İYİ TASARIM NEDİR?
İYİ TASARIM NEDİR?
İYİ TASARIM NEDİR?
İYİ TASARIM NEDİR?
İYİ TASARIM NEDİR?
İYİ TASARIM NEDİR?
İYİ TASARIM NEDİR?
İYİ TASARIM NEDİR?
İYİ TASARIM NEDİR?
İYİ TASARIM NEDİR?
İYİ TASARIM NEDİR?
İYİ TASARIM NEDİR?
İYİ TASARIM NEDİR?
İYİ TASARIM NEDİR?

İYİ TASARIM NEDİR?

TASARIM   22.05.2021

Grafik tasarımcı ve akademisyen Ardan Ergüven’in ‘İyi tasarım nedir?’ adlı kitabı, bu yılın başında yayımlandı. Kitap en özet anlatımla, ‘tasarım kavramını tarihten örnekler, güncel uygulamalar ve kişisel gözlemler ışığında ele alarak bu konudaki bilgilerimizi artırmayı amaçlıyor.’

Ergüven ile kitabı üzerinden tasarımın tanımı, iyisi, kötüsü, geçmişi, bugünü ve -olası- geleceği ve tasarımcının pozisyonu hakkında konuştuk.

'İyi tasarım'la ilgili konuşmak, tartışmak neden önemli?

Her şeyin çok fazla ve çeşitli olduğu bir ortamda herkesin kendine göre bir tasarım anlayışı var. Tasarım kültürel bir olgudur. Yaşadığımız yere ve deneyimlerimize göre tasarım hakkında bir fikir sahibi oluruz. Bize güzel gelen tasarımlar çoğu zaman aşina olduğumuz ve bize çeşitli şeyleri anımsatan şeylerdir. Fakat tasarımın aynı zamanda hayatımızı anlamlandırma ve değiştirme gibi bir özelliği var. Bu bağlamda tasarımı ‘hayatımızı kolaylaştıran’ ve ‘yaşam şeklimizi değiştiren’ bir eylem olarak tanımlayabiliriz. Hayatımızı kolaylaştıran tasarımlar belirli işleri daha kolay ve kısa sürede yapmamızı sağlıyor. Yaşam şeklimizi değiştiren tasarımlar ise tarzımıza ve davranışlarımıza yön veriyor. Tasarım tarihinde belirli stillerin ortaya çıkışı buna dayanır. Klasik, modern ve postmodern olarak tanımladığımız tasarımlar gerçekte doğdukları zamanın ruhunu yansıtır ve bu tür estetik üsluplar, üretilen eşyalar ve görüntüler üzerinden bir dünya görüşünü ortaya koyar.

İyi tasarımın amacı sahip olduğumuz kaynakları verimli şekilde kullanarak insanlara, doğaya ve diğer canlılara zarar vermeden yaşam standartlarımızı yükseltmektir. Yani, tasarım sorumluluk bilinciyle yapılmalıdır. Victor Papanek ve Enzo Mari gibi tasarımcılar, iyi tasarımın ekonomik olması gerektiği fikrinden hareketle düşük maliyetli mobilyalar tasarladılar. ‘Demonte’ mobilya kavramı bu fikirden hareketle doğdu ve insanların iyi tasarıma ulaşmasını kolaylaştırdı. Ancak bugün tasarımın pek çok alanda lüks tüketimle özdeşleştiğini görüyoruz. Tasarım imaj yaratmak ve ürünleri daha yüksek fiyata satmak için bir makyaj malzemesi gibi de kullanılıyor. Bu yanlışı düzeltmek için iyi tasarımın ne olduğunu ve nasıl yapıldığını anlatarak insanların tasarımı göz boyamak için kullanan şirketlerden ve markalardan uzak durmalarını sağlamamız gerekiyor.

Tasarımın kötüsü nasıl olur? 

Tasarımla ilgili bilgi ve düşüncelerimizi büyük ölçüde yaşadığımız çevre ve tükettiğimiz ürünler belirliyor. Ne yazık ki bu konudaki bilgi eksikliği ve plansız eylemler, bizi kötü tasarlanmış çevreye, ürünlere ve görsel iletişime mecbur bırakıyor. Bunda üreticilerin ve tüketicilerin eşit sorumluluğu var. Üreticiler daha fazla kâr peşinde koşarken tüketiciler de kendilerine sunulanları yeterince sorgulamadan kabul ediyor.

