14. İstanbul Bienali’nin Tadı Da Tuzu Da Yerinde
14. İstanbul Bienali’nin Tadı Da Tuzu Da Yerinde
14. İstanbul Bienali’nin Tadı Da Tuzu Da Yerinde
14. İstanbul Bienali’nin Tadı Da Tuzu Da Yerinde
14. İstanbul Bienali’nin Tadı Da Tuzu Da Yerinde
14. İstanbul Bienali’nin Tadı Da Tuzu Da Yerinde
14. İstanbul Bienali’nin Tadı Da Tuzu Da Yerinde
14. İstanbul Bienali’nin Tadı Da Tuzu Da Yerinde
14. İstanbul Bienali’nin Tadı Da Tuzu Da Yerinde
14. İstanbul Bienali’nin Tadı Da Tuzu Da Yerinde
14. İstanbul Bienali’nin Tadı Da Tuzu Da Yerinde
14. İstanbul Bienali’nin Tadı Da Tuzu Da Yerinde

14. İstanbul Bienali’nin Tadı Da Tuzu Da Yerinde

TASARIM   8.10.2015

Bir zamanlar uğruna savaşlar yapılan, ticaretin temeli olan, gastronomi kültürünün gelişmesinde payı büyük tuzun 21. yüzyılda bir sanat etkinliğinin ana temasını oluşturacağı kimin aklına gelirdi. 

İngilizcede maaş anlamına gelen salary, Almancada asker demek olan soldat ve Latincede tuzlamak anlamındaki Salarium sözcüklerinden türeyen tuzun uygarlık tarihi içinde verdiği lezzet kadar politik yanı da güçlü.

14. Uluslararası İstanbul Bienali’nin küratörü Carolyn Christov- Bakargiev dört bir yanı tuzlu sularla çevrili bir kentte gerçekleşecek bienal için ‘Tuzlu Su: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori’ başlığını seçerken sözcüğe çok geniş bir yelpazeden bakarak karar vermiş.

Christov- Bakargiev katalogdaki sunuş yazısında “Boğaziçi ekseninde kentin geneline yayılan bu sergi, dünyayı şiirsel ve politik olarak şekillendiren ve dönüştüren, görünür ve görünmez farklı dalga örüntülerini ve frekanslarını, su akıntılarını ve yoğunluklarını ele alıyor. Sanatla birlikte ve sanat aracılığıyla yas tutuyor, hatırlıyor, kınıyor, iyileşmeye çalışıyoruz ve kendimizi bir mekanla beraber bir çok topluluğun neşe ve canlılık olasılıklarına adıyor, formdan yeşeren yaşama sıçrıyoruz.” diyor.

Bu yıl Bienal müzelerin yanı sıra tekneler, otel odaları, eski bankalar, otoparklar, bahçeler okullar, dükkanlar ve evler gibi yerleşim alanlarında yer alıyor.  Boğaz, Büyükada, Şişli, Tarihi Yarımada ve Kadıköy. 

Christov-Bakargiev İstanbul Bienallerini başlangıcından beri takip eden bir isim. Son dört yıldır da danışma kurulu üyesi. İstanbul’u çok iyi tanıdığı belli. Kentin can alıcı bölgelerini, gizli saklı mekanlarını bulup ortaya çıkartmış. 

Bugüne dek Bienallerde sergilenen düzenlemeler, yapıtların büyük bir bölümü kapalı mekanlarda yer alırdı. Bu yerlerin sayısı da beşi geçmezdi. Bu yıl Bienal bir İstanbul turu gibi. 

Belli ki Christov-Bakargiev İstanbul’u seviyor ve izleyiciye de sevdirmeyi istiyor. “Altı bölgeden her biri hayatlarınızda bir güne tekabül edebilir” diyor. O kadar vakit ayıramazsak da en an üç gün diyelim. Mesafeler arası çok uzun. Özellikle de benim gibi İstanbul’un keyfini çıkarmak için mekanlar arasında yürümeyi seçerseniz.

TUR BAŞLIYOR

Biz gazeteciler, yazarlar işimiz gereği sanat etkinliklerini ilk açıldığı günlerde hatta açılmadan dolaşmayı severiz. İlk kez görmenin, yazmanın heyecanı da bambaşkadır. Ama bu kez kent dışında olmam nedeniyle ancak açılışından bir kaç hafta sonra Bienal mekanlarını dolaşma fırsatı buldum. 

