ECE GÖZEN İLE PANDEMİ ÜZERİNE KISA KISA
ECE GÖZEN İLE PANDEMİ ÜZERİNE KISA KISA
ECE GÖZEN İLE PANDEMİ ÜZERİNE KISA KISA
ECE GÖZEN İLE PANDEMİ ÜZERİNE KISA KISA

ECE GÖZEN İLE PANDEMİ ÜZERİNE KISA KISA

TASARIM   23.10.2020

Konumuz: Pandemi

Konuğumuz: Ece Gözen (Bio Tasarımcı)

 

Bizi bu noktaya ne getirdi, buradan ne çıkarır?

Bizleri bu noktaya tüketim alışkanlıklarımız ve kurduğumuz tüm sistemlerin insan merkezcil olması durumu getirdi. Tüm doğal kaynaklar, denizler, hayvanlar, toprak insana hizmet için burada ve bizim de sınırsız bir tüketim hakkımız varmış gibi gördük, sömürmeyi ve kirletmeyi normal bir sürecin sonucu gibi kabul ettik. Ekonomik ve politik çıkarların tüm seçimlere ağır bastığı düzen içerisinde birey olarak sorumluluğumuzu ve potansiyelimizi keşfetmek tek çıkış noktamız. Yaptığımız her bir tercihin, eylemin, düşüncenin farkındalığında ilerleyebildiğimizde ve her bir yaşam hakkını koruduğumuz yeni bir düzen kurduğumuzda çıkabiliriz. Ve buradan ancak hep birlikte çıkabiliriz.

Pandemi sonrasında tüketim alışkanlıklarımızda ne gibi çarpıcı değişimler olmasını ön görüyorsun?

Pandemi bize doğayla kopan bağlarımızı ve yaptıklarımızın birbirimizi nasıl etkilediğini gösterdi. Birey olarak sağlıklı olma halini ancak kolektif olarak hareket edersek sağlayabileceğimizi gördük. Uzunca vakittir eksik olan empatiyi kurduk hastasıyla, yaşlısıyla, genciyle. Tüm dünya insanlarını bir anda evlerinde kalmalarına sebep olan, alışılagelmiş düzeni gözden geçirten pandemi, tüketim alışkanlıklarımızı da sorgulattı. Çünkü bugüne kadar kurduğumuz ve sürdürdüğümüz bu tüketim toplumunun bir sonucu bu yaşananlar. Ülkelerin ticaret hacimlerini düşürmek zorunda kaldığı bu süreçte de kendi kendine yetebilmenin ve lokal olarak üretmenin önemini görmüş olduk. Çok şanslıyız ki, kaynakları böylesine bol ve bereketli topraklarda yaşıyoruz. Bunlara sahip çıkmamız ve hakkını vererek sürdürülebilir, yerel, döngüsel sistemler oluşturmamız lazım. Yerel üretimlerin artışına, daha yavaş ve farkındalıklı bir üretim sürecine şahit olacağız. Sterilizasyon ihtiyacımızdaki artışa bağlı olarak maalesef tek kullanımlık ürün tüketimimiz arttı bu da tüm bu sorunları yaşama sebeplerimizden biri olan dünyayı kirletiyor oluşumuzu plastik atıklarımızı artırarak temelde yatan problemi büyütüyor aslında. O yüzden de malzemeye yeni bir yaklaşım getirmek zorundayız çünkü dünyanın bu anlayışa daha fazla tahammülü kalmadı. Pandemide öğrendiğimiz empatiyi malzeme dünyasına da yansıtmamız gerekiyor. Gozen Institute olarak tam bu noktada yer alıyor ve daha iyi bir gelecek ve sürdürülebilir bir dünya için biyofabrikasyon yoluyla doğada çözünebilen kullanım süresi bittiğinde kompost olabilen ve atıldığı toprağı zenginleştiren biyomateryaller tasarlıyoruz. Ve göreceğiz ki gelecek şimdi, değişim bu anda başlıyor.

Salgın sürecinde yeniden düşündüklerimiz, farkına vardıklarımız arasında yaşantımızın bundan sonrasını en fazla etkileyecek olan nedir sence?

