ÖNGÖRÜLEMEYEN İÇİN ESNEKLİK: CAROLINE BOS
ÖNGÖRÜLEMEYEN İÇİN ESNEKLİK: CAROLINE BOS

ÖNGÖRÜLEMEYEN İÇİN ESNEKLİK: CAROLINE BOS

MİMARİ   30.11.2020

UNStudio kuşkusuz 1990’larda mimarlık okumuş olan herkesi en çok heyecanlandıran ofislerden biri. Rotterdam’daki Erasmus Köprüsü ve Mobius Evi gibi projeleriyle form ve mekan ilişkisinde yeni bir dönem başlattılar. Ben van Berkel ile birlikte UNStudio’nun kurucularından olan Caroline Bos ile bu heyecan verici mimarlık deneyiminin perdesini araladık. Bos ile gerçekleştirdiğimiz söyleşiyle bir yandan UNStudio’nun araştırmaya dayalı tasarım pratiğini, öte yandan da Bos’un kitaplara yaklaşımını anlamaya çalıştık, siz de çalışın.

Tasarım süreçlerinde araştırma yapmak, yıllardır ofisinizin benimsediği bir yöntem. Ve günümüzde her geçen gün daha da fazla ofis, araştırmayı işleriyle ilişkilendiriyor. Tasarımda araştırmanın önemini siz nasıl görüyorsunuz?

Bana göre araştırmanın en önemli yönü sosyal kısmı; bu da daha ziyade bilgiyi paylaşmakla ilgili. Paylaşım toplumu ve açık kaynak akımı günümüzün en önemli konuları; mimarlık ve şehircilik için bu tür konuları araştırmamız da zaten bu yüzden. Yaptıklarımız sadece klinik yöntemler kullanılarak yapılan bilim tipi araştırmalar değil; gerçekleştirilmesi daha mümkün olan, bütün kaynakların bilgilerini farklı formlarda bir araya getirerek yürüttüğümüz çalışmalar da söz konusu.

Ofisinizde bu çalışmalar için özel bir araştırma ekibiniz var mı?

Topladığınız bilgileri paylaşmak için geliştirdiğiniz araçlar neler? Bilgiyi sanal ve gerçek toplantılarda paylaşıyoruz; iç ve dış platform yazışmaları, konuşmalar, konferanslar ve buna benzer şeyler... Herkes bir hareket halinde; bu da ihtişamlı bir dağınıklık demek. Ve biz hala başlangıçtayız, yolda öğreniyoruz ki araştırmayı heyecanlı ve yeni yapan da bu hareketlilik. 

Daha detaylı ve kapsamlı bilgiler talep edildiği için veri katmanları da yıllar geçtikçe daha karmaşık bir hal alıyor. Tasarım araştırma süreciniz boyunca bu bilgi çeşitliliğiyle nasıl başa çıkıyorsunuz?

Profesyonel bilgi birikimimiz şüphesiz ki çok ileri seviyede. 25 yıllık bir deneyimimiz olduğu için şanslıyız, bu sayede çok fazla şey öğrendik. Örneğin çok karmaşık bir tasarımı çok daha basite indirgemek, daha kolay inşa edilebilir hale getirmek, ve onu bilgiye dönüştürmek gibi... Bu tıpkı bir pilot olmaya benziyor; eğitimli bakış açınız sayesinde, gittikçe artan miktarda bilgiyle baş edebiliyorsunuz. 

Ürün tasarımıyla da ilgileniyorsunuz. Mimari tasarımla ürün tasarımı arasındaki ana benzerlikler neler? Bu iki tasarım alanı birbirinden neler öğreniyor?