İlk durağım ‘Tuzlu Su’nun  karma sergiler sunan dört ana mekanından biri olan İstanbul Modern. Müzenin süreli sergiler salonunda bir çok iş var. İlk gözüme çarpan ve önünden uzun süre ayrılamadığım çalışma Nikita Kadan’ın ‘Sığınak’ başlıklı iki katlı düzenlemesi. Üst katta doldurulmuş geyik ve ceylanları, araba lastikleriyle Kiev’de yıkım halinde bir müzenin yeniden inşası, alt kattaki ranzaya yığılan topraklar arasında yetiştirilen kerevizlerle her şeye karşın savaş sonrası da yaşamın sürdüğünü anlatmak istiyor gibi.

Grace Schwindt’in tencerenin içinde doğranmış bale papuçları, Ana Privacki’nin erotik bestesi, Fabio Mauri’nin mimari ağırlıklı çalışması, Michelangelo Pistoletto’nun ünlü heykeli ‘Paçavraların Venüsü’, Özge Çelikarslan ve Alper Çelik’in ‘Tekel İşçileri Direnişi’ de çok başarılı, insanı her biri ayrı ayrı düşündüren işler.  

Nobelli yazarımız Orhan Pamuk’un not defterleri bir köşede, Bir diğer köşede de yine Nobelli bilim insanı, fizikçi Santiago Ramón y Cajal’ın görsellik ağırlıklı işleri sergileniyor. 

GALATA ÖZEL RUM İLKOKULU

İstanbul Modern’den çıkıp Kemeraltı Caddesi’nde Galata Özel Rum İlköğretim Okulu’na doğru yürüyorum. Burası da Bienal’in karma sergilere yer veren bir diğer mekanı. Merdivenleri çıkıp ilk kattaki büyük salona girer girmez Anna Boghiguian’ın bir güç olarak tuzun deniz seferleriyle şekillenen öyküsünün anlatıldığı ‘Tuz Tüccarları’ adlı düzenlemesiyle karşılaşıyorsunuz. 

Asma katta Emre Hüner’in bilimkurgu dünyası, ikinci katta Patil ve Prabhakar’ın karanlık odada madenci heykelleri, Michael Rakowitz’in ‘Eti Sizin Kemiği Bizim’ adlı eğitim sistemini eleştiren düzenlemesi, üçüncü katta Ermenilerin yok olmaya yüz tutan zanaatkârlık aletleri, dökümler, kalıplar ve Hera Büyüktaşçıyan’ın defter heykelleri derken tavan arasında Boğaz’la tuzlu suyla yüz yüze geliyorsunuz.

MASUMİYET MÜZESİ VE CEZAYİR

Masumiyet Müzesi’nin giriş katında tek bir çalışma yer alıyor ama bir kez müzeye girip dolaşmadan çıkmak ne mümkün. Sanki ilk kez geliyor gibi tüm katları Kemal’in anıları ve fotoğrafları arasında kaybolarak yeniden dolaşıyorum. 

Sonra sıra Cezayir Binasına geliyor. Üst kat Fernando Gracia-Dory’nin Inland- Türkiye Genişleme Ajansı adlı projesi kapsamında iki kooperatifle birlikte yürütülen çalışmalar sonucu üretilen ürünler sergileniyor. Projenin tüm ayakları köye dönüş/ters göç ve alternatif üretim biçimlerinin olabilirliğini göstermesi açısından çok önemli. 

ARTER 

Cezayir’den çıktıktan sonra İstiklal Caddesi’ne yürüyüp Arter’e giriyorum. Buradaki en dikkate değer işlerden biri klinik psikolog, yazar ve ressam Bracha Ettinger’e ait. Kadın, doğum, beden ve cinsellik gibi konuları yapıtlarında işleyen Ettinger Bienale ‘Ve Kalbim, İçimdeki Yara Yeri Eurydike-Medusa başlıklı 18 resim, not defterleri, çizimlerden oluşan bir düzenlemeyle katılıyor. 

Christine Taylor Pattern’in çılgınca detay işi karga tüylü kalemle yaptığı tamamı 2000  parçadan oluşan ancak sergide bir bölümü yer alan Micro/Macro çizimleri de Bienal’in çılgın işlerinden biri. 

Evet, benim turum daha devam edecek. Hafta sonu Büyükada ve Kadıköy yakasındaki yerleri dolaşacağım. Bienale bugüne dek gitme fırsatı bulamayanlara da ay sonuna dek fırsat yaratın derim. 21. Yüzyıl sanatının vardığı nokta; bireyin iç dünyasından, siyasal ve toplumsal olaylara onun aracılığıyla bakmak insanın ufkunu bir başka türlü açıyor...

Konuk Yazar: Müge Akgün 

#14. istanbul bienali #tasarım #bienal #vitra #istanbul #Müge Akgün


Sayfanın Başına Dön