Kendimizle, ailemizle, yaşadığımız yerle, sevdiklerimizle, işimizle, korkularımızla, bedenimizle, ihtiyaçlarımızla, doğayla olan bağımızı sorguladığımız farklı içsel yanıtlar geliştirdiğimiz salgın sürecinden sonra hayatlarımızda dönüm noktası olan şey evimize iyi bakmamız gerektiği oldu bence. Beden evimiz, zihin evimiz, dünya evimiz çünkü ondan başka gidecek bir yerimiz yok. Bildiğimiz ve deneyimlediğimiz tüm gerçeklik burada yaşanıyor. Sağlıklı olabilmemizin tek şartı dünyadaki yaşamın sağlıklı olması olduğunu anladık. Artık eski çürümüş, yozlaşmış sistemleri bırakıp sürdürülebilir ve döngüsel bir sitemi kolektif olarak gerçekleşmenin zamanı geldi. Bu algıdaki artışın bir sonucu olarak da daha bilinçli olmayı, doğaya daha fazla saygı duymayı, daha ‘yavaş’ olmayı ve ‘yavaş tüketmeyi’ öğrendiğimiz bir sürece giriş yaptık. Girdiğimiz bu süreci 12 senedir içinde olduğum moda ve tekstil sektörüyle de örneklendirmem gerekirse, artık bir çift deri bot için dünya kaynaklarından 25.000 litre su harcandığı bilgisini içselleştirmişsek çok da ihtiyacımız olmayan sadece tarzı hoşumuza gittiği için almayı ‘arzu ettiğimiz’ üçüncü, dördüncü çift deri botu almıyoruz, almamalıyız. Dolayısıyla bundan sonra en çok yaşantımızda ‘tercihler’ konusunda farklılıklar yaşanacağına inanıyorum. Y, Z ve Alpha kuşaklarının da benimsediği, dünyanın daha sürdürülebilir bir yer olması için yapılacak tercihlerin önemi giderek daha da görünür hale gelecek. Ben Y kuşağı mensubu olarak üzerime düşen sorumluluğu biyoteknoloji, sanat ve tasarımın sürdürebilir bir dünya ve insan yaşamı için çalışan, bu kapsamda Türkiye’de ilk ve tek olan Gozen Institute’yü kurarak aldım. Gozen Institute’teki laboratuvarımızda kaynaklara saygılı, sürdürülebilir biyo-materyaller üreterek hem geleceğe hem ülkemize katma değer sağlıyoruz hem de bu yolda ilerlemek isteyen benim jenerasyonum ve benden sonraki jenerasyonlar için yolu açıyoruz.

Sence moda endüstrisinde bir süredir özellikle alternatif malzemeler üzerine yürütülen çalışmalardan, bundan sonraki süreçte kitlesel anlamda fark yaratacak, faydalı olacak sonuçlar çıkar mı?

Tabii ki çıkacak. Bizde tam olarak bunun için çalışıyoruz. Bu malzemeler üzerine yürütülen çalışmalar biyoteknoloji çatısı altında toplanıyor. Tarımdaki, enerjideki süreçlerde ya da daha somut bir örnekle paylaşmam gerekirse sofranızdaki ekmeğin enzimi için bile biyoteknoloji kullanılıyor. Tekstildeki yansımalarına baktığımızda evet nispeten yeni bir alanda yol alıyoruz. Ancak bu pazar hızla büyüyor, dünyadaki örneklerini global markalarlar/tasarımcılar ile biyoteknoloji laboratuvarının işbirliği sonucunda çıkan tekstil biyomateryallerinde görebilirsiniz. Dolayısıyla biyoteknoloji bazlı tekstillerin yavaş yavaş sektördeki yerini bularak endüstriyel anlamda kullanılmaya başlanması oldukça yakın. Kısa bir veriyle açıklamam gerekirse örneğin vegan deri pazarının 2025’e kadar 89.6 milyar dolar değere ulaşacağı tahmin ediliyor. Şu aşamada aslında arka planda AR-GE’ye ve fikri ve sınai mülkiyet haklarına yatırımlar yapılıyor, bu nedenle Gozen Institute gibi kurumlar pazardaki pozisyonunu alarak haklarını koruma ve yatırım alma stratejilerini geliştiriyor. Bu sürecin de kısa sürede tamamlanarak, endüstriyel skalada giyebileceğimiz biyoteknoloji bazlı tekstilleri 5 yıl içinde raflarda göreceğimizi ön görüyoruz. Bu ürünleri raflarda görmemizle birlikte dönüşüm öyle hızlı gerçekleşecek ki tıpkı akıllı telefonların hayatlarımıza girmesi gibi bundan önceki versiyonu hatırlamakta zorlanacağız. Ama bence daha da önemli bir nokta var ki o da tüketicilerin tamamen ‘doğanın sihri’ kullanılarak mantardan, bakteriden üretilmiş derilerden ya da yosundan elde edilmiş iplikten bir ürün kullandığında, kendi algı çerçevesinde bu durumla nasıl bir bağ kurduğu ve bunu ne kadar içselleştirebildiği.

Röportaj: Bahar Turkay

#Ece Gözen #moda #moda tasarım #pandemi #doğal yaşam #COVID-19 #ekoloji #biyomateryal


Sayfanın Başına Dön