İÇİNE GİRİLEBİLİR BİR HEYKEL
İÇİNE GİRİLEBİLİR BİR HEYKEL
İÇİNE GİRİLEBİLİR BİR HEYKEL
İÇİNE GİRİLEBİLİR BİR HEYKEL
İÇİNE GİRİLEBİLİR BİR HEYKEL
İÇİNE GİRİLEBİLİR BİR HEYKEL
İÇİNE GİRİLEBİLİR BİR HEYKEL
İÇİNE GİRİLEBİLİR BİR HEYKEL
İÇİNE GİRİLEBİLİR BİR HEYKEL
İÇİNE GİRİLEBİLİR BİR HEYKEL
İÇİNE GİRİLEBİLİR BİR HEYKEL
İÇİNE GİRİLEBİLİR BİR HEYKEL

İÇİNE GİRİLEBİLİR BİR HEYKEL

TASARIM   20.10.2021

Louis Vuitton’un İstinye Park’taki yenilenen mağazası ziyaretçilerini, Seçkin Pirim’in tasarladığı ‘içine girilebilir heykel’in entegre edildiği cephesiyle karşılıyor. Sanatçının, markanın kimliğiyle de örtüşen unsurlara sahip bir serisinden yola çıkarak bu alan için yaptığı ve mimari yapıya entegre edilen işi, beklenmedik, sürpriz bir karşılaşma vaadi taşıyor.

Cepheyi kaplayan bu mermer eserin yaratıcısı sanatçı Seçkin Pirim ve ortaya çıkmasını sağlayan iş birliğinin diğer tarafında yer alan  PIN Architects'in kurucu ortaklarından mimar Salih Küçüktuna ile, tasarım ve üretim sürecine dair konuştuk.

Louis Vuitton’un İstinye Park mağazasının cephesini kaplayan heykel projesi nasıl ortaya çıktı?                

Seçkin Pirim: Bu birliktelik, Louis Vuitton’un İstinye Park'taki binasını değiştirme kararı aldığı zaman burada birlikte çalıştıkları PR Ajansı'na bu işi bir sanatçıyla birlikte yapmak istediklerini söylemeleriyle başladı. Bu doğrultuda ajanstan gelen isimler üzerine bir araştırma içerisine girildi. Burada benim adıma güzel olan şey, başta çizilecek projeler içinden seçim yapmak istediklerini belirtmelerinin ardından direkt benimle çalışmaya karar vermeleri oldu. Pandemi öncesinde başlayan bu süreç salgın koşullarında uzadı.  

Bu, markanın da dünyada bir sanatçıyla ilk defa gerçekleştirdiği bir iş yapış şekli aslında. Daha önce vitrinlerde ve ürün tasarımlarında sanatçılarla yaptıkları birliktelikler var. Fakat mağazanın cephesini bir sanatçıya teslim ettikleri bir birliktelik onlar için de ilk defa oluyor.

Salih Küçüktuna: Biz de Seçkin Pirim'in projenin niteliğinden ve mimari ölçeğinden kaynaklı bir işbirliğini PIN ile gerçekleştirmek istemesiyle projeye dahil olduk.

Cephe için yapılan tasarımda mimari unsurları veya markanın kimliğini ne oranda gözettiniz?                      

Seçkin Pirim: Bana ‘bizim için cephe tasarımı yapar mısın?’ dediklerinde, ‘sizin için bir cephe tasarımı yapmam, içine girilebilecek bir heykel yaparım’ demiştim. Çünkü ben böyle bir iş geldiği zaman ilk başta hakikaten hiçbir şeyi düşünmüyorum. Yapıdaki teknik sorun, neyin nasıl monte edileceği gibi şeyleri aklıma getirmeden, gerçekten gözümü kapatıp burada ne görmek istiyorsam, içimden geçen neyse direkt onu çiziyorum. Ancak o zaman insanı engelleyebilecek düşüncelerden kurtuluyorum. ‘Çözülemeyecek hiçbir problem yok’ cümlesi benim çok hoşuma gidiyor. Mutlaka olabilir ama bunun çok az bir ihtimal olduğunu biliyorum. O yüzden de beni hiçbir şeyin kısıtlamasını istemiyorum ilk başta. Sonrasında çıkan problemler üzerinden tasarımı olabildiğince az değiştirerek nasıl ilerleyebileceğimize bakıyoruz.

Bu noktada Louis Vuitton gibi büyük bir markanın aslında ne kadar açık fikirli ya da sanatçıyı destekleyen ve önünü açan bir yaklaşma sahip olabildiğini de bir kez daha gördüm. Çünkü burada gerçekten yapıyı kendi başına ve mühendislik olarak zorlayan bir sürü şeyle karşılaştık. Her şeyden önce bütün tasarım mermerden, yani doğal taştan yapıldı. O nedenle çok ciddi bir ağırlık ve monte edilme meselesi vardı ki bunlar ciddi mühendislik çözümleri gerektiren konular. Ancak dediğim gibi ‘yapılmayacak bir şey yoktur’ cümlesini bu süreçte de duydum.

