DİSİPLİNLERARASI BİR MİMARLIK: GÜRKAN BAKIRKÜRE
DİSİPLİNLERARASI BİR MİMARLIK: GÜRKAN BAKIRKÜRE

DİSİPLİNLERARASI BİR MİMARLIK: GÜRKAN BAKIRKÜRE

MİMARİ   18.10.2020

Evet, "iş" kavramına dair bir şeyler bugünlerde hayli hızla değişiyor; ve evet, değişim yeni çalışma biçimlerini, yeni mekanları ve yeni kurguları da zorunlu kılıyor. Bu kurgulardan belki de en yenisi "Working Culture Solutions/Çalışma Kültürü Çözümleri" mottolu olan ve aydınlatma tasarımından mimariye farklı disiplinlerin bir araya geldiği bir platform niteliğindeki Bigg. Gürhan Bakırküre ile Bebek'teki ofisinde buluştuk; "bir şirketten ziyade bir marka yaratma düşüncesiyle doğan" oluşumu Bigg'i, Bakırküre Mimarlık'ı ve -elbette- kendisini konuştuk.

Mimarlar için alışılmadık bir çalışma biçimine sahipsiniz. Hikayeyi baştan alırsak, sizi uzun yıllar KG Mimarlık’ın G’si olarak tanıdık; 2013 yılından beri ise yolunuza, Bakırküre Mimarlık olarak yeni bir solukla devam ediyorsunuz. Bunun yanında bir de, o zamanlar 3 yaşında olan Bigg oluşumunuz var. Bugün kendisini “Working Culture Solutions/Çalışma Kültürü Çözümleri” olarak tanımlayan Bigg süreçte nasıl evrildi?

Evet, 23 yıl boyunca G’si olduğum KG Mimarlık’ta çok sayıda proje gerçekleştirdik. Bir mimarlık ofisinden beklenildiği gibi, mimari tasarım ve uygulama üzerine çalışıyorduk, ağırlıklı olarak da ofis mekanlarıyla ilgileniyorduk. 2013 yılı Kasım ayında ortaklıktan ayrılınca, mimarlık alanındaki çalışmalarımı devam ettirmek üzere Bakırküre Mimarlık’ı kurdum; Bigg de, ofis mekanları konusundaki tecrübemi yeni bir bakışla yansıtacak bir oluşum fikriyle bu sırada doğdu. Böylece çalışmalarımın benim için de yeni ve farklı bir yola girdiğini söyleyebilirim. Bir şirketten ziyade bir marka yaratma düşüncesiyle doğan Bigg’in arkasında yatan en önemli neden, çalışma kültürü konusunda komple çözümler sunma fikriydi. Mimaride tasarım ve uygulama aşamaları olarak düşündüğümüz süreç aslında grafikten taşınmaya, sürdürülebilirlikten ergonomiye geniş bir yelpazeye dokunuyor ve biz bu alanlardan profesyonelleri Bigg’in şemsiyesi altında bir araya getirmeyi amaçladık. Özellikle kurumsal şirketlere yönelik sunduğumuz bu anahtar teslim hizmet, işveren için tek muhatap avantajının yanı sıra hem vakit, hem enerji kazancı sağlıyor. Bizse bu şemsiyenin altında kolektif olarak gerçekleştirdiğimiz projeler ve yeniliklerle sürekli kendimizi geliştirme fırsatı yakalıyoruz.

Disiplinlerarası çalışmanın ve araştırmanın son dönemdeki önemi düşünüldüğünde Bigg’in işleyiş biçimi dikkat çekici. Aynı zamanda hem bir buluşma düzlemi, hem de okuyucu/ziyaretçi için açık bir kaynak niteliğinde.   

Bigg kendini “çalışma kültürü çözümleri” olarak tanımlayan doğası gereği, iş yapma biçimine ve ofise dair yenilikleri yakından takip ediyor, hatta kendisi bir şekilde bu trendleri sürüklemeye çalışıyor. Dediğin gibi, hem araştırmacı, hem de analitik bir yapıya sahip. Öte yandan da etkileşimi hem kendi içimizde, hem de işverenler ile yüksek tutmayı son derece önemsiyoruz. Yeni ofislerini tasarlamadan önce, hizmet verdiğimiz şirketlerin çalışanları ile atölyeler düzenliyoruz örneğin; mevcut ofislerinde neyi sevdiklerini, neyi sevmediklerini, neye ihtiyaçları olduğunu, ne görmek istediklerini eğlenceli çalışmalarla sunmalarını sağlayıp sonrasında birlikte irdeliyoruz.

Şimdiye kadar Bigg ile birlikte hangi isimleri gördük/görüyoruz?

Bigg olarak hizmet verdiklerimizden başlarsam; ilk işlerimizden olan Deloitte Genel Müdürlüğü’nün bizim için bir nevi mihenk taşı olduğunu söyleyebilirim. Denizbank, ING Bank, Roche, Inteltek, Cigna Finans, Burganbank genel merkez ofislerinin projelerini oluşturduğumuz isimlerden.

Ya Bigg’in içindekiler?

Bigg’de birlikte çalıştığımız kimi isimlerden grafik ve iletişim tasarımında Federation, aydınlatma tasarımında ONOFF, elektromekanik sistemlerde KA Mühendislik, ses ve görüntü sistemlerinde Prosistem’i sayabilirim. Bunun yanında sürdürülebilirlik, insan kaynakları, psikoloji, ergonomi, renk, malzeme gibi konularda birlikte çalıştığımız danışmanlarımız var.

Ağırlıklı olarak “çalışma” kavramı ve mekana yansıyışı “ofis” üzerine çalışıyorsunuz. Bugün iş yapma biçimi değişiyor; bunun üzerine Herman Miller EMEA Direktörü Mark Catchlove ile bir söyleşi yapmıştık ve kendisi hareket temelli ofislerden söz etmişti. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Sizce yeni nesil ofis çalışanının ihtiyaçları neler?

Kesinlikle çalışanların aidiyet hissettikleri ve “benim ofisim” dedikleri esnek ve özgür ofisler. İş yapma biçimi on sene evvele kadar birtakım makinelere ve kablolarına, dolayısıyla da bir masaya ve belli saatlere bağımlı olduğunuz bir nitelikteydi. Ama şimdi teknolojinin gelişmesi, masaüstü bilgisayarların dizüstü bilgisayarlara, hatta akıllı cihazlara çok hızlı bir biçimde dönüşmesi ve kablosuz sistemlerin yaygınlaşması ile mobiliteye sahibiz; bu da bize “hareket temelli çalışma”ya olanak sağlayan ofisler yaratma imkanı sunuyor. İş yapma biçimi işte burada değişiyor. Masalara ve kablolara bağlı olmadığımızdan çok çeşitli mekanlar ve buralarda çok farklı çalışma biçimleri yaratabiliyoruz. “Get together” dediğimiz bir araya gelme mekanları iletişim çağında iletişimi en üst seviyeye çıkarıyor. Özellikle Y kuşağı gibi yerinde durmak istemeyen, aidiyet duygusu fazla olmayan ve ilgisi çok çabuk dağılan bir kuşağa bu çalışma ortamları büyük bir verim sağlıyor ve aidiyet hissini geliştiriyor. Motivasyon, dolayısıyla da verimlilik artıyor. Aslında insan doğasında sekiz saat boyunca aynı koltukta oturup çalışmak yok; bu ne ergonomi açısından, ne de psikoloji açısından doğru. Dolayısıyla, sizin için doğru olan, gün içinde çeşitli biçimlerde çalışmak, ara ara mekan değiştirmek, bir kahve molası vermek, veya o molada bile bir dizüstü bilgisayarla çalışmak ve hareket temelli çalışmanın temelinde de bu anlayış var. Ayrıca bu mekan değişiklikleri sırasındaki spontane karşılaşmaların yeni fikir oluşumunu ve verimliliği %40 gibi çok ciddi oranlarda artırdığı, Gensler gibi araştırma şirketleri tarafından ortaya konuldu.

Ve işin geleceğine dair öngörünüzü öğrenelim, sizce gelecekte de ofislerden söz edecek miyiz? 

Muhakkak. Ofisler hep vardı, bugün de var, ve gelecekte de var olacak; ama soru şu olmalı: ne kadar küçülecekler ya da büyüyecekler? Paylaşılan çalışma mekanları ve esnek mekanlar azami fayda sağladığından son zamanlarda bu şekilde kurgulara yönelim var. Mobilite olanakları arttıkça kiralanan metrekarenin ofise ve çalışan insan sayısına oranı düşecek diye düşünüyorum.  İletişim biçimlerinin artışı ile evden çalışma yaygınlaşabilir, videokonferans gibi olanaklar gelecekte nereye kadar gider hiç kestiremiyoruz. Dolayısıyla ofisler küçülse de bir araya gelme mekanları olarak gelecekte de var olacaklar, bunu da kabul etmek lazım.

Ofis olgusu, son zamanlarda yıldız mimarların da başlıca gündemini kurcalar halde. BIG ve Heatherwick’in Google Genel Merkezi için yaptığı planlama aylardır konuşuluyor; OMA, MVRDV gibi isimlerin de ardından Gehry’nin Facebook binası haberi geldi. Bu yılki Salone del Mobile'nin de teması Workplace/İşyeri. Bu gündem üzerine fikrinizi alalım. 

Tabii ofis işleri gittikçe büyüyen bir pazar olmaya başladı. Gerek Türkiye’de, gerek dünyada mimarlar buna yöneliyorlar. Büyük küresel şirketlerin ofislerini yapmak bugün büyük bir prestij sayılıyor. Tabii yıldız mimarlar da bu duruma karşı kayıtsız kalamadı. Ama projenin altına imza atmak, ya da kendi dilini bir binaya getirmekten öte bu mekanlardaki “iş” kavramı üzerine düşünmek önemli olan bence. İşin özü, vurgulamaya çalıştığımız bütün bu çalışma kültürü çözümlerinde şu anda bir tasarımın, ya da mimarinin ötesinde bir şeyler var ve bu “şey”i her firmanın çalışma biçimini ve etmenlerini doğru analiz ederek doğru çözmek gerek. Elbette bunun sosu da iyi bir tasarım; fakat bugün işlev kavramını, işlevin ötesinde düşünmeniz gerekiyor. Tabii bu ne kadar ve nasıl gözetiliyor, bu da bir tartışma konusu.

Peki siz nerede ve nasıl çalışıyorsunuz? Leb-i derya Boğaz manzarası ile çalışmak müthiş keyifli görünüyor.

Evet, kendin söyledin, mümkün olduğunca keyifli bir ofiste! Trafikten kaçmaya çalışıyorum; Bebek’te oturduğumdan ofisin de Bebek’te olmasını tercih ettim -doğruya doğru, İstanbul’da birinci kriter bu. Ekipçe oldukça yoğun bir programımız var ve bu uzun saatlerde motivasyonumuzu arttıracak şekilde, birlikte çalışmaktan keyif alacağımız bir mekan yarattık. Kısa zaman önce alt kattaki daireyi de ofise dahil ettik ve sözünü ettiğim çalışma biçimlerini sağlayacak şekilde ekipçe tasarladık; yani Bigg bu kez kendi ofisini yaptı. Burada birlikte olmaktan keyif alıyoruz ve bu durum işimize de yansıyor. Aslında en önemlisi bu; birbirimize olan desteği, saygıyı, sevgiyi kaybetmemek.

Olağan bir gününüz nasıl geçiyor?

Toplantı, toplantı, toplantı… Olağan bir gün hakikaten de böyle geçiyor, aralarda vakit buldukça da çalışmaya çalışıyoruz! En büyük şikayetim spor yapamamak. Umuyorum ki yakın zamanda yeniden başlayabileceğim.

Böyle söylüyor olsanız da, tüm bunların arasında bir mimar için alışılmadık da bir uğraşınız var: DJ'lik ile haşır neşirsiniz ve sizi düzenli olarak kabinde görüyoruz.

O sayılmaz, DJ'lik benim için başka. Bir kere saatleri iş saatlerinden farklı. Şaka bir yana, gün içinde şarj olan beynim DJ'lik yaparken deşarj oluyor. Düzenli olarak Asmalımescit’te, Stay’de çalıyorum.

Peki ne dinlersiniz, ne çalarsınız?

İşteyken ya caz dinliyorum, ya da klasik müzik dinliyorum. Eğlenmek istediğim zamansa çok geniş bir yelpazem var, belli olmuyor. Çaldığımda da öyle, kendi setlerimdeyse -Soundcloud’dan ulaşabilirsiniz- house ve deep house seviyorum.

Bakırküre Mimarlık olarak düzenli geziler gerçekleştiriyorsunuz; en son Basel’de görülmüşsünüz. Sevdiğiniz şehirler hangileri?

Ofisçe bir yerlere gitmeyi, yurtdışında ya da yurtiçinde gezmeyi çok seviyoruz; hem keyifli oluyor, hem de mimari açıdan bizi besliyor. O yüzden sık sık seyahat ediyoruz. Sevdiğim şehirlere gelirsem, Roma’dan başlamalıyım. Ve Barcelona, hareketliliği ve kozmopolitliği seviyorum. Sanat ve mimari yüklemesi ile Londra ve New York’u da seviyorum. Daha çok Avrupacıyım.

Tasarım kahramanlarınız var mı? Kimler?

Var mı, var. İlk tasarım kahramanımın hikayesi benim için çok özeldir: Üniversitenin ilk yıllarındayken iki-iki buçuk aylık bir İtalya gezisi yapmıştık. Arkadaşlarım arabayla Fransa’ya gidiyorlardı, beni de sonradan eşim olacak kız arkadaşımla birlikte İtalya’ya attılar. Sırt çantalarımızı aldık, çok cüzi bir para ile bütün İtalya’yı dolaştık. Gezerken buluştuğumuz, Venedik Üniversitesi’nden bir mimar arkadaşım vardı; sayesinde İtalya’da Carlo Scarpa’yı tanımış oldum. Carlo Scarpa benim hakikaten de ilk tasarım kahramanımdır; Wright çizgisini devam ettiren, ama detayına kadar da beton işçiliği ve yerel kullanımı birleştirişi ile müthiş bir mimardır. Hak ettiği tanınırlığı belki de kazanamamış bir mimardır, ama bende yeri ayrıdır. Frank Lloyd Wright’ı yine, çok severim. Wright’ın modernizm öncesindeki ve modernizmdeki kimseye benzemeyen dili benim için çok ayrıdır.

Peki ya çağdaş sahne?

Şu anda dünyada çok fazla akım var. Modernizim biter, postmodernizm onu takip eder gibi kurallar bugün işlemiyor. Bir çok-dillilik hali söz konusu; bu da bence iyi bir şey. Herkes kendi tarzında bir şeyler yapmaya çalışıyor. Bunlar arasında tabii yıldız mimarlar da var. Bu aktörlerin mimariye müdahaleleri işlev açısından çok tartışılabilir olsa da hepsinin kendine özgü çok güçlü dilleri var. Bence aralarındaki en farklı isim Zaha Hadid. Yaptıkları taklit edilemez ve devam ettirilemez; tamamıyla kendine özgü bir grafik aslında yaptığı -mimarisi, mimari olmaktan çıkıyor. Gerçekten çok başarılı. Son zamanlardaki işler arasında SANAA’nın Rolex Learning Center’ını çok beğeniyorum. Tabii hiç tasvip etmediklerim de var, ama onları saymayayım. Bir de son zamanlarda İspanyol mimarlar büyük bir yol kat ettiler. Müthiş başarılılar. Tasarımda bir zamanlar İtalyanların oturdukları koltukta şu an onların oturduğunu söyleyebilirim. Çok iyi işleri var.

Yakın zamanda Carlos Tiscar ile söyleşi yapmıştık ve bundan bahsetmiştik; fakat kendisi İspanyol tasarımcıların bir üst kimlik taşımadığından, dolayısıyla da bir İspanyol tasarımı sahnesinden ziyade başarılı bireylerden bahsedilebileceğinden söz etmişti, ilginçti. Belki İtalyanlar ile aralarında böyle bir farktan söz edebiliriz.

Evet, çok doğru söylemiş. Şu anda bir çoğulculuk var ama hakikaten tek tek kendi çizgilerinde ilerleyen çok iyi tasarımcılar çıkıyor. Aslında çağdaş sahnenin bütününü böyle görmek lazım.

XOXO The Mag izniyle yayınlanmıştır. 

Tarih/Sayı: XOXO The Mag İlkbahar/Yaz 2015-2016

#GürhanBakırküre #Bigg #bakırküreMimarlık #mimarlık #röportaj


Sayfanın Başına Dön