Christophe Pillet
Christophe Pillet
Christophe Pillet
Christophe Pillet
Christophe Pillet
Christophe Pillet
Christophe Pillet
Christophe Pillet
Christophe Pillet
Christophe Pillet

Christophe Pillet

İÇ MEKAN   27.01.2014

*XOXO The Mag'in izniyle yayınlanmıştır.

Münster'deyiz; birçok yere mega-şehir, şehir vs. dediğimiz bir dünyada burası daha çok bir cennet. Zaten tescilli de; zira, 2004 yılında Dünyanın En Yaşanılabilir şehri ünvanını elde etmiş. Neyse, konumuz bu değil, solumuzda Christophe Pillet sağımızda Mahmut Anlar var, arkamızda katettiğimiz uzun yol, önümüzde de Avrupa'nın en büyük stüdyolarından Casa ve uzunca bir iş listesi… Ancak acelemiz yok, Christophe Pillet ile olan biteni, VitrA için hazırladığı Memoria serisini ve tasarım algısını konuşuyoruz. Sizin de aceleniz olmasın.

Klasik bir soruyla başlayalım; neden buradayız?

VitrA Memoria serisinin kataloglarında yer alacak fotoğrafları gözden geçirip, bizim de söyleceklerimiz var mı yok mu onu değerlendiriyoruz. Ah tabii, söz konusu çekim de VitrA için tasarladığım banyo ürünleri için yapılıyor. Mahmut Anlar da ürünlere en çok yakışacak ortamı hazırladı, iyi ki!

Pek çok firma ile ortak projeleriniz var. Bunların arasından en çok gurur duyduklarınız hangileri?

Şöyle bir özelliğim var, ki bazılarına bu bir özellik gibi gelmeyebilir: Yaptığım işte ortaya çıkan sonuç beni asla tam anlamıyla tatmin etmiyor, hep bir sonraki işin daha iyi olacağına inanıyorum. İşlerime karşı bir sahiplenme hissi beslemiyorum -belki de bu konuda bir doktora görünmeliyim. Asıl memnuniyet hissi, bir ürünü ortaya çıkarırken uyguladığım farklı stratejiler ve zihinsel tasarım süreci esnasında oluşuyor.

Haliyle, zira tasarımlarınız yalnızca objeleri ve mobilyaları kapsamıyor, otelleri, butikleri ve sanat yönetimini de sayabiliriz işlerinizin arasında. Bu durumda -üzerinde çalıştığınız proje ne olursa olsun- tasarım sürecinizin ana aşamaları neler?

İlk etapta işe geçmişte yaptığım her şeyi ve ayrıca o sırada birlikte çalıştığım firmayla alakalı tüm bildiklerimi unutmakla başlıyorum. Yani işe sıfırdan başlamayı tercih ediyorum, tabula rasa. Ve sonra, ilgili projeye başlarken aklımda iki soru oluyor: İlki, neden böyle bir ürüne ihtiyaç olduğu, gerekli olup olmadığı ve neden bunu yapmam gerektiği. İkincisi ise, eğer bu objeyi ilk kez tasarlıyor olsam, nasıl yapardım? Sonrasında takip eden süreç projeye göre farklılık gösterebilir, ama işin en önemli kısmı kendimi her şeyden soyutlayabilmek, işe tamamen sıfırdan başlayabilmek. Ardından bu projeye neden ihtiyaç duyulduğunu ve eğer böyle bir şeye ihtiyaç varsa da bu ihtiyacın kalıcı olması için ne yapmam gerektiğini anlamalıyım.

Bu cevabınız pek şaşırtıcı olmadı; bir röportajınızda tasarımı kişisel bir oyun olarak tanımladığınızı okumuştum…