Markanın kimliğini nasıl gözettiğimle ilgili de şunu söyleyebilirim ki; kendi çizgimden ve heykellerimden ödün vermeden yaptığım seriler içerisinde hangisinin markayla daha yakın bir diyalog yaşayabileceği ve daha çok örtüşebileceği üzerinden bir kurgu yaptım. Son dönemde yaptığım, karelerden oluşan ve yavaş yavaş bozulmaya doğru giden serim, markanın ‘damier’ deseniyle çok güzel bağdaştı. Aynı zamanda bu seride simetriyi bozarak, uzağa, yükseğe doğru giden bir sürü formlarda kâğıt işler yapıyordum ki bu benim kendi işlerimdeki sınırları bozmak, alışılmışın dışına çıkmak söylemi üzerinden gelişen bir formdu. Louis Vuitton da her zaman öncü olmuş, sınırların dışına çıkmış, ileriyi düşünmüş, kalıpları birazcık kırmış bir marka.

Salih Küçüktuna: Uygulama tarafında işi şekillendiren unsurlar ise, bulunduğu çevre, barındırdığı fonksiyonlar ve içerdiği farklı katmanlarla olan ilişkisinin mimari olarak çözümlenmesinin yanı sıra, altyapısı ve taşıyıcı sistem gereksinimleri ile mevcut cepheye entegre edilmesi gibi parametreleri de kapsıyordu.

Fiziksel bir yapının cephesi, sanatsal anlatım için nasıl bir kanvas?      

Salih Küçüktuna: Cepheyi, çağdaş kentsel kültürün oluşmasına katkıda bulunması açısından sanatçı ve mimarların buluştuğu ortak alanlardan önemli biri olarak düşünebiliriz. Özellikle kent ölçeğinde ve kamusal alanlarda bu cephelerin izleyicisi ile ilişki kurması bu kültürün gelişmesine önemli bir katkı sağlıyor. 

Seçkin Pirim: Daha önce belirttiği gibi benim için bu içine girilebilen bir heykeldi. Dolayısıyla kendi heykelim olarak sergileyebileceğim bir mantıkta ilerledi. Ancak elbette burada bir ekibin devreye girmesi, boyutların yükselmesi ve büyümesi bir unsurlar konuya yeni bir boyut kazandırdı. Bundan farklı olarak böyle büyük projeleri yaparken bu yapıyı kaç kişi görecek, güneş nereden doğuyor, nasıl bir gölge yaratacak, binanın cephesi ya da işin eserin olduğu yerin görüş alanı hangi açıdan daha fazla görünecek gibi soruların devreye girmesi doğrultusunda düşünme biçimi değişiyor. Ve bu değişiklik benim için de işe yeni bir heyecanı katıyor.

Formun nasıl şekillendiğinden, katmanların matematiğinden, taşıdığı referanslardan ve nasıl üretildiğinden bahseder misiniz?                           

Salih Küçüktuna: Mimari 3 boyutlu formu, Seçkin Pirim'in tasarımı üzerinden mevcut yapının modellenmesi ile, mağaza cephesine mevcut fonksiyonlarla entegre olabilecek şekilde, çok sayıda deneysel çalışma, dijital ve fiziksel modeller, sistem tasarımları ve simülasyonlar yardımıyla uyarlayarak ürettik.  

Seçkin Pirim: Kullandığım bu form zaten dediğim gibi son bir bir iki senedir üzerinde çalıştığım serinin devamı ve şekillenme biçimi hem kendi işlerimden hem de markanın kimliğiyle örtüşmesinden ortaya çıkıyor. Yapıyı heykelsi yapmayı istememden dolayı ucuna doğru olan kısımda mermeri yontarak bir eğri oluşturduk ve daha üç boyutlu olmasını sağladık. Bu şekilde heykel olduğu hissedilebiliyor. Diğer kısımlarda, yani düz olan yerlerde bloktan yontma değil, plakadan keserek birleştirme tekniğiyle gidildi.

Aslında ilk başta çok başka bir malzemeyle yol alacaktım ancak hem mağazanın İstanbul'da olmasına referans veren, hem de markayla bizi birleştiren bir malzeme olsun istedim. O yüzden de muhteşem doğal taşlarımızı kullanmak istedim. Malzeme olarak Antalya'dan, Demre'den çıkan limra taşı kullandık. Teknik olarak bu yapıda ve bu şekilde kullanım olarak biraz zorlayıcıydı. Ancak montajından yapımına bütün süreç boyunca birlikte ilerlerik ve bence gayet başarılı bir sonuç ortaya çıktı.

Mimarinin sanatsal üretimle birleşmesi yapıyı nasıl etkiliyor sizce?              