Geçmişteki mimarlığa kıyasla çağdaş mimarinin tip, stil, işlev ya da detay açısından daha akışkan olduğunu düşündük hep; sabit düzenler gerçek anlamlarını kaybettiler. Ve biz de bu mevcut durumu ortaya koyan ürünler tasarlamanın peşine düştük. Bu yüzden, farklı şekillerde kullanılabilen ürünler geliştirerek, bu ürünlerin, konumlandıkları mekanların yeni kullanımları için kullanıcılara cesaret vermesini hedefledik. 

Son ürünlerinizden biri de Gemini. Sandalyeyi yerleştirmek için ne tür bir mekan hayal ettiniz?

Gemini’ın asimetrik şekli, farklı duruşlarda oturabilmenize olanak sağlıyor ve aynı zamanda iki veya daha fazla sandalyenin çeşitli yollarla bir araya gelmesini mümkün kılıyor. Biz birden fazla kullanım olasılığı sunabilen mekanlarla ilgileniyoruz, sandalyeyi de bu tarz mekanlar için tasarladık. Bu, bir ofis lobisinde de olabilir, birinin oturma odasında da... Tasarımın esnekliği sayesinde Gemini gerek kamusal gerekse özel ortamlara uyum sağlayabiliyor. 

Muhtemelen Avrupa’daki finansal krizin de etkisiyle, gelişmekte olan ülkelere yöneldiniz. Avrupa’da çalışmakla gelişmekte olan ekonomilerde çalışmak arasındaki nasıl farklar var?

UNStudio başlangıcından beri uluslararası bir görünüme sahip; işimizi, ekonomik krizden uzun zaman önce, her zaman uluslararası bir bağlamda konumlandırmayı tercih ettik. Fazlasıyla inanıyorum ki, 21. yüzyılda mimarlık ve şehircilik tek başına yerel, bölgesel ya da ulusal ölçekte işleyemez. Ama süreci uluslararası bağlama konumlandırmak da oldukça zor. Avrupa’da çalışmakla gelişmekte olan ekonomilerde çalışmak arasındaki ana fark ise hız. Gelişmekte olan ekonomilerle çalışmak bize önceden yaptığımızdan on kat daha hızlı çalışmayı öğretti. 

Öyle görünüyor ki önceden programlanmış mekan uzun süre kalıcı olmuyor. İşlevler ve ihtiyaçlar her şeyde olduğu gibi çok hızlı değişiyor. Mimarlığın bununla başa çıkabileceğini düşünüyor musunuz?

Bunun için esneklik aşırı derecede önemli. Bence mimarlığı, bilinmeyeni sezerek gelecekteki ihtiyaçlara ve işlevlere göre uyum sağlayabilecek şekilde tasarlamak mümkün. UNStudio olarak Hollanda’da, herhangi bir strüktürel değişim yapmadan, ofisten apartmana dönüşebilen iki yapıyı çoktan inşa ettik. Öte yandan, projelerin hem sürdürülebilir hem de erişilebilir olması gerektiğine inanıyoruz. Bu iki yaklaşım dengede tutulmalı, diğeri uğruna bu niteliklerin birinden vazgeçmenin bir anlamı yok. 

UNStudio her zaman ünlü bir mimarlık ofisi oldu, ama hiçbir zaman ana akım işler yapan bir ofis olarak atfedilmedi. Bu durumdan memnun musunuz? 

Bağımsızlığımızın değerini biliyoruz, hayal etmeye neredeyse hiç olanak sunmayan kurumsal bir ofis olmayı asla istemeyiz. Bir yandan da uzmanlığımıza değer biçiyoruz ve biliyoruz ki müşterilerimizin bizden beklentileri de bu şekilde. Aslen yaptığımız işi profesyonel bir organizasyonla atölye arasında gidip gelen bir şey olarak görüyoruz.

Başa çıkmak durumunda kaldığınız en zorlayıcı proje tanımı hangisiydi? İşverenlerinizle uzlaşma konusunda ne kadar iyisiniz?