Tasarımların iyi veya kötü olması bu konudaki alışkanlıklarımıza ve zevklerimize yön veriyor. Tasarımın ne olduğunu ve nasıl yapılması gerektiğini doğru şekilde anlamak, yaşam kalitesinin toplum genelinde yükselmesi için önemli. Günlük yaşamda o kadar fazla kötü tasarımla karşılaşılaşıyoruz ki, bir süre sonra buna alışmak zorunda kalıyoruz.

Kötü tasarımların ortak özelliği kullanıcıların ihtiyaçları dikkate alınmadan yapılmış olmaları, bağlamından koparılmış biçimleri ve yanlış malzemelerin bilgisizce kullanılması. Örneğin son yıllarda kentsel dönüşümün çok yoğun olarak yaşandığı İstanbul’da pek çok lüks konut projesi yapıldı. Bu yapıların ortak özelliği lüks olduklarını belli etmek için dış yüzeylerinin anlamsız malzemeler veya desenlerle kaplanmış olması. Hatta çatısında dev saatler olanlar bile var. İşin kötü tarafı inşaat firması bu anlamsız eklentiyi sadece gösteriş yapmak için kullanırken daha sonra evleri dönüşüme giren başka ev sahipleri de çatılarında aynı saati görmek istiyor. Üstelik bu olay İstanbul’un eğitim ve gelir düzeyi yüksek semtlerinden birinde yaşanıyor. Yine aynı yerde bir başka konut yapısının dış cephesinde, tavan lambaları için üretilen yuvarlak alçıpanların pasta süsü gibi kullanılması tasarımla kurulan sorunlu ilişkiyi gösteriyor. Bunlara benzer şekilde ‘tasarlanmış’ gibi görünen ama geriye sadece “-mış” ekinin kaldığı daha bir sürü örnek var.

Tasarımın tanımının yıllar içinde genişlediğini düşünüyor musun? Eğer öyleyse bugün nasıl bir tanımdan söz ediyoruz sana göre?

Günümüzde tasarımın tanımından ziyade kapsama alanı genişlemiş görünüyor. Buradaki sorun tasarımı bilen ve uygulayan kişilerin bunu anlatırken işleri karmaşık hale getirmesi. Nasıl ki iyi tasarım anlayışını doğal ve zorlanmamış biçimlerle özdeşleştiriyorsak bu konudaki bilgilerin ve ifadelerin de açık ve anlaşılır bir şekilde aktarılması gerektiğine inanıyorum. Ancak bu alanda yapılan tanımları ve yazılanları bazen ben bile anlamakta zorlanıyorum. Bu tarz metinlerin kim için ve neden yazıldığını merak ediyorum.

Bizim gibi belli alanlardaki tasarım geçmişi ve deneyimi genç olan bir ülkede yaşıyorsanız önceliklerinizi gözden geçirmeniz ve tasarımı mümkün olduğu kadar basit ifadelerle anlatmanız gerekiyor. Bugün dünyanın pek çok ülkesinde tasarım bienalleri düzenleniyor. Bunların çoğu kavramsal sanat eserlerine öykünen çalışmaların yer aldığı deneysel etkinliklere benziyor. Ben bir tasarım bienaline gittiğimde kullanabileceğim ürünler, seyredebileceğim imgeler ve okuyabileceğim yayınlar görmek istiyorum. Ama bunun yerine okumakta zorlandığım metinlerle ve ne olduğunu çözemediğim bulmacalarla karşılaşıyorum.

Her şeyden önce tasarımın yaşamla iç içe olan uygulamalı bir alan olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Tasarım her ne kadar soyut kavramlardan ve düşüncelerden yola çıkarak yapılsa da nihayetinde muhatabı sokaktaki insan. Kuram ya da felsefe uygulamanın önüne geçince işler karmaşıklaşıyor. Bu meselelere kafayı takanların bir süre sonra tasarım yapmaktan vazgeçtiğini ya da yapamadığını gözlemliyorum. Bu nedenle hem tasarımcıların hem de onu tüketenlerin açık sözlü ve net olması gerekiyor. Kullanıcılar taleplerini anlatabilmeli, tasarımcılar da bu talepleri anlayabilmeli ve üretime geçmeli.