Seçkin Pirim: Mimari aslında benim için her zaman gerçekten sanattı zaten. Kuzguncuk'ta doğdum ve çok önemli mimarlarla büyüdüm. O yüzden mimariye o zamandan beri çok yakınım, hem de hevesliyim. Her zaman bir mimarın da zaten sanatçı olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda mimari yapıya sanatın entegre edilmesi ya da içinde yer verilmesi bence çok önemli. Bu iki alanın birbirinden ayrılmayan bir bütün olduğuna, hiçbir zaman da ayrı düşünülmemesi gerektiğine inanıyorum. Dünyaya da baktığınızda mimari ve sanat her zaman birbirini desteklemiş, birbirinin içinde var olmuş. O yüzden mimari sanatı etkiliyor, sanat da mimariyi etkiliyor diyebiliriz.

Salih Küçüktuna: Mimar ve sanatçıların üretim metotlarının farklılıklarını içeren ve kullanılmayan muazzam bir potansiyel var. Bu potansiyel amorf alanlarda iyi bir koordinasyon ve işbirliği ile çok farklı ölçek ve nitelikteki mekânları yeniden düşünmenin, keşfetmenin ve şekillendirmenin mümkün olduğunu bize gösteriyor. Aynı zamanda mimarların ve sanatçıların kendi alanlarında da bir dönüşüm yaratmak için yeni fırsatlar barındırıyor. 

Cepheye baktığımızda gördüğümüz şeyi en yalın ifadeyle ‘teknik bir zarafet’ olarak da tarif etmek mümkün. Bu denge nasıl ortaya çıktı? 

Salih Küçüktuna: Mimari açıdan değerlendirecek olursak, eserde gördüğünüz her katman ve her parça defalarca çok uzun süren detaylı çalışmalarla tek tek üretilmek üzere modellendi. Bu kadar uzun süreli çalışmalarda doğal olarak sanatçının eserini içselleştiriyorsunuz. Dolayısıyla mimar olarak terazinin teknik tarafında olduğumuzu düşünerek zarafeti dengelemek için çok detaylı ve rafine bir çalışma yapmak gerektiğini söyleyebilirim.

Seçkin Pirim: Bunu yine kendi işlerim üzerimden söylemek doğru olur. Küratörler işlerimde belirli bir estetik ve insanı içine alan bir yapı olduğunu ancak buna karşılık dekoratif olma durumuna düşmeden, alt metnin de insanı içine aldığını ve o güçlülüğü taşıdığını dile getiriyorlardı. Bu dengeyi kurmak güzel tabii ancak bu benim bilerek ya da düşünerek yaptığım bir şey değil. Çünkü işlerimi genelde çok akışıyla yapıyorum ve kendi doğallığıyla ortaya çıkıyor. Hayatımda bir şeyler değiştiği zaman işlerim de değişmeye başlıyor.

Son zamanlarda hayatımı tamamen minimalleştirdim ve işler de o yönde gelişmeye başladı

Ayrıca ben atölye adamıyım. Sekiz, dokuz yaşından beri çıraklıkla büyüdüm. Atölyede olmayı ve her şeyi kendi elimle yapmayı severim, tıpkı tasarım ve mimariyi sevdiğim gibi. O yüzden işin elle yapma ve zanaat kısmını da severek yapıyorum. Heykel okuduktan sonra, plastik kaygıları, boşlukları, dolulukları, espasları düşünürken ürettiğin bir şey zaten bir anlamda insanı içine çeken estetik değerleri olan bir yapıta dönüşüyor. Bütün bunların yanında tabii ki bir söylem üzerinden yola çıkıyorum. Hem alt metnin dolu olması hem de estetik kaygıları taşıyarak bir iş yapmak iyi bir sonuca ulaştırıyor.

 

İnsanlar yapı ile karşılaştıklarında ve mağazayı da deneyimlediklerinde nasıl bir duyguyla ayrılsınlar istersiniz?       

Seçkin Pirim: Sırf binanın değil, tüm işlerin ilk başta görsel olarak insanları etkilemesini seviyorum. Ondan sonra izleyici ‘bu ne anlatıyor?’ diye alt metin sorusunu mutlaka soruyor. Ve karşılığını aldıktan sonra ikisinin birleşiminin gücü zaten işi ve sanatçıyı sevmesini sağlıyor.

Bu yapıda dairesel bir alan söz konusu. Hem yürüyerek hem arabayla geçtiğinizde bir anda karşınıza çıkıyor. Benim de istediğim şey tam insanların karşısına çıktığı anda bir sürpriz etkisi yaratması ve insanlara ‘bu nedir?’ sorusu sordurmasıydı. Ve biraz da tabii içine girme, yakından bakma isteği uyandırmak istedim ki şu ana kadar gelen tepkiler doğrultusunda bunu yarattık diye düşünüyorum.

#LouisVuitton #İstinyePark #SeçkinPirim #SalihKüçüktuna


Sayfanın Başına Dön