DENİZİN TASARIMCISI
DENİZİN TASARIMCISI
DENİZİN TASARIMCISI
DENİZİN TASARIMCISI

DENİZİN TASARIMCISI

TASARIM   11.10.2020

IWC Icons'un bu ayki konuğu mimar ve tasarımcı Neptün Öziş, 1950’lerde yaptığı çalışmalarla Türkiye’nin yaratıcı üretim tarihinde bir kilometre taşı olan Sadi Öziş’in oğlu olmanın gururunu çantasında hep taşıyor. Diğer yandan, yat tasarımı alanında uzman sayılı isimden biri. Kendisiyle, geçmişten gelen referansları, yat dünyasının inceliklerini, zamanı ve zamansızlığı konuştuk. 

Neptün, ikon ne demek sence?

Profesyonel anlamda yaptığı özgün işlerle bir noktaya gelmiş ve yaşam stiliyle de örnek alınan kişi.

Baban, ressam, heykeltıraş ve tasarımcı Sadi Öziş de hem kişiliği hem de eserleriyle bir dönemin sayılı ikonları arasında yer alıyor. Bu, oğlu ve bir tasarımcı olarak senin için ne anlama geliyor?

Öyle bir adamın oğlu olmak elbette hayata farklı bir gözle bakmayı sağlıyor. Bunu iki şekilde düşünebilirsin; birincisi, hayatında sürekli örnek alabileceğin bir kişiden hayatı öğrenmek, ikinci olarak da bir şeyleri öğrenirken doğru yaptıklarını alıp, nerede bir yanlışı veya eksikliği olduğunu iyi irdeleyip ona göre hayatını yönlendirebilmek. Bunlar çok gurur verici.

Tasarım sürecinde zaman ile nasıl bir ilişkin var? Zamanlama senin için bir kaygı unsuru haline geliyor mu, yoksa aksine zaman seni motive eden bir kaynak mı?

Benim için tasarım sürecinde zaman kısıtlamasının olmaması gerekiyor. Zaman unsurunun beni baltaladığını düşünüyorum. Hatta bu nedenle profesyonel hayatımı iki yönde tutuyorum. Bir tanesi sipariş edilen kontrat projeleri, ki bunlar profesyonel anlamda para kazandığın projeler. Diğeriyse, son dönemde adı duyulmaya başlayan ve benim de takip ettiğim Slow Design akımı. İşlerim, tamamen dışavurumumla ortaya çıkardığım tasarımlar ve bunların zamanı yok. Bu tasarımlar söz konusu olduğunda bir zaman sınırı koymadan kendi istediğim şekilde yapıyorum ve tasarımı istediğim seviyeye getirdikten sonra birisi tarafından kullanılır mı, talep edilir mi diye araştırmaya başlıyorum.

Walter Knoll ile geçtiğimiz aylarda çok önemli bir işbirliğine imza attınız. Bu işbirliği ile Sadi-Neptün Öziş tasarımı oturma üniteleri yeniden hayat buldu ve dünyaya açıldı. Ne hissediyorsun? 

Bu bir misyon meselesiydi ve aynı zamanda prestij oluşturdu. Ben üniversitede ders veriyorum ve öğrencilerle çok iç içeyim. Onlarla iletişimimde şunu gözlemledim, herkes tarafından bilinen, ikonik tasarımlar ve onların tasarımcıları dışında fark edilen, ortaya çıkan pek kimse yok. Yeni jenerasyon bu bilgiyi almıyor. Bahsettiğim bu bilgi, ürünler ve tasarımcılar, ancak çok geniş kapsamlı araştırmalarda ortaya çıkıyor. Ben bu işbirliği ile, söz konusu tasarımları yeniden hayata geçirerek, Türkiye’deki tasarım camiasının ve gençlerin, öğrencilerin bu geçmişi ve projeleri fark etmelerini istedim.

Bir yandan yat tasarımların hızla devam ediyor… Oturma üniteleri ve yat arasında ciddi bir ölçek farkı var. Bu, tasarımcı olarak sende bir gel-git yaratıyor mu?

Yat tasarımı dediğimiz şey minimum iki yıla yayılan bir süreç, ki benim tasarladığım tarzda yatlar söz konusu olduğunda bu dört ila beş yıla çıkabiliyor. Bir şey çiziyorsun ve beş yıl sonra sonucu görüyorsun. Sonra bir şey daha çiziyorsun ve yine beş yıl geçiyor. İnsan aynı tasarım üzerinde çalışmaktan bir süre sonra sıkılabiliyor. Dolayısıyla, daha hızlı sonuca ulaşabileceğim tasarımlar yapmayı istedim. Ayrıca başta söylediğim gibi, müşterim olmasa da ortaya çıkarabileceğim tasarımların peşine düştüm. Ürün ve mobilya tasarımına bu sebepten girmiş oldum. Yat tasarımı yaparken sürecin içinde diğer ürünleri zaten tasarlıyorum, o nedenle çok ciddi anlamda bir gel-git yaratmıyor.