Mimarlık alanından örnek verecek olursam Peter Zumthor ‘Güzelliğin Sert Çekirdeği’ başlıklı yazısının sonunda şöyle der: “Mimarlığın gerçekliği somut olandır, biçim kütle ve mekâna dönüşendir, onun gövdesidir. Fikirler sadece nesnelerin içindedir ve onların dışında hiçbir fikir bulunmaz”. Dolayısıyla bu ifadeden hareketle tasarım fikrinin somut ürünlerle anlaşılabileceğini savunuyorum. Kitabımda bu yüzden daha çok bilinen ve yaygın şekilde kullanılan örneklere yer verdim.

Kitapta tasarım tarihinden ve güncel uygulamalardan örnekler yer alıyor. Tarihsel olarak bir değerlendirme yaptığında 'iyi tasarım' adına kilometre taşları olarak neleri sayabiliriz?

Bu tarz değerlendirmeler için genellikle ünlü tasarımcıların işlerinden örnekler verilir. Ben burada tersini yapıp tasarımcısı bilinmeyen ürünlerden söz etmeyi daha doğru buluyorum. Çünkü bu tasarımlar yaşamımızı biz fark etmeden daha kolay hale getiriyor. Örneğin ofislerimizdeki tükenmezkalemler, ataşlar, zımbalar ve plastik bantlar tasarımına dikkat etmediğimiz ama her gün işimizi gören araçlar. MoMA’nın tasarım küratörü Paola Antonelli bu tür ürünleri ‘mütevazı başyapıtlar’ olarak tanımlıyor. Bu nedenle tasarımda önem verdiğim kavramların başında ‘demokratikleşme’ geliyor. Kitabımda örnek olarak yer alan plastik sandalyeleri de tasarımın demokratik yönünü vurgulaması açısından bir kilometre taşı olarak görüyorum. İlk kez 1981'de üretilen ve Türkiye’de 90’lı yılların başında ‘Papatya’ markasıyla piyasaya çıkan bu beyaz renkli plastik sandalyeler bahçe hortumuyla kolayca yıkanabiliyor, kullanılmadığı zaman üst üste konarak bir köşeye kaldırılabiliyor. Hiçbir sınıfı temsil etmiyor ve en varlıklılardan en yoksulların evlerine kadar her yerde kullanılabiliyor. Aynı zamanda 2018’de Phaidon Yayınları'ndan çıkan ve içinde yüzlerce sandalyenin yer aldığı ‘Chair’ (Sandalye) başlıklı kitapta ‘Monoblok Bahçe Sandalyesi’ olarak yer alıyor.

Konu tasarım olduğunda mesele dönüp dolaşıp bir noktada işlev ve estetiğe geliyor. Bu ikisi arasındaki denge ile ilgili ne düşünüyorsun? Veya bir denge olmalı mı, bu gözetilmeli mi tasarımcılar tarafından?

Güzellik ve işlev arasındaki dengeyi sağlamak için tasarlarken çok fazla soru sormalı ve problemin özüne inmeliyiz. Tasarımın gücü, varlığını fark etmediğimiz kuvvetlerden gelir. Bu kuvvetler hem işlevsel hem de estetik özellikler barındırır. İyi tasarımlar bu kuvvetleri doğal bir şekilde ve zorlanmadan kullanır.