Şu anda neredeyse yarısı bitmiş olan, Çin’deki büyük, karma kullanımlı projenin inşası, bugüne kadar yaptığımız en zorlayıcı proje olabilir. Birbirine zıt, çaprazlama duran ve herkese açık cam bir köprüyle gökyüzünde birbirine bağlanan iki burgu kulenin içinde ticari alanlar, ofisler, konutlar ve otel bulunuyor. Zemin alanı neredeyse 400.000 metrekareye ulaşıyor. Bugünlerde işverenle uzlaşmak; sürecin tamamında tüm paydaşlar, uzmanlar ve danışmanlarla birlikte yürütülmesi gereken uzun süreli bir deneyim gerektiriyor. Bu proje de bize bu gerekliliği kanıtlamış oldu. 

Disiplinlerarası çalışmanın mimarın rolünde bir değişime sebep olacağını düşünüyor musunuz? Kendinizi nasıl konumlandırmayı tercih edersiniz?

Mimarın rolü çoktan değişti bile; birlikte yaratma ve bilgi değişimi herkesin rolünün birbirinin içine girdiği bir ortam oluşturuyor. Benim için bu muhteşem bir şey, çünkü zaten doğam gereği, olayları farklı perspektiflerden görmeye eğilimliyim. 

UNStudio olarak pek çok kitap yayınladınız. Kitap projeleri nasıl başlıyor, kitap yapmak için sizi harekete geçiren unsurlar neler?

Kitap bizim için boru sesi gibi; harekete geçmek için bir çağrı. Yeni bir aşamanın duyurusu. Şu anda da yeni bir kitap üzerinde çalışıyoruz. Ve bu, her zaman olduğu gibi, zor. Henüz orada olmayan bir şey hakkında derin bir araştırmayı kelimelere dökmek çok ince bir çalışmayı gerektiriyor. 

Biraz konunun dışına çıkalım. Favori roman yazarınız kim?

Çok eklektik bir zevkim var; genel olarak hayattaki dağınıklığım yatağımın kenarında yığına dönüşmüş kitaplar suretinde varlığını sürdürüyor. Bugünlerde benim için yeni olan bir ismin, İtalyan yazar Elena Ferrante’nin peşindeyim. Romanlarını bir arkadaşım önerdi. Öyle görünüyor ki, Ferrante son derece toplumdan uzak yaşayan biri. “Kitaplar, bir kere yazıldıktan sonra yazarlarına ihtiyaç duymazlar”. Tıpkı binalar ve mimarları gibi!

Mobil teknolojilerin de etkisiyle iş ve boş zaman arasındaki fark neredeyse ortadan kalktı. Kendinize zaman ayırabiliyor musunuz?

Artık kendimizi asla dış dünyaya kapayamadığımız bir gerçek ama ben bunu bir problem olarak görmüyorum, ne olup bittiğini bilmek, eğer birileriyle buluşmanıza geç kaldıysanız onlara rahatlıkla ulaşabilmek ya da internet üzerinden bütün cevaplara anında erişebilmek aslen stresi azaltan şeyler. Şahsen, çalışmaya harcadığım zamanda da boş zamanlarımda da hoş insanlarla bir arada oluyorum, seyahat ediyorum, sohbet ediyorum... Daha ne isteyebilirim ki?

Son olarak, mimarı keşke ben olsaydım dediğiniz bir yapı var mı?

Şehir plancısı olarak, yeni sosyo-ekonomik modellerden çıkan vizyoner kentsel dönüşümleri hayranlıkla izliyorum. Ayrıca, Ebenezer Howard’ın Bahçe Kent’i ve Frank Lloyd Wright’ın Broadacre Kent’i de kendi çağlarında olup biten derin değişimlere verilen, hayal gücü yüksek, ütopik yanıtlar. 

XOXO The Mag izniyle yayınlanmıştır. 

Tarih/Sayı: XOXO The Mag İlkbahar/Yaz 2014-2015

#CarolineBos #unstudio #mimarlık #röportaj


Sayfanın Başına Dön