Evet, bu ciddi bir oyun, ama yine de bir oyun. Aslında bir tasarımcı olmak hiçbir zaman aklımda olan bir şey değildi, müzisyen olmak istiyordum. 18 yaşındayken akşamları evin bodrum katında arkadaşlarımla vakit öldürerek geçiriyordum. Günün birinde ailem "Tam bir sanat öğrencisi gibi yaşıyorsun, o halde sanat okuluna gitmelisin" dedi. Ben de iyi bir evlat olarak "Tamam o halde" dedim. 80'li yılların başlarıydı ve okulda iki tip insan vardı; tam anlamıyla çılgın sanatçılar ve iletişim insanları -örneğin iyi tasarımcılar. Bense ortada bir yerdeydim; ne bir sanatçıydım ne de bir tasarımcı. İnsanlar bana "Kimsin, ne yaparsın?" diye sorduklarında ne diyeceğimi bilemiyordum. Neden bilmiyorum ama sonunda bir gün "Tasarımcıyım" diye cevap vermeye karar verdim. O sıralar tasarımcı olmak çok revaçtaydı, belki de sırf bu yüzdendir. Nasılsa insanlar da bana inanmaya başladılar, bu durumda ben de ister istemez bir tasarımcıyı oynamaya başladım ve yavaş yavaş bir tasarımcıya dönüştüm. Halen de bu alanda kendimi biraz yabancı hissettiğimi söyleyebilirim. Meslektaşlarımdan da bu noktada ayrılıyorum; baktığında, onlar dünyada bir fark yaratmak isteyen, belli hedefleri olan insanlar. Ben öyle değilim. Fakat öte yandan, bir turist gibi, bir yabancı gibi hareket etmeyi ve sürekli olarak keşif halinde olmayı seviyorum. Benden istenen bir şeye karşılık, o konuda hiçbir fikrim olmasa da, insanları cevabın bende olduğuna dair ikna etmeye çalışıyorum. Yani hem tuhaf hem de aslında gerçek bir oyun.

Biraz da VitrA üzerine konuşalım. VitrA ile yaptığınız iş birliğinde 'infinit teknolojisi' kullandınız. Bu sayede keskin ve zor materyalleri istediğiniz şekle getirebildiniz. Bu fikrin ve materyal seçiminizin arkasındaki felsefeyi öğrenebilir miyiz?

İşimin bir parçası da rahatlığın ve kötü geleneğin izini sürmek diye adlandırdığım safhadan oluşuyor. Yaşam tarzımız, 100, yok yok durun, 20 yıl ve hatta 10 yıl öncesinden bile çok daha farklı. Mesela, mutfakları ve mutfak endüstrisini ele alalım: Ortalama bir mutfak 10 ile 20 metrekare arası yer kaplar, bu da her ay kirasını ödediğiniz evinizin yarısı ile üçte biri arasında bir değere tekabül eder. Bir de haftada iki defa yemek yapabilmek için buraya, kocaman ve hayli pahalı mobilyalar yerleştirirsiniz. Buraya ödediğiniz gayrimenkul değeri, içerideki elektrikli ev aletleri ve burası için aldığınız mobilyalar ile beraber harcadığınız meblağ kapalı duran bir oda için saçma boyutlara ulaşıyor. Ben de bir tasarımcı olarak ne yapabileceğimi düşündüm. Mutfağımın neden salonumun işlevselliğine sahip olmadığı sorusundan başladım. Buzdolabım neden koltuğum ya da yanına koyduğum sehpa kadar güzel değildi? Aynı şeyleri banyo için de düşündüm ve yarattığım konseptin temel taşlarını bunlar üzerine kurdum.

O halde yarattığınız ürünlerin tüketici, tasarım dostu ve kullanımının kolay olduğunu söyleyebilir miyiz?

Evet, öyleler, daha doğrusu öyle olma yolundalar. Her şeyden önce, benim ağır ve büyük eşyalara ihtiyacım yok, birçok şey aslında çok ince olabilir. Yıkanmak için çok güzel renkte plastik küçük bir küveti de kullanabilirim. O halde sadece bir banyo şirketi için çalışıyorum diye onu büyük tasarlamamın ne anlamı var? Kalınlığı azaltıp, her şeyi olabildiğince kompakt hale getirmeye çalışıyorum. Eşyalar büyüklükleriyle alanımızı işgal etmemeli. Benim için mobilya sadece bir eşya olarak kalmalı ve ben üretim veya ürün tarafından tüketilmemeliyim; hayatımın merkezinde ben olmalıyım. Bunun yanında, tasarımlarım söz konusu olduğunda nötrlüğe çok önem veriyorum. Tasarımlarımın çoğu inanılmaz şekilde sıradanlar, tıpkı tişörtler gibi… Beyaz bir tişört gördüğünüzde "Ne güzel bir beyaz tişört" demezsiniz, hatta hiçbir şey söylemezsiniz. Söylediğiniz şey tişörtü giyenin ne kadar yakışıklı olduğu üzerine olabilir. Ben de bunu yapmaya çalışıyorum. Mesela bu koleksiyondaki armatürleri tasarlarken düşündüğüm şey niye hala bir tesisatçının elinden çıkmış gibi duran armatürler kullandığımızdı. Neye ihtiyacınız var? Suya, bir parça metale değil, sadece suya. Kapatıp açabilmeniz ve sıcak ya da soğuk ayarını yapabilmeniz lazım. Kapatıp açtığınızda veya miktarını ayarladığınızda çıkan ses müzik gibi olmalı.