Japonya’da ‘Katachi’ olarak adlandırılan ve güzellik ile işlevin birlikteliğini ifade eden geleneksel bir tasarım kavramı var. Bu kavram pek çok alanda örnek olarak gösterilen Japon tasarımının temel mantığını açıklıyor. Aynı zamanda iyi tasarımın bir yaşam biçimi olduğunu ve kültürel bir geçmişe dayandığını gösteriyor. Bu anlamda Japon kültürünün ayrılmaz bir parçası olan Zen düşüncesinin tasarım üzerindeki etkisini de unutmamalı. Zen, insanın kendi iç varlığını, iç yapısının derinliğini görebilme sanatıdır; bağımlılıktan özgürlüğe götüren yoldur. Zen hiçbir zaman açıklamaz, işaret etmekle yetinir. Genelleme yapmaz ve somut gerçeklerle ilgilenir. Zen’in amacı, bize dünyayı ve yaşamı yeni bir gözle görebilecek bir bakış açısı kazandırmaktır. Zen yaşamının derinlerine inmek için günlük yaşamımızı yöneten düşünce alışkanlıklarından kendimizi kurtarmalı, olaylara bakmanın ve olaylar üzerinde yargıda bulunmanın yeni yollarını aramalıyız. Zen hayatımızda bir denge yakalamak için bize yol gösterir. Ama bunun nasıl yapılacağını söylemez; bunu keşfetmemizi bekler. Keşfetme süreci gözlem yaparak ve sorular sorarak ilerler.

Kitap ile ilgili kısa anlatımda şu cümleye yer veriyorsun; 'Hayatımızı değerli ve anlamlı hale getirmek için iyi tasarlanmış yerlerde yaşamak ve iyi tasarlanmış ürünler kullanmak istiyoruz. Bu nedenle tasarım, bizi mutlu eden ve yaşam kalitemizi belirleyen kavramların başında yer alıyor.' Peki demokratik tasarım fikri bunun neresinde duruyor, ya da durmalı sana göre? Bahsettiğin 'iyi tasarım'ın fırsat eşitliği yaklaşımıyla yaygınlaşmasından bahsediyorum...

Hayatımızın hemen her alanında tasarımla ilişki kuruyoruz. Ancak tasarım düşünüldüğü kadar demokratik bir alan değil. Bugün iyi tasarıma hâlâ sınırlı sayıda insan ulaşabiliyor.

Bunu değiştirmek için ekonomik durumun düzelmesi, ücretsiz eğitim standartlarının yükselmesi, kaynakların verimli kullanılması ve sürdürülebilir projeler geliştirilmesi gerekiyor.

Aslında değişim çoğu zaman fark etmediğimiz yerlerden başlıyor. İlginç bir şekilde tasarımın en demokratik ve ulaşılabilir olduğu yerler ‘Bir Milyoncu’ olarak adlandırılan ucuzluk mağazaları. Buralarda çaydanlıktan ütü masasına kadar yüzlerce ürün satılıyor. Bazılarının tasarımı veya rengi mükemmel olmasa da işimizi görmemize yardımcı oluyor. Örneğin en son birkaç gün önce bu mağazalardan birinden mutfak lavabosunda kullanmak üzere plastik bir süzgeç aldım. Oldukça pratik bir ürün. Ucuz olmasının nedeni anonim bir tasarım olması.

Özetle şuna dikkat çekmek istiyorum; iyi bir tasarımın sıra dışı özellikleri olmayabilir. Ya da iyi bir tasarım her zaman yeni özellikler barındırmak zorunda değil. Bence sorun her şeyi tasarlamaya çalıştığımız zaman başlıyor. Yakın bir zamana kadar bir arkadaşımın yaşadığı evin karşısında güzel bir park vardı. Sonra belediye geldi ve bu parkı yeniden tasarladı. Toprak alanlar granit taşla döşendi. Tabii sonuç berbat oldu. Çünkü park doğal haliyle çok daha güzeldi. Bazı şeyleri kendi haline bırakmak da bir tasarım kararı olabilir. Bu tasarımla ilgili her alan için geçerli. Bunu fark ettiğimiz zaman herkesin ulaşabileceği tasarımlar için daha fazla zaman ve kaynak ayırabileceğimizi düşünüyorum.

Kitapta 'Tasarıma Yön Veren Markalar' başlıklı bir bölüm var. Markaların tasarım ve tasarımcıyla ilişkisi nasıl? Bunu bir birliktelik olarak görebilir miyiz? Yoksa biri diğerinin taşıyıcısı mı? 

