki senedir iki farklı inşaatı düzenli olarak fotoğraflıyorum. Bir mimar için fotoğraf projenin hassasiyetlerini ortaya çıkartan bir araç iken mimarın işvereni ya da malzeme üreticisi için kullanıcı veya satış odaklı bir araca dönüşüyor ve çoğu kez bu iki hedef birbiriyle çelişiyor. 

Mimari fotoğraf projelerin görselliğini zenginleştirmek, geniş bir ölçekten yapılara bakmak, yapıyla etrafı arasındaki ilişkiyi görmek, kayıt altına almak, arşivcilik, yapılar-mimari üzerinden ilişkisel bir bağlam ortaya koymak gibi çok geniş bir kapsama yayılıyor. Bu alanlarla ilgili ne düşünüyorsun? Daha yakın olduğun bir taraf var mı? 

Çoğu kez bu amaçlar birbirinin içine geçiyor aslında. Öte yandan az önce bahsettiğim gibi, kimin için fotoğraf çektiğimiz de önemli. Genelde bu kadar detaylı bir ‘brief’ alamadan çalıştığımız için bu alanların hepsini az çok kapsamak zorundayız.

Ancak yapıların yakın yapılı çevresi ve hava koşulları ile ilişkisini önemsiyor ve fotoğraflamaya gayret ediyorum. Bu bağlam fiziksel çevre olduğu kadar sosyal veya doğal örüntüye dair bir bağlam da olabilir. Çoğu mimarlık yayınında dikkati projeye çekmek için bu ilişkileri koparılır. Genelde işverenlere teslim etmediğimiz bu kareler benim için daha ilginç oluyor. İdeal olarak kabul edilen güneşli ve açık havalar yerine kapalı, bulutlu, hatta yağmurlu havalarda çekim yapmayı seviyorum. Bu sayede dokuları ortaya çıkartan sakin bir kontrast ve yüzeylerdeki yansımalarla zenginleşmiş kareler yakalamak mümkün oluyor. Diğer yandan yapıların kullanım anında fotoğraflanmasını seviyorum. İnsanların, özellikle çocukların yapıları ve mekanları deneyimlemesi çok yaratıcı olabiliyor. Kişi haklarının korunması açısından yayınlanmaya uygun olmadığı için bu kareler pek gün yüzüne çıkamıyor ama benim şahsi portfolyomun önemli bir bölümünü oluşturuyorlar. Bir diğer önem verdiğim husus ise eskime ve yıpranmanın belgelenmesi. Genelde yapılar tamamlanır tamamlanmaz, hatta kullanıma açılmamışken fotoğraflanması isteniyor. Bir yandan haklı bir gerekçesi var bu talebin ancak bir yapının yaşam hikayesi aşınmış yüzeyler ve yıpranmış detaylarda aslında. Bunları belgelemek bana ilginç geliyor. O yüzden bilindik yapıların şimdiki hallerinin fotoğraflarını çekmeyi seviyorum. Yapılı çevrenin, özellikle mimari olmayan altyapı strüktürlerinin doğal çevre ile çarpıştığı noktalar da bir fotoğraf konusu olarak beni ayrıca cezbediyor. Ölçek kontrastı da bana ayrıca cazip gelen bir konu. Bu konuyu İstanbul Boğazı’ndan geçen tankerleri arka fondaki kent ve insan ölçeği ile kıyasladığım bir video ile çalışmaya başlamıştım. Fırsat bulduğumda bu seriyi genişletmek istiyorum.

       © Ömer Kanipak, Antwerp MAS Museum-Neutelings Riedijk 

Mimari fotoğrafçılık profesyoneller ve mimar olmadan bu dünyanın içinde yaşayanlar açısından nasıl veri sunuyor?

Mimari fotoğrafın, yapılı çevrenin profesyoneli olmayan kişilere değdiği iki ana mecradan biri iç mimarlık ve dekorasyon fotoğrafları. Bu tür fotoğraflar, mekânsal yaratıcılık yerine ürün, detay, malzeme ve renk bilgisinin aktarımına odaklanıyor. Diğer alan ise emlak fotoğrafları. Burada da amaç mülkü birilerine kiralayabilmek ve satabilmek. Bu nedenle mülkün tamamı hakkında en az kare ile fikir verebilecek şekilde mekanları aslına sadık, çoğu kez de olduğundan daha cazip gösterebilmek hedefleniyor. Bu alan başta İngiltere ve ABD’de olmak üzere pek çok ülkede mimari fotoğrafın bir alt dalı olarak özelleşmiş durumda.

Ekonomisinin inşaat üstüne kurulu olduğu Türkiye’de ise mimarlığa ve yapılı çevreye gösterilen özensizliğin bir yansıması emlak fotoğraflarındaki nitelikte de karşımıza çıkıyor. Hemen hemen hepsinin hizası bozuk, kadrajın yüzde sekseni zemin döşemesi ile doldurulmuş, poz değerleri bozuk ve mekân hakkında en basit bilgiyi aktarmak değil saklamak üzerine kurulu bir format yerleşmiş durumda.

Mimari görsel üretiminin geçmişi ve bugünü arasında, özellikle teknik anlamda nasıl gelişmeler oldu?

Aslında fotoğrafın doğuşu mimari fotoğrafla başladı demek yanlış olmaz. İlk fotoğrafların pozlama süreleri birkaç dakikalara kadar çıkmak zorunda olduğu için ilk fotoğrafların konuları hareketsiz objeler ve doğal olarak yapılar idi. Fotoğraf seyahat özgürlüğünün henüz gelişmediği yıllarda uzak diyarların temsil edilmesi için kullanıldı. Doğal olarak yine yapılar baş aktörlerdi.

Mimari fotoğrafı bir meslek yapan ise işverenin yapıyı görsel olarak belgeleme talebinin doğmasına dayanıyor. Bu da ilk mimari yayınların ortaya çıkışı ve modernizmin başlangıcına dek uzanıyor. Frank Lloyd Wright ve tabii ki Le Corbusier mimari fotoğrafın kendi kimliklerinin inşasında ne kadar önemli bir rol oynayabileceğini ilk fark eden mimarlardı. Bauhaus’un mimariye etkisi büyük olsa da fotoğraf açısından bakıldığında mimari hep bir grafik konu oldu. Dolayısıyla mekânın bütüncül ve aslına sadık bir temsiliyeti için Amerikan mimarlık fotoğrafçılarının ortaya çıkmasını beklemek gerekti. Julius Shulman ve Ezra Stoller gibi fotoğrafçılarla mimarlık yayınları Amerikan modernizmini ve sonrasında International Style’ı dünyaya yaydı.

Baskı teknolojileri geliştikçe yayınlarda metin-fotoğraf dengesi de değişti. Mimari temsilin en eski araçlarından eskiz, perspektif ve plan-kesit çizimleri ağırlıklı yerlerini fotoğrafa bıraktı. Analog, yani ışığa duyarlı kimyasal yüzeyle çalışan ilk makinalardan itibaren körükler kullanıldığı için mimari fotoğrafın en temel ihtiyacı olan perspektif düzeltici yeni bir teknoloji gelişmesini beklemeye gerek olmamıştı. Öte yandan film hassasiyetleri geliştikçe fotoğrafçılar kütlenin genel hatlarını aktarmakla kısıtlı olan kontrastlı grafik kompozisyonlardan kurtuldular. Daha aydınlık kompozisyonlarda, dokuları, şeffaflığı ve yansımaları ile mekanları tüm sadakati ile filme aktarabilmeye başladılar. Renkli filmin bulunması ile birlikte siyah beyaz mimari fotoğraflara renk bilgisi eklendi.

Dijital fotoğrafın gelişmesi ile değişen en temel husus fotoğraf üretiminin ucuzlaması, kolaylaşması ve demokratikleşmesi oldu. Bu değişim mimari fotoğraf üretiminin artmasına dolayısı ile şu anda mesleki yayınlarda ve internette maruz kaldığımız görsel sağanağa neden oldu. Nicelik arttıkça nitelik de arttı. Ancak mimari fotoğrafın üretim süresi düşerken ömrü de kısaldı, artık çok daha hızlı tüketiliyor. Haliyle üretim fiyatı da düştü. Bütün bunlar belki mimarlar için olumlu gelişmeler ancak mimarların dijital fotoğraftan en çok sağladıkları fayda herhâlde dijital manipülasyon olanaklarının gelişmesi ve kolaylaşması olmuştur. Artık post-prodüksiyon süresi çekim süresinden genelde daha uzun oluyor.

Öte yandan dijital fotoğrafın gelişmesi ile birlikte mimari temsil araçlarına video eklendi. Zaman ve hareket bilgisi eklendiği için mimari temsil açısından bambaşka bir boyut açıldı. Bu henüz mimarlar arasında fazla yaygınlaşmadı çünkü üretimi fotoğrafa göre daha zahmetli ve masraflı ama bunun da ötesinde bir başka dezavantajı daha var. Videolarda dijital manipülasyon ve gerçeklikten kaçmak daha zor. Emlak piyasası bu konuda mimari mecralardan önde gidiyor.

Görsel dünya ve bu dünyadaki temsiliyetin gün geçtikçe hem teknoloji hem algı anlamında gelişmesi, mimari fotoğrafçılığa nasıl yansıyor? 

Temsiliyet kavramı üzerine bundan sonra çok daha fazla düşünmemiz gerekecek. Çünkü 'post-truth' denen ama bildiğimiz anlamda ‘yalan’ın bu denli ayan beyan dolaşımda olduğu ve itibar gördüğü bir dönemde temsiliyet kelimesi muğlak ve belki anlamsız bir kavrama dönüşüyor.

Mimari temsil konusunda bize en ilginç gelen hususlardan biri hep karşılaştığımız övgülerden birinde saklı. İyi bir mimari fotoğraf için genelde “Ne güzel çekmişsiniz, render gibi olmuş” deniyor çoğu zaman. Kimi zaman bunun bir övgü mü yoksa yergi mi olduğunu tartışıyoruz aramızda çünkü mimari görselleştirme yapan arkadaşlarımız da benzer şekilde “ne güzel yapmışsın, fotoğraf gibi olmuş” lafı ile karşılaşıyorlar. Kimse bir şeyin aslı gibi görünmesinden hoşlanmıyor artık.

Yerçekim olarak gerçekleştirdiğiniz projelerle birlikte mimariyle, yapılarla, inşayla ilgili daha fazla dikkatini çeken, yeni fark ettiğin, üzerine daha çok düşündüğün veya görüş değiştirdiğin konular oldu mu?

Fotoğraf çektikçe yapıların zeminle ve etrafları ile ilişkisine daha çok dikkat etmeye başladığımı fark ettim. Aldığımız eğitim, maruz kaldığımız yayınlar yüzünden yapı odaklı bir göz geliştirmişiz ama bir yapıyı kadrajlarken yapı ve bağlam ilişkisi çok çarpıcı bir şekilde beliriyor. Özellikle Londra’da fotoğraf çekerken kadrajı daha geniş tutabildiğim için bu ilişkiyi orada fark ettim. Kadraj dışına atmak isteyeceğim daha az şey oluyordu.

       © Ömer Kanipak, London

Türkiye’deki çekimlerde ise bu konuda zorlanıyoruz. Yapılar ne kadar iyi tasarlanmış ve üretilmiş olsa da zeminle, parsel sınırları ve komşuları ile ilişkileri pek düşünülmemiş oluyor. Çevre duvarları ve peyzajla ilişkin kötü ve yerleşik kabuller var ve çoğunlukla bunları yok farz ederek çekim yapmak zorunda kalıyoruz. Sanki her seferinde yemekten yeni kalkılmış dağınık bir sofradaki kristal kadehi kadraja alıp gerisini saklıyor gibiyiz. Temizlik ise bambaşka bir konu. “Bina temiz, çekime hazır” denen hemen hemen her binada temizlik ekiplerinin kadrajlarımızdaki alanları temizlemelerini bekliyoruz. Bir de buna özensiz işçilik ve yeterince geliştirilmemiş detay çözümlerinin yarattığı sıkıntılar ekleniyor ve post-prodüksiyon işimizi epey artırıyor.

Peyzaj uygulamalarında ise son derece sıkıntılı durumlarla karşılaşıyoruz çoğu zaman. Yeni tamamlanmış yapılarda peyzaj uygulamaları üstünkörü ve son kalan bütçelerle bitirilmeye çalışıldığı için nitelikli mimari fotoğraflar elde etmemizde büyük engeller çıkabiliyor. Yapıların eskimeden fotoğraflanmasını isteyen işverenlerimiz çoğu kez henüz gelişmemiş peyzaj düzenlemeleri ile yayınlarda temsil edilmek zorunda kalıyorlar. Bu zamanlama sorunu peyzaj mimarlığı fotoğrafı ve mimari fotoğraf arasında önemli bir çelişki doğuruyor.

Senin çok etkilendiğin, ara ara dönüp baktığın mimari fotoğraflar hangileri?

Ezra Stoller, Gregory Crewdson, Bas Princen, Nadav Kander, Edward Burtynsky… bu ustalardan fotoğraf seçmem zor oluyor, hemen hemen hepsi beni etkiliyor. Ezra Stoller hariç diğerleri kendilerini mimari fotoğrafçı olarak tanımlamıyorlar, yapılı çevrenin farklı hikayelerine odaklanmışlar ve bu bana daha ilginç geliyor.

Son dönemde yıldızı parlayan Iwan Baan’ın bağlamı kadraja alarak bunu kabul ettirebilmiş olması önemli ve bazı fotoğrafları muhteşem ama genelde fotoğraflarının özensiz olduğunu ve hak ettiğinden fazla ilgi gördüğünü düşünüyorum. Helen Binet’in kontrast yüklü fragmente olmuş kadrajlarını da takip ediyorum ama onun dünyaya yeniden gelmiş Lucien Herve olduğuna inanacağım neredeyse. Simon Menges, Brigida González, Karin Borghouts, Roland Halbe gibi isimler de yeni keşfettiğime üzüldüğüm fotoğrafçılar. Yeni isimlerden ise Laurian Ghini?oiu ve James Florio’yu mekânsal atmosferi aktarmaları açısından etkileyici buluyorum.

       © Nadav Kander, Yangtze River

Önünüzde sizi heyecanlandıran projeler var mı?

Bir iki sene önce başladığım ama Londra’ya taşınınca yarım kalan E-5 projem var. Tekirdağ-Ankara arasındaki E5 karayolunun kenarlarındaki yapılaşmaları çekiyorum. Bana Venturi’nin ‘Learning from Las Vegas’daki analizi kadar, hatta ondan bile cazip geliyor. Bence Türkiye’deki yapılaşma tarihinin kataloğu E-5 üzerinde ve ben de bunu görsel olarak belgelemek istiyorum. Londra’da ise malzeme hem bol hem de çok işlenmiş. Ama savaş sonrası çok bilindik mimari örnekleri kendi arşivim için çekmeye devam ediyorum.

Orhan’la birlikte başladığımız ‘yalnızlık’ serisine ben Londra’dan o İstanbul ve Berlin’den devam ediyor. Kentlerde yalnız kalmak zorunda olanlar, yalnız kalabilme ya da kalamama hali ve bunun yapılı çevre ile ilişkisi ilgimizi çekiyor. Orhan’la birlikte düşündüğümüz uzun soluklu, epey ses getireceğine inandığımız Türkiye odaklı bir başka proje daha var; bu günlerde bunu geliştiriyoruz destekçi bulmak için.

Röportaj: Bahar Turkay

#Mimari Fotoğraf #fotoğraf #mimari #Ömer Kanipak #Yerçekim Architectural Photography #Orhan Kolukısa


Sayfanın Başına Dön