Eski yat projelerinden biri olan Amphitrite, geçtiğimiz günlerde J.K. Rowling tarafından Johnny Depp’ten satın alındı. Onlarla birlikte aynı teknede seyahat etmek ister miydin?

O teknenin içinde hep birlikte bir akşam yemeği yemek isterdim tabii ki… Bu apayrı bir keyif olurdu. Ama 45 metrelik bir yatın üzerinde ve denizin ortasında bir hafta onlarla kalmak ister miydim, pek bilemiyorum. Bizim 2000 senesinde başka bir müşterimiz için bitirdiğimiz bir projeydi; tekne değerinden hiç kaybetmemiş, 22 milyon pound’a satılmış.

Senin denizle ve yatlarla aran nasıl?

Üniversite boyunca, hatta öncesinde ve sonrasında da yelken yarışçısıydım ve mezun olduğumda zaten bu işi yapmak istiyordum. Ancak ilk mezun olduğumda, 1994’te böyle bir iş dalı yoktu, böyle bir eğitim yoktu ve bu konuda kendi kendini eğitmen gerekiyordu. Dolayısıyla bu uzmanlığı okuyamasam da, sonradan bu iş dalı ortaya çıktığında bu alanda çalışmaya başlayan ilk tasarımcılardan biri oldum. Bu, tamamen deniz aşkımdan kaynaklanıyor. İsmim de babamın deniz merakından geliyor. Oğlumun isminin Riva olmasının kaynağı da aynı.

Pek çok insanın kenti terk etme planlarını hızlandırdığı günlerden çok daha önce evini Kaz Dağları'nın yakınında Adatepe’ye taşıdın ve yılın bir kısmını orada geçiriyorsun. Bu kararı nasıl aldın?

Tuzla’dan İstanbul'a üç buçuk saatte dönünce, burada yaşamamı gerektiren bir sebep olmadığını düşündüm. Yurtdışındaki yat tasarımcılarının bir çoğu, çalıştığım Almanya’daki firma dahil olmak üzere pek çok firma şehrin göbeğinde yer almıyor. Teknoloji artık bizim herhangi bir yerden herhangi  bir işi yapabilmemize olanak sağlıyor. Burada artık beni besleyecek şeyler kalmadı, bu şehir günümüzde herkesi mutsuz ve stresli kılıyor. Bu nedenle, hayatta daha çok beslenebileceğime inandığım bir tarafa geçiş yaptım. Ama bu demek değil ki, buradan koptum. O bambaşka bir durum. İkisini dengeli bir şekilde yürütmeye çalışıyorum. 

Tasarımcı olarak ürettiğin şeyler, -mobilyalar, yatlar- bir şekilde lüks tüketimin bir parçası gibi görünüyor, ama sen kendin daha farklı bir yaşam şeklinin içindesin.

Bunun bizim gibi insanları daha çok besleyen bir durum olduğunu düşünüyorum. Sanatçılar ve biz tasarımcılar, aslında dünyanın her noktasından, her zaman, her şekilde beslenmek zorunda olan insanlarız. Bu şekilde algımız gelişiyor ve bunu dışa vurabiliyoruz. Adatepe’deki yaşantımda burada yapamadığım şeyleri, burada da Adatepe’de yapamadığım şeyleri yapıyorum. Orada evimin altındaki ahşap atölyemde kendi tasarımlarımın prototiplerini kendim yapıyorum. İstanbul’da ise bağlantılarımı daha çabuk kurabiliyorum. Zaman içinde ofisi ve ekibini de o tarafa doğru kaydırabileceğimi sanıyorum. Birini lüks, diğerini kırsal yaşam olarak tanımlayabilirsin ama şöyle bir gerçek var ki, özellikle mobilya ve ürün tasarımında esinlendiğin şeyler doğadan olup, dışa vurdukların lüks tüketime uygun şeyler oluyor. Günümüzün en önemli eğilimiyse doğal malzeme ve doğal hayat üzerine kurulu… Yansıması lüks de olsa… Dolayısıyla yaşam tarzım bu anlamda beni besliyor.

Kolundaki IWC Portugieser Yacht Club Chronograph sana neyi çağrıştırıyor?

Zamansızlığı ve sadeliği. Aslında bunlar benim de tasarım prensiplerim. Tasarım şaşalı olmamalı ve bundan yirmi yıl sonra ona baktığında da fütüristik veya geçmiş bir dönemi hatırlayabilmelisin.

XOXO The Mag izniyle yayınlanmıştır.

Kaynak | XOXO The Mag İlkbahar/Yaz 2016-2017
#NeptünÖziş #YatTasarımı #mimarlık #tasarım #röportaj


Sayfanın Başına Dön