Kitabımda örnek verdiğim Sony, Braun ve Apple markalarının ortak yanı ürünlerini kendi bünyelerinde tasarlamaları. Her üçünün de farklı özellikleri var. Sony teknolojiyle öne çıkan bir marka olurken, Braun tasarımla bir yaşam stili öneriyor. Apple ise hem teknolojiyi hem de tasarımı çok iyi bir şekilde birleştiriyor. Bu markaların başarısı, yöneticilerin, mühendislerin ve tasarımcıların ortak bir hedef çerçevesinde uyumlu bir şekilde çalışmalarından kaynaklanıyor.

Bugün hangi alanda olursa olsun insanlarla temas eden ürünler tasarlıyorsanız onları anlamanız ve ihtiyaçlarına doğru şekilde cevap vermeniz gerekiyor. Bu açıdan baktığımızda üreticilerin ve tasarımcıların her aşamada birlikte çalışması kaçınılmaz. Fakat burada karşılaşılan zorlukların başında karşılıklı güven sorunu yer alıyor. Tasarımın önemini kavrayamayan ya da bu konuda bilgisi olmayan işverenler genellikle tasarımcılara kuşkuyla yaklaşıyor ve kendi fikirlerini uygulatmak istiyor. Bu aşamada tasarımcı problemi çözmek için ayırdığı zamandan daha fazlasını işvereni ikna etmek için harcıyor. Bu da tasarım sürecine zarar veriyor. Apple’ın başarılı bir marka olmasının nedeni Steve Jobs’un tasarımın önemini kavraması ve Jonathan Ive’ı her anlamda destekleyerek özgür bırakması. Başarılı markalar birlikte çalıştıkları tasarımcılara güveniyor ve onların sınırları zorlamasına izin veriyor. Tabii bu yaklaşım belli ölçüde risk almayı gerektiriyor. Ama ortaya çıkan sonuçlar yine işverenin lehine. Bu nedenle tasarımın ne olduğunu ve nasıl yapılması gerektiğini toplumun her kesimine anlatmak büyük önem taşıyor.

Son yıllarda tasarımı malzeme, üretim yöntemleri, iş yapış şekli vb kapsamlarda dönüştüren en temel ve önemli yenilik ne oldu sence?

Açıkçası tasarım alanında çok fazla yenilik ve gelişme olduğu için bunların hepsini takip etmek kolay değil. Buna bir yenilik diyebilir miyiz bilmiyorum ama özellikle son yıllarda etkilerini daha fazla hissetmeye başladığımız küresel ısınma nedeniyle ekolojik ve sürdürülebilir tasarım kavramlarının giderek önem kazandığını görüyoruz. Yani kullanılan malzemelerin doğaya zarar vermemesine, geri dönüştürülebilir olmasına, karbon salınımına ve kullanım ömrüne her geçen gün daha fazla dikkat ediliyor. Büyük markalar geleceğe yönelik tasarım stratejilerini bu başlıklar çerçevesinde belirliyor. Sonuç olarak gelecek dönemde üreticilerin ve tüketicilerin bu konulara daha çok odaklanacağını söyleyebiliriz.

Görsel iletişim de kitapta ayrı birkaç bölüm olarak yer alıyor. Görsel dilin erişim alanı çok geniş ve etkisi yüksek. Dolayısıyla içerikte dahil ettiğin bazı örneklerde de olduğu gibi, görsel iletişim dilindeki özgürleşme ve cüretkâr, cesur tavır en azından dönemsel olarak, daha geniş anlamda bir özgürleşmeye ön ayak oluyor diyebilir miyiz? Sen bu konuda ne düşünüyorsun?

Kitabımın bu bölümünde ağırlıklı olarak 90’larda öne çıkan ‘Postmodern’ ya da ‘Yapıbozumcu’ olarak tanımladığımız grafik tasarım üslubunu ele aldım. Yine aynı yıllarda kitlesel iletişim kampanyalarını sorgulayan bir örnek olarak Oliviero Toscani’nin çarpıcı fotoğraflarının ön planda olduğu Benetton reklamlarına yer verdim. Görsel iletişim alanındaki cesur tavır bu yıllarda dikkat çekici bir boyuta ulaşmıştı. Bunun nedenlerinin başında küresel ekonominin canlanması ve bilgisayar teknolojilerinin gelişmesi geliyordu. Grafik tasarımcılar bilgisayar sayesinde görüntüleri istedikleri gibi manipüle edebiliyor ve kendi yazı karakterlerini tasarlayabiliyorlardı. Dijital tasarım olanakları gelişirken aynı zamanda basılı yayınlar hızla artıyordu. Moda ve müzik dergileri aracılığıyla radikal bir grafik tasarım anlayışı doğmuştu. Tasarımın her alanında müthiş bir özgürlük havası vardı. O yıllarda öğrenci olduğum Bilkent Üniversitesi’nde yabancı yayınları takip edebildiğim için bu süreci çok iyi gözlemliyordum.

