GELECEĞİN RADİKAL MİMARLIĞI
GELECEĞİN RADİKAL MİMARLIĞI
GELECEĞİN RADİKAL MİMARLIĞI
GELECEĞİN RADİKAL MİMARLIĞI
GELECEĞİN RADİKAL MİMARLIĞI
GELECEĞİN RADİKAL MİMARLIĞI
GELECEĞİN RADİKAL MİMARLIĞI
GELECEĞİN RADİKAL MİMARLIĞI
GELECEĞİN RADİKAL MİMARLIĞI
GELECEĞİN RADİKAL MİMARLIĞI
GELECEĞİN RADİKAL MİMARLIĞI
GELECEĞİN RADİKAL MİMARLIĞI
GELECEĞİN RADİKAL MİMARLIĞI
GELECEĞİN RADİKAL MİMARLIĞI

GELECEĞİN RADİKAL MİMARLIĞI

MİMARİ   26.02.2021

Güncel mimarlık ve tasarım alanında uzmanlaşmış bir küratör, yazar ve danışman olan Beatrice Galilee’nin ‘Radical Architecture of the Future’ kitabı Phaidon tarafından geçtiğimiz günlerde yayımlandı. 2014-2019 yılları arasında New York, The Metropolitan Museum of Art bünyesindeki ilk güncel mimarlık ve tasarım küratörlüğünü üstlenen ve bu kapsamda pek çok kamusal program, sergi ve yerleştirmeye imza atan Galilee düzenlediği sergilerle birlikte aynı zamanda mimarlık camiasının yakıundan takip ettiği, Lisbon Architecture Triennale, Shenzhen Hong Kong Bi-City Biennale of Architecture and Urbanism, Gwangju Design Biennale gibi etkinliklerin küratörlüğünü veya eş küratörlüğünü yürüttü. Galillee en son geçtiğimiz yıl kurduğu, ve yöneticiliğini de yaptığı kültürel bir platform olan The World Around etkinlikleri ile gündeme geldi. Galilee ile yeni kitabı üzerinden radikal mimarlığın ne olduğundan başlayarak, geleceğin mimarlığının dayandığı temel değişimleri konuştuk.

Yeni çıkan kitabının başlığında da yer alan ‘radikal mimarlık’ kavramını nasıl tanımlarsın? Bu tanım tam olarak neyi ifade ediyor?

Ana akım mimarlıkta, mimarın müşteri tarafından iletilen ‘brief’ doğrultusunda, diyelim bir ev projesi için, yerleşik formülün planlandığı ve işlediği bir süreç söz konusu. Radikal mimarlıkta ise sınırlar arasında köprü kuran, mimar-müşteri ilişkisinin konvansiyonal paradigmasına alternatif pozisyonlar sunmaya çalışan ve dolayısıyla mimarın farklı türde bir ajanda üstlendiği bir durumdan bahsediyoruz. Bu kapsamda, ortada mutlaka bir inşa olmasına gerek olmadan, bir deneysellik mevcut. Dolayısıyla, radikal derken, ‘muhteşem’ bir görünümden değil, geleneksel olan üzerine yeniden düşünme anlamındaki radikallikten söz ediyoruz.

Geleceğin radikal mimarlığını, geleneksel pratikten farklı kılan en belirgin unsur nedir?

Kitapta yer alan projeleri 5 farklı gruba böldük ki bu gruplama başka şekilde de yapılabilirdi veya bir başlığın altında yer alan proje başka bir grubun içinde de değerlendirilebilir. Genel olarak bu projelerin benzer yanları, inşa edilmiş çevreden çok daha geniş çaplı küresel koşullarla meşgul olmaları, mimarlığı insanlardan ve malzemelerden oluşan çok daha geniş, örgütsel ağın parçası olarak görmeleri ve politik değerlerin bir yapıda veya pratiğin kendisinde nasıl somutlaştığına bakmaları. Dolayısıyla ortak noktaları, nasıl yaşadığımız, birbirimizle ne şekilde ilişki kurduğumuz ve dünyaya kendimizi nasıl ifade ettiğimize dair çok daha büyük bir ağın bir modülü olarak mimariyi değerlendirmeleri.

Mevcut iklim ve çevre krizinin ve şimdi de pandeminin sonuçları fiziksel çevre üzerinde nasıl bir etki yaratacak sence? Ve bu geleceğin mimarisine ne şekilde yansıyacak?