Bu aynı zamanda estetikle alakalı bir konu…

Zaten bu konunun estetik ile olan ilişkisi onu ilginç kılıyor. Bence estetik bugün var olan pek çok ürünün gelecekte yok olmaya mahkum olmasının bir sonucu. Aslında birçoğuna ihtiyacımız yok, onlara sahip olmamızın tek sebebi gelenek. Mesela çok saçma bir soru olacak ama durumu çok iyi açıklıyor: Buzdolapları neden beyaz? Sorunun cevabını biliyorsunuz, çünkü 100 yıl önce sembolik olarak böyle tasarlanmıştı. Fakat 100 yıl sonra neden hala aynı? Bir masa gibi tahtadan olabilirlerdi. Masada tahtayı, plastiği ve daha birçok materyali kullanma özgürlüğüm varken neden kendimi buzdolabında sadece beyaz ile sınırlayayım? Bu sadece alışkanlığın sonucu. İşte bunu değiştirmeye çalışırken ortaya çıkan şey estetik oluyor. Benim yapmaya çalıştığım da bir anlamda bu. Fakat asıl mesele bu değil, asıl mesele küçük veya büyük bir buzdolabı kullandığımda ürünümün aktardığı hikaye. Örneğin, televizyonu baz alarak konuşuyorum, gelecekte buzdolabı gibi ürünlerin de düz olabileceği kanısındayım.

O halde VitrA ile yaptığınız iş birliğini hala yapım aşamasında olan bir proje olarak görebilir miyiz?

Su götürmez şekilde evet. Aslında bütün iş birliklerim yapım aşamasında. Tüm projelerin ticari ihtiyaçları olduğu ve kişi olarak bu ihtiyaçları karşılamanın zorluğu aşikar. Bu noktada, VitrA ile yaptığım iş birliğini çok başarılı bulduğumu belirtmeliyim. 'Ürünler nasıl azaltılabilir, nasıl küçültülebilir?' sorunsalı üzerine kurulu bu koleksiyon henüz ilk adım. Mesela lavaboyu ele alırsak, eğer aynı boyut, malzeme ve dış görünüşe sahip bir seramiği alıp masanın üzerine yerleştirirseniz insanlar ya deli olduğunuzu ya da sanatçı olduğunuzu ve bir enstalasyon yaptığınızı düşünürler. Bugün cep telefonum ve lavabom aynı dili konuşuyor, tabii ki fonksiyonları farklı, fakat verdikleri mesaj aynı. Bundan hemen sonra ise ikinci adım geliyor, bugün yaptığımız her şeyin ilham kaynağı olan deneysellik. Saçma gibi gelebilir ama lavabonun kapladığı alan küçüldükçe köpeğinizin veya ailenizin fotoğrafını koymak için sahip olduğunuz alan artıyor. Bizi robotlardan farklı kılan insani ihtiyaçlarımızı tatmin etmek için bu özgürleştiğimiz alanlara ihtiyacımız var. Bu noktada da tasarımcılara çok büyük iş düşüyor.

Bu durumda tasarımlarınız için sürdürülebilir materyaller mi kullanacaksınız? Çünkü anlattıklarınız zamanla sürdürülebilirliğe doğru ilerlediğinizi gösteriyor.

Aslında bu yaptığımız işlerin bir sonucu. Uzun süre dayanacak şeyler yaparsanız, sonunda elde ettiğiniz sürdürülebilirlik olur. Eski olanın ilk zamanki gibi etkin bir şekilde kullanılamayacağına dair genel bir kanı var. Bence bu doğru değil. Mesela, artık 20 yıl dayanabilecek yeterlilikte arabalar ve cep telefonları yapılıyor. Fakat önemli olan nokta aletin algılanan değeri ve ondan alınan haz. Eski ile yeni arasındaki fark, trend ve tüketim değeri üzerinden değerlendiriliyor. Bu noktada işlevselliği de unutmamak lazım. Eski bir bilgisayar yenisine göre daha az kullanışlıdır, çünkü teknoloji gelişiyor. Fakat 20 yıllık eski bir koltuk hala aynı forma, kumaşa ve materyale sahiptir ve yenisiyle işlevsellik bakımından bir fark barındırmaz. Buradaki asıl mesele eşyaya verdiğimiz değer. Benim sürdürülebilirlikle ilgili sevdiğim şey nötrlük; yani nötr olanın uzun soluklu olması. Örneğin, Emeco'nun bir projesinde çalıştım ve onlar için sandalye tasarladım. Markanın sahibi Greg sürdürülebilirliğe çok önem veriyor ve sürdürülebilirliğin ilk adımı nötr tasarımlar ortaya çıkarmak; asla modası geçmeyecek ve trendy olmayan tasarımlar yaratmak. Söz konusu iş birliğindeki sandalyeler de geleceğin tasarım anlayışını yansıtan zamansız ürünlerdi. Aynı zamanda bir ürünün eski veya yeni oluşunun estetik değeriyle de çok alakalı olduğunu düşünmüyorum. Bu yüzden bence teknik olarak daha uzun süre kullanım ile meşgul olmak çok daha modern ve ilgi çekici. Bence önümüzdeki 15 yılda tasarım alanında karşımıza çıkacak yeni tek fikir bu.

Bu röportaj sırasında olmasa da, tanıştığımızdan bu yana "fonksiyon" kelimesini fazlaca kullandınız. Bu yüzden, bir vazgeçilmez olarak gördüğünüz ve tasarım dünyasını da hayli meşgul eden işlevsellik meselesine değinmek istiyorum. Sizce önümüzdeki 10 yıl içinde insanlar işlevsel olmayan fakat tasarımını çok beğendikleri bir ürünü satın alacaklar mı? Yoksa tam tersi mi olacak?

Bence bu çok ilginç bir soru. Fakat şöyle ki; bugün bir ürünün işlevsel olmaması bir seçenek değil, zaten öyle olmayan bir projeye maddi destek verecek bir yatırımcı bulamazsınız. 50 yıl önce pahalı ve ucuz arabanın arasındaki tek fark, birinin her sabah çalışıyor diğerininse çalışmıyor olmasıydı. Fakat devir değişti. Artık bir ürünün çalışıyor olması ona artı bir değer katmıyor, bu zaten bir zorunluluk olarak geliyor. Yaptığımız satın alma eyleminin sebebi de duyduğumuz ihtiyaç değil. Geçen yıl ihtiyacınız olduğu için aldığınız şeyleri düşünmeye çalışın, neredeyse hiçbirini saf ihtiyaç kaygısı ile almamış olduğunuzu göreceksiniz. Bir şeyi, ona ihtiyaç duyduğunuz için değil, arzuladığınız için satın alıyorsunuz. Artık tasarımcının görevi işlevselliği sağlamak değil. Bu işi yapacak çok daha zeki ve kendini bu işe adamış olan mühendisler var. Biz ürünün cazibe faktörü, aktardığı hikaye ve tüketiciyi nasıl yansıttığı üzerinde çalışıyoruz. İnsanlara bir hayal sunuyorsunuz; ürün bir sembole, bir toteme dönüşüyor. Hoşunuza giden şey o ürüne sahip olmak değil, onun eğlencesi. Modada da durum farklı değil. Aynı kalitede düz beyaz pamuklu bir tişörtü, X bir markadan 10 Euro'ya, James Perse ya da Gucci'den 100 Euro'ya alabilirsiniz. Aradaki fiyat farkı ürünün değerinden değil, onu alırkenki eğlencenizden ve ona verdiğiniz değerden kaynaklanıyor. X bir markadan alırken, o ürün üzerinden hiçbir yansımam yok, diğer insanlardan bir farkım yok. Aynı tişörtü Gucci'den alırken ise, 10 katı fiyat ödüyorum fakat aynı zamanda kendime İtalyan playboylarının hayatından bir an satın alıyorum. Beni almaya iten şey markanın eğlencesi. Bu durum çok fazla olmasa da, zamanla değişiyor ve değişmeye devam edecek. Ama tüketimimiz gereklilik değil hazdan kaynaklandığı için büyük değişimler beklemek manasız olacaktır. Değişen şey yapılan tüketimin içinde ihtiyaçların sahip olduğu oran olacak.

Tamam, başka bir konuya geçeceğim. Modada demokratik lüks kavramı epeyce tartışılan bir konu. Kendi alanınızı göz önüne alırsak, tasarımın demokratikleşmesine inanıyor musunuz?

Aslında bir tanımlama problemi var burada. Çünkü demokratikleşme ve lüks birbirine zıt kavramlar. Lüksün tanımından ilerlersek; lüks, sadece pahalı ve ayırt edici olan demek değildir, bir çizgidir; insanlığın ulaşabileceği en uç sınır, bir şeyi en iyi şekilde yapabilme kapasitesidir ve bunun da sonu yoktur. Hep daha iyisini düşünebilir veya hayal edebilirsiniz. Lüks bu hayal gücünün sınırlarını zorlamaktır. Basit bir örnek; lüks araba deyince aklımıza altından yapılmış bir araba gelmez, mümkün olan en yüksek teknolojiyle, en güvenli şekilde, en kaliteli materyallerle üretilmiş bir araba hayal ederiz. Pahalı oluşu da bu ayrıcalıkları barındırmasının doğal bir sonucudur ve bunu demokratikleştirmek mümkün değildir. Lüksü demokratikleştirmeye kalktığınızda anlamını yitirmesine sebep olursunuz… Hatırlıyorum, birkaç yıl önce Louis Vuitton lüksü demokratikleştirmeye çalıştığı için sıkıntı yaşadı, çünkü insanlar için anlamını yitirmiş oldu.

Öte yandan, markalar ünlü tasarımcılarla, pazarda kendi duruşlarını da belirlemek için iş birliği yapıyorlar. Bu sırada da tasarımla, daha fazla insana ulaşarak bir demokratikleşmeye gidiyorlar.

Bunu tasarımda lüksün demokratikleşmesi olarak yorumlamamak lazım. Büyük markalar sadece tasarımcılardan iyi fikirleri alıp daha çok satmak istiyorlar. Gerçekçi olmamız gerekiyor.

Tekrar size dönelim. Hayalini kurduğunuz bir iş birliği veya hep gerçekleştirmek isteyip de bir türlü fırsat bulamadığınız ilginç fikirler var mı aklınızda?

Hayalini kurduğum hiçbir iş birliği yok. Yani tabii ki hayallerim var, ama daha önce de söylediğim gibi, hedeflerim yok. Bana göre yaptığım işin en güzel yanı daha önce hiç yapılmamış şeyleri yapmaya hırslı olan, yeni ve doğru insanlarla tanışmak, farklı şeyler yapmak için gereken cesarete sahip olabilmek. Bu yüzden ürünler üzerine bir hayalim yok. Gelecekten tek beklentim, o bahsettiğim mükemmel insanları tanıyabilmek.

Peki VitrA'dan beklentileriniz neler?

Uzun süreli iş birliği fikrini her zaman sevmişimdir. VitrA ile bu iş birliğinin de uzun süreli olmasını bekliyorum, çünkü aklınızdakileri tek bir koleksiyonla gerçekleştiremezsiniz, adım adım işlemeniz gerekir. Bu süreçte VitrA'nın ilginç fikirlere açık olması ve onlara yatırım yapması da beklentilerim arasında.

İlginç fikirler demişken, son soru olarak bunu sorayım: Mutfağın ve banyonun aynı yerde olduğu tasarımlar da görüyoruz artık. Farklı bakış açılarının VitrA gibi şirketlerin üretimini nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?

Mesela biz yatağınızın tam karşısında duracak bir küvet tasarlıyoruz. Bu, uzun zaman önce gerçek dışı sayılabilirdi, insanlar zihnen bu gibi şeylere kapalı oldukları için delirdiğinizi düşünebilirlerdi, ama artık normal karşılanabiliyor. İşin teknoloji boyutu da var tabii, sizin verdiğiniz örnekten devam edecek olursak, mutfakla banyoyu bir arada düşündüğünüzde tuvaletten gelebilecek kokulara bir çözüm bulmak zorundasınız. İşte bu noktada VitrA gibi şirketler gerekli teknolojik altyapıyı sağlayarak tasarımcının işini kolaylaştırıyor, tasarımlarını hayata geçirebilmeleri için onlara fırsat tanıyor.

#ChristophePillet #röportaj #interior #içmekan #vitra #tasarım


Sayfanın Başına Dön