Bunlar umut verici gelişmelerdi ama ne yazık ki 2000’den sonra yaşanmaya başlayan ekonomik krizler bu süreci sekteye uğrattı. Öncelikler değişince işverenler ve görsel iletişimciler daha güvenli yolları tercih etmeye başladılar. Yaratıcı fikirler barındıran görsel imgelerin yerini sözlü ve yazılı ifadeler aldı. İmgeler her zaman farklı yorumlara açık olduğu için reklam verenler, sloganların ön planda olduğu ve klişeler üzerine kurulu bir görsel iletişim anlayışını benimsediler. 2000’lerden sonra çıkan dergilere ve içindeki reklamlara baktığınızda bunu net bir şekilde görebilirsiniz. 

Önsöz bölümünde, 'Yaşadığımız topraklarda tasarım bilincinin gelişmesi ve buna değer verilmesi için tasarımın ne olduğunu anlatmaya devam etmemiz gerekiyor' diyorsun. Küresel olarak bir yandan sınırların bulanıklaştığı bir zamandayız, bir yandan da içinde olduğumuz koşullar yerelliği problem-çözüm-tasarım denkleminde önemli bir yere oturtuyor. Hal böyleyken, bu topraklardaki tasarım bilincini ve kültürünü geliştirmek neden önemli?

Tasarım üretimle birlikte gelişen bir alan. Yani tasarıma üretim yaptığınız zaman ihtiyaç duyarsınız. Bir ürün önce bir fikir olarak ortaya çıkar, sonra tasarlanır, geliştirilir ve üretilir. Üretim yaptığınız alan ne kadar çok olursa tasarım deneyiminiz ve bilginiz de o ölçüde artar. Bugün ne kadar gelişmiş bir ülke olduğunuz üretimin hangi aşamasında yer aldığınıza göre belirleniyor. Yeni fikirler üreten ve tasarlayan her zaman daha avantajlı konumda oluyor.

Üretimi sadece fiziksel bir eylem olarak düşünmemek gerekiyor. Günümüzde üretimin niteliği, geliştirdiğiniz fikirler, buluşlar ve markalarla ölçülüyor. Doğduğum ve büyüdüğüm bir ülkede daha iyi standartlarda yaşamak istediğim için daha iyi tasarımlar yapılmasını ve markalar yaratılmasını istiyorum. Yerel unsurların tasarım sürecine katılması önemli ama bunu Selçuklu motiflerini kullanarak yapmaya çalışmak ezberlenmiş çözümlerin gündeme gelmesine ve tasarımın sadece bir şekil olarak hayatımızda var olmasına neden olur. İyi tasarım yapmak için tasarımın ne işe yaradığını anlamaya ve evrensel bir vizyona ihtiyacımız var.

Son olarak; kitabın kapağında neden 'yumurta' var?

Görsel iletişim tasarımında açıklık önemli olduğu kadar gizemin de gerekli olduğunu kabul etmek gerekiyor. Her şeyi açık bir şekilde anlatmaya çalıştığım bir kitabın kapağında yoruma açık bir imge kullanmak istedim. Chipp Kidd’in de söylediği gibi ‘gizem bize umut verir’. Hayatımıza devam ettikçe gizemin önemi de artar. Çünkü gizem, anlayamadığımız şeylerle başa çıkmamıza yardımcı olur. Her şeyi çözmeyi deneyebilirsiniz. Ancak çözmeseniz de sorun değildir. Yeter ki elinizden gelenin en iyisini yapın.

#ArdanErgüven #GrafikTasarım #Tasarım


Sayfanın Başına Dön