Bana göre mimariyi değiştirme anlamında bir etkisi zaten var ve de olacak. New York’taki Pratt Üniversitesi’nde mimarlık tarihi dersi veriyorum ve öğrencilerin iklim değişikliği konusunda çok daha bilgili, okuryazar olduğunu ve değişimin baş kahramanları olmak için fazlasıyla motive olduklarını görüyorum. Seslerinin gücünü hissediyorlar ve onlara göre iklim değişikliği hareketi kendi nesillerinin uğraşması gereken bir iş. Mesela 20 yıl önce mimarlık fakültesindeki benim kuşağımdan çok daha fazla içindeler bu meselenin. Sahip oldukları estetiği ortaya çıkaran şey fikirleri, nasıl göründükleri değil. O nedenle ilgilerini çeken ve yapmak istedikleri her şey iklim konusuyla ilişkili. Bu meselelerle ilgili aileleriyle de konuşuyorlar. Tanıdığım bütün öğrencilerimin bu konuya hayatlarında ve kariyerlerinde yer vereceklerini hissediyorum.

Geleneksel yapıdaki işverenler de etik, ahlaki veya yasal nedenlerle bu meseleyi dikkate almak durumunda kalacaklarını görüyorum. Artık daha az emisyon ve benzeri konularda pek çok yasal düzenleme yapılıyor, politikacılar her geçen gün yeni yasalar çıkarıyorlar. Yani ister politik, ister bireysel nedenlerle olsun, yeni projelerde bu anlamda büyük bir değişim olacağı kesin.

Bu durumda, mimarların mevcut küresel iklim krizi ve çevre sorunları karşısındaki yaklaşımlarını olumlu olarak değerlendirdiğini söyleyebilir miyiz?

Evet, bunu söyleyebiliriz. Meselenin bir yanı insanların bireysel sorumluluk almaya başlaması ve bunun sonucu atık gibi konulara daha bilinçli yaklaşarak yarattığımız mikro değişim. Bu işe de yansıyor. Tasarımcı olarak ortaya koyduklarınızla, vatandaş olarak yaptıklarınızı birbirinden ayıramazsınız. İnsan evinde bu konuda pek çok şey yaparken, yarattığı etki alanını gittikçe genişletmek istiyor. Örneğin 5-10 yıl önce  geri dönüşümlü malzemeler kullanmaya bağlayan biri, bugün vegan oluyor, bundan birkaç yıl sonra da kendi yiyeceğini üretmeye başlıyor. İnsanların bireysel olarak kendilerini entegre ettikleri süreçler, gittikçe daha fazla meslek yaşamlarına da girmeye başlıyor. Bir mimar için bu kullandığı malzeme ve yürüttüğü süreçler gibi konularda sorumluluk anlamına geliyor.

Kitaptaki projelerin çoğu, çevrelerindeki malzemelere nasıl daha saygılı yaklaşacaklarına bakıyor. Pek çok proje bu bağlamda yerel malzeme kullanıyor, orijinal sivil bir yapı inşa etmek için kolonyal, ithal modernizmi kullanmıyor. Bana göre bu da yurttaşlık sorumluluğu ile bağlantılı. Çevre krizi gittikçe, satın almalarla ve mimariye yapılan yatırımlarla ilgili etik bir mesele haline geliyor. Paranın nereye ve kime gittiği ve bunun lokal çevreyi nasıl etkilediği soruları önem kazanıyor. Chicago veya Nijer, neresi olduğu fark etmez, insanların bina yatırımları inşaatçılara gidiyor. Bu inşaatçıların lokal ve iyi eğitimli olması gerekiyor ki, örneğin bir cephe firmasının ucuz olduğu için başka bir ülkeden getirttiği malzemesini yerinde uygulamak için mesela Almanya’dan bir uzmanın gelmesi gerekmesin. Şu anda arzu edilen tam olarak bu değil ama bugün radikal olarak adlandırılan pek çok şey sonunda ve umarım tamamen ‘normal’ olarak kabul edilecek ve bütün radikallikler bir şekilde konvansiyonel olacak. Bu kitapta fark ettiğim oldukça ilginç bir şey.

Yaratıcı alanlar etrafında şekillenen küratöryel uygulamalarda son zamanlarda gözlemlenen değişimleri nasıl değerlendiriyorsun peki?

Bence küratöryel pratiğin bir tarihlendirme, analiz ya da tek bir sanatçının çalışmalarını çerçevelemenin tarihsel bir yolu olmadığı, daha çok mimarlığa yatırım yapma fırsatı olduğu yönündeki algı gittikçe yükseliyor. O nedenle de tamamlanmamış, bitmemiş tezlerin sunulduğu çok fazla bienal ve sergi olduğunu görüyoruz. Mesela Chicago Mimarlık Bienali’nde ya da Sharjah Mimarlık Trienali’nde pek çok prototip, topluluk merkezli proje veya uzun süreli etki yaratmak üzere tasarlanmış, sürece yayılan küratöryel yaklaşımlar ve projeler yer alıyordu. Bu yine seninle de üzerine konuştuğumuz iklim değişikliği ve sorumluluk fikrine bağlanıyor.

İki yıl önce yaptığım bir sergi için, bir önceki sergiden kalan duvarları kullandık örneğin. Yaklaşık 3 ay için neredeyse 1 milyon dolar harcamak, yapay duvarlar inşa etmek, sonra onları yıkmak, her şeyi dünyanın bir başka yerlerinden getirtmek, sonra bütün o sandıkların çöp olması, derken bütün bu sergileme israfının içine dahil olmamam gerektiğini hissettim. Bence artık pek çok küratör bu sorumluluğu hissetmeye başladı ve yatırımların israfa dönmeyip doğru yere gittiğinden emin olmaya çalışıyor.

Araştıtma ve süreç temelli üretimler ve projeler eskisine nazaran daha fazla dikkat çekmeye, ilgi görmeye ve çeşitli platformlarda yer bulmaya başladı. Bu gelişmeyle ve bunun izleyicide nasıl bir etki yarattığıyla ilgili ne düşünüyorsun?

Bunu söylemek zor… Daha çok yeni Mariana (Pestana) küratörlüğünde (İstanbul) Tasarım Bienali’ni gerçekleştirdiniz. Bu koşullar altında orada olamamak, izleyicinin nasıl tepki verdiğini görememek eminim Mariana için zor olmuştur. İçinde bulunduğumuz bu zamanda küratörlük yapmak bu anlamda biraz kafa karıştırıcı. Diğer yandan izleyici bulmak küratörlüğün karmaşık yönlerinden birisi ve bir serginin ne etki yarattığını uzun yıllar gerçekten bilemiyorsunuz. Sergileri zamana yayılan projeler olarak düşünmek tam da bu nedenle ilginç geliyor bana. Çünkü bir müze için çok belirgin bir iş yapmadığınız sürece, ‘bu çok muhteşem…harika olmuş’ gibi bir tepkiyi gerçek anlamda alamıyorsunuz. Hatta daha deneysel bir iş yapıyorsanız, bunun gerçek etkisi değerlendirmek daha da zor. Bu bağlamda Sally Tallant gibi bir kişinin Liverpool Biennial ile başlattığı projeler veya Serpentine Gallery için yaptığı işler çok önemli. Bunlar mekânlara ve topluluklara dayalı, etkili işler. Pek çok farklı şekilde çaba gerektiren böylesi bir bağlılığı çok takdir ediyorum. Bu açıdan Serpentine’ın da öncü olduğunu düşünüyorum. Uzun döneme yayılan işler üzerine düşünme kapasiteleri var.

İzleyiciyi de bu sürece dahil etmek de uzun bir dönem gerektiriyor. Farklı bir yerde küratörlük yapmak gerçekten çok zor. Bunu öğrencilerime de anlatıyorum. Dışarıdan gelen bir küratörden tanımadığı ve bir parçası olmadığı bir topluluk için bir yatırım yapmasını gerçekçi olarak nasıl isteyebilirsiniz ki? Dolayısıyla bu çok karmaşık bir görev…

‘Radical Architecture of the Future’ kitabı için çalışma sürecini de göz önünde bulundurarak, tasarım ve mimarlığa dair anlatımın yıllar içindeki gelişimi üzerine ne söylersin?

Böyle bir kitap yapmanın ilginç yanı bana göre, ilk başta konuştuğumuz gibi, ortaya koyduğumuz tanımın doğasının zaman içinde değişecek olması. Buradaki projelerin büyük bir kısmı 15 yıl içinde sıradan olacak ve radikal olarak görülmeyecekler. Bu sebeple, böyle bir tansiyona sahip olan ve çoğu son 5 yılda gerçekleşmiş yaklaşık 80 projenin yer aldığı böyle bir kitabın çerçevesini oluşturmak da enteresan.

Şu anda bu projelerin herbiri yeni, sürprizlerle dolu ve mimarinin ne olduğuyla, ne olabileceğiyle ve mimarın kendisiyle ilgili farklı bir tavır sergiliyorlar. Aldıkları bir pozisyon var. Belki de 10 ya da 20 yıl içinde ‘bu nasıl ilginç geldi acaba, halbuki gayet geleneksel’ denilecek haklarında… Bu açıdan bakınca bunu bir tür zaman kapsülü olarak görebilirsiniz. Öngörü veya spekülasyonlarla dolu olması hiçbir zaman amaçlanmadı. Sonuçta bu projeler gerçekleştiler ve içinde olduğumuz zamanda radikal olarak değerlendiriliyorlar. Bu yüzden de, içinde bulundukları zamanı, bütün bu enteresan insanları ve onların yeni, heyecan verici fikirlerini işaretlemek için bu kitabın içindeler. Belki bazıları hep bu şemsiyenin altında kalacak, bazıları ise farklı yönlere doğru kayacaklar. Ancak şu anda böyle bir yerde konumlanıyorlar. Ve yarattıkları enerjinin iyi tarafı da bu.

Röportaj: Bahar Turkay

#mimarlık #gelecek #radikal mimari #kitap #beatrice galilee #phaidon


Sayfanın Başına Dön