Bana Silüetini Söyle, Sana Kim Olduğunu Söyleyelim…
Bana Silüetini Söyle, Sana Kim Olduğunu Söyleyelim…
Bana Silüetini Söyle, Sana Kim Olduğunu Söyleyelim…
Bana Silüetini Söyle, Sana Kim Olduğunu Söyleyelim…
Bana Silüetini Söyle, Sana Kim Olduğunu Söyleyelim…
Bana Silüetini Söyle, Sana Kim Olduğunu Söyleyelim…
Bana Silüetini Söyle, Sana Kim Olduğunu Söyleyelim…
Bana Silüetini Söyle, Sana Kim Olduğunu Söyleyelim…
Bana Silüetini Söyle, Sana Kim Olduğunu Söyleyelim…
Bana Silüetini Söyle, Sana Kim Olduğunu Söyleyelim…
Bana Silüetini Söyle, Sana Kim Olduğunu Söyleyelim…
Bana Silüetini Söyle, Sana Kim Olduğunu Söyleyelim…
Bana Silüetini Söyle, Sana Kim Olduğunu Söyleyelim…
Bana Silüetini Söyle, Sana Kim Olduğunu Söyleyelim…

Bana Silüetini Söyle, Sana Kim Olduğunu Söyleyelim…

MİMARİ   10.07.2015

Empire State’e bakınca bir Roland Mouret elbise aklınıza geliyor mu? Ya da art deco bir abajur Dior’un new look’unu hatırlatıyor mu size de?

Mimari formlar, binalar; etekleri ve pantolonları hatırlatıyorsa, disiplinlerarası bir melodiden söz ediyoruz demektir.

Frank Gehry Guggenheim’in helezon formunu yaparken nasıl bir salyangozdan etkilendiyse, Hüseyin Çağlayan’ın da masa formlu katlanan eteğinde Gehry izleri görmek mümkün. Frank Gehry’nin organik formlarına sadece masa etekte değil, Çağlayan’ın diğer defilelerinde de rastlıyoruz. Çağlayan bir moda filozofu... Silüetten çok formlarla ve içerikle ilgileniyor. Gehry’den bu kadar ilham alması, tıpkı Naom Chomsky okuyarak koleksiyonlarını yapması kadar normal. Aynı şekilde, bir Harold Pinter oyununun set dekoru da onu çok ilgilendiriyor.

Silüet meselesine gelince mesele çok ciddi. Nice moda tasarımcıları hala silüetlerini oluşturabilmiş ve bu kilit kelimenin sihrini keşfedebilmiş değil. Küçük bir oyun oynayalım, Dolce Gabbana diyelim ve gözlerimizi kapatalım. Aklımıza bir form geliyorsa ve bu form ince belli, kabarık etekli, göğüs dekolteli modern bir Gina Lollabrigida-Sofia Loren karması kadınıysa, Dolce genetiğini çözmüşüz demektir. Mimari de böyle; Vedat Tek’in muhteşem çinilerle süslediği mimarisini nerde görsek tanırız değil mi? Hafif eklektik tarzıyla bana Isabel Marant’ı ya da Etro’yu hatırlatır. Ya Tadao Ando, beton ve yalın binalarıyla tam bir İssey Miyake kadını değil midir? En sürprizlisi ise, Türkiye’den örnek verelim, Balyan kardeşler ve Vallaury’dir. Osmanlı Dönemi’nin bu müthiş mimarları, İstanbul’un silüetine imzalarını atarken nice sarayları, köşkleri yapmışlar. Dolmabahçe Sarayı’nın, Beylerbeyi’nin mimari olan Balyan Kardeşler, dantel gibi köşklere imza atan Alexander Valluary, Valentino elbiselerini hatırlatan işçilikte tarihi binalar yaratmışlar. Yeniköy’deki Afif Paşa Yalısı, tahta işçiliği ile ve art nouveau tarzıyla Valentine Couture evinden çıkmış gelinlikleri anımsatır. Sırlarla ve gizemlerle dolu yalının hikayesi Agatha Christie’den, gene bir Valluary yapısı olan Pera Palas Oteli’ne kadar uzanıyor. Hatta Orient Express’i, Pera Palas Oteli’yle beraber o yalıda yazdığı söylenir. Yalı, duvakımsı kubbeleriyle neo klