MÜGE AKGÜN'DEN DARZANÀ ÜZERİNE...
 MÜGE AKGÜN'DEN DARZANÀ ÜZERİNE...
 MÜGE AKGÜN'DEN DARZANÀ ÜZERİNE...
 MÜGE AKGÜN'DEN DARZANÀ ÜZERİNE...
 MÜGE AKGÜN'DEN DARZANÀ ÜZERİNE...
 MÜGE AKGÜN'DEN DARZANÀ ÜZERİNE...
 MÜGE AKGÜN'DEN DARZANÀ ÜZERİNE...
 MÜGE AKGÜN'DEN DARZANÀ ÜZERİNE...
 MÜGE AKGÜN'DEN DARZANÀ ÜZERİNE...
 MÜGE AKGÜN'DEN DARZANÀ ÜZERİNE...
 MÜGE AKGÜN'DEN DARZANÀ ÜZERİNE...
 MÜGE AKGÜN'DEN DARZANÀ ÜZERİNE...
 MÜGE AKGÜN'DEN DARZANÀ ÜZERİNE...
 MÜGE AKGÜN'DEN DARZANÀ ÜZERİNE...

MÜGE AKGÜN'DEN DARZANÀ ÜZERİNE...

KONUK YAZAR   16.08.2016

Ülkenizin de katıldığı uluslararası bir etkinliğe gittiğinizde; nedense odak noktası, alınan ölçü kendi ülkenize ait bir yapıt, bir proje oluyor. Değerlendirmeleri onun üzerinden yapıyorsunuz, işin içine bazen benmerkezcilik, bazen de eleştirel bir bakış giriyor.

Bu yıl "Reporting From The Front - Cepheden Bildirmek" başlığını taşıyan Venedik Bienali 15. Uluslararası Mimarlık Sergisi'ne gittiğimde de aynı duyguları yaşadım. Bienalin ana mekanlarından Arsenale'deki Sale d'Armi binasının üst katında bulunan Türkiye pavyonuna çıkarken, giriş katında ilgimi çeken işlerin karşısındayken bile aklımdan geçen "Acaba bizim projemiz de böyle etkileyici gelecek mi" düşüncesiydi. Ancak ikinci kattaki salona girdiğimde karşıma çıkan bu büyük emek harcanmış, derinlikli iş karşısında kaygılar yerini haklı bir gurura bıraktı. Bana göre bu yıl Venedik Bienali 15. Uluslararası Mimarlık Sergisi'ndeki en dikkat çekici ve kavramsal çerçevesi en iyi çizilmiş işlerden biri Türkiye Payvonu ve Darzanà projesiydi.

Aslında bu sadece bana ait düşünce değil. Türkiye Pavyonu, ABD'nin önemli sanat platformlarından Artsy tarafından da Venedik Bienali 15. Uluslararası Mimarlık Sergisi'ndeki "En İyi 10 Ülke Pavyonu" arasında gösterildi.  

Bienalleri dolaşırken en büyük sorunlardan biri saatlerce dolaştıktan sonra gördüğünüz her şeyin birbirine karışmasıdır. Bu yüzden de bazen detaylar arasında kaybolur ve en önemli ayrıntıları göremezsiniz. Fakat Türkiye pavyonundaki tek parça tekne olunca, renkliliği ve estetiğiyle tüm bu gibi olumsuzlukları bertaraf ediyor.

Darzanà: İki Tersane, Bir Vasıta

Darzanà; Feride Çiçekoğlu, Mehmet Kütükçüoğlu ve Ertuğ Uçar küratörlüğünde, Cemal Emden ile Namık Erkal'ın küratöryel iş birliğiyle, Hüner Aldemir, Caner Bilgin, Hande Ciğerli, Gökçen Erkılıç, Nazlı Tümerdem ve Yiğit Yalgın'dan oluşan proje ekibi tarafından hazırlanmış.

Venedik, İstanbul, Tersane, Arsenale, Haliç, Venedik, Bastarda, Baştarga sözcüklerinin her birinin ayrı bir öyküsü, her birinin birbiriyle bir şekilde bağı var.  

Neredeyse 500 yıl boyunca askeri rakip ve ticaret partneri olan Venedik Cumhuriyeti ve Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ilişkilere,  Haliç tersanelerinden kalıntılar Arsenale'ye taşınarak gönderme yapılıyor. Ve iki kentin tersaneleri Bienalin kavramsal çerçevesine uygun olarak birer cephe olarak ele alınıyor.

Köken olarak, Türkçe'deki tersane ve İtalyanca'daki arsenale sözcüklerinin Venedik lehçesindeki karşılığı olan Darzanà, Arapça'daki "Dara's-sina'a" / sanayi yeri teriminden geliyor. Darzanà, 11. yüzyıl ile 19. yüzyıl arasında Akdeniz coğrafyasında denizciler, seyyahlar, tüccarlar, kısacası aynı dili konuşmadıkları halde birbirleriyle anlaşması gereken insanlar arasında kullanılan melez bir dil olan Lingua Franca'ya da atıfta bulunuyor.

Darzanà projesini Venedik'e taşımak için inşa edilen "baştarda" ise Osmanlı döneminde kadırga ile kalyon arasında hem kürekle, hem yelkenle yol alan melez teknelere verilen ad.  Akdeniz'e özgü melezliği simgeleyen "baştarda"nın kökeni "nesebi belirsiz anlamındaki "bastarda"dan geliyor.

30 metre uzunluğa ve 4 ton ağırlığa sahip 500 parçadan oluşan  Baştarda, Haliç'teki tersanelerde çürümeye terk edilen tekne kalıntıları kullanılarak inşa edilmiş. Sonra parçalanıp Venedik'e taşınarak, sergileneceği Sale d'Armi'de bu parçalar tekrar bir araya getirilmiş. Ortaya ise sınırları, cepheleri ve diğer çatışma alanlarını fikir birliğinin eşiklerine ve mekanlarına dönüştürmenin mümkün olup olmadığı ana temasını işleyen Darzanà projesi çıkmış.

Küratör Feride Çiçekoğlu, “Aslında bu proje bir yemek sırasında arkadaşlarımızla Avrupalı kimliğiyle Türkiyeli kimliği çok ayrıştı. Onu nasıl birleştirebiliriz düşüncesinden yola çıktı” diyor.

Feride Çiçekoğlu'na göre Venedik Mimarlık Bienali 2016 Kasım'ında sona erdiğinde, Baştarda serüvenine devam edecek, İstanbul'a geri gelecek.  Ve umulan o ki, ileride Tersane şehre açıldığında, inşa edildiği mekanda sergilenerek ortak hafızaya dair hikayeler anlatmayı sürdürecek.

Darzanà'nın ana teması; sınırları, cepheleri ve diğer çatışma alanlarını fikir birliğinin eşiklerine ve mekanlarına dönüştürmenin mümkün olup olmadığı sorusunu doğuruyor. İstanbul'un Haliç kıyısındaki Osmanlı'dan kalan tersanenin Cumhuriyet ile birlikte askeri işlevlerini büyük ölçüde yitirdiğini, 20. yüzyıl ortalarında bir kaç parçaya bölündüğünü, Camialtı ve Taşkızak tersanelerinin giderek boşaltıldığını ve bu büyük alanın yeniden kente katılabilmesi konusunun bir "cephe" haline geldiğini biliyoruz.

Darzanà, bu çetrefil konuyu uluslararası mimarlık platformuna taşımayı hedefledi. Bir yandan Akdeniz'e ayna tutarak suya sınır çekilemeyeceğini söylerken, bir yandan da şehir içinde şehirlilere kapalı alanlara, tel örgülerle çevrili mekanlara karşı çıkıyor.

Zaten bienaldeki bir çok işte olduğu gibi olduğu gibi Darzana projesi de çağımızın en büyük trajedilerinden biri olan mülteci sorunu, Doğu - Batı ilişkisi, kentleşme gibi konulara başarıyla dikkat çekiyor. Baştarda'nın karşısına geçip de, Akdeniz'de teknelerle kaçmaya çalışırken yaşamını yitiren binlerce insanı düşünmemek mümkün mü?

Venedik Bienali 15. Mimarlık sergisi 27 Kasım'a dek sürüyor. Yurt dışı planlarınızda Bienal'e uğramak için fırsat yaratmayı şiddetle öneririm. İnsanın ülkesine, tarihine, kültürüne olan güveni artıyor, ki bu günlerde buna hepimizin ihtiyacı var...      

Darzana Kitabı

Darzanà projesine eşlik etmek üzere hazırlanan kitabı da mutlaka edinin derim. İnsan elinden bırakamıyor; hem içeriği hem de görselliği çok başarılı. Kitap bir yandan Haliç kıyısındaki Tersane alanını Akdeniz coğrafyasına dair tarihsel bir çerçevede ele alırken, bir yandan da Tersane'nin bugünkü halini belgeliyor. Namık Erkal ve Vera Costantini'nin İstanbul ve Venedik tersaneleri için yaptıkları tarih okumalarıyla, bunlara eşlik eden arşiv malzemesini ve Cemal Emden'in fotoğraflarını bir araya getiren kitabın editörlüğünü Feride Çiçekoğlu üstlenmiş. Tasarımı ise serginin tüm görsel malzemelerini de hazırlayan Bülent Erkmen'e ait. Sanıyorum henüz satışa sunulmadı ama yakında Yapı Kredi Yayınları tarafından Türkçe ve İngilizce iki ayrı cilt olarak kitapçılarda satışa sunulacakmış.

Türkiye Pavyonunun Öyküsü

2014 yılından beri  Venedik Bienali'nin iki ana sergi alanından biri olan Arsenale'de 20 yıllığına kiralanan kendimize ait bir mekanımız var. Bu kiralamanın ardındaki isim ise İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı.

Bülent Bey, "2009 yılında Türkiye Pavyonu'nun tuvaletlerin yanındaki karanlık izbe alanını görünce çok üzülür ve buna bir çözüm bulmalıyız" der. Sonra Sale d'Armi binasında yer bulunur ama kirası İKSV'nin ve bir sponsorun karşılayamayacağı denli yüksektir. 21 sanatsever kişi ve kurumun desteğiyle mekan kiralanır. Restorasyon ve sergi düzenleme masraflarını da Schüco Türkiye ve VitrA üstlenir.

Hikayenin kahramanı 400 yaşında bir tekne. Venedik Doç'unun Sultan IV. Mehmet'e armağanı. Venedikli bir ustanın elinden, bir rivayete göre Venedik'te, diğerine göre Haliç'te inşa edilmiş. Uzun yıllar gezi için kullanılmış. Sonra gözden düşmüş, Dolmabahçe'de Yalı Köşkün kayıkhanesinde unutulmuş...

 

#Venedik Mimarlık Bienali #Darzana #İki Tersane Bir Vasıta #Türkiye Pavyonu #bienal #sergi #Müge Akgün


Sayfanın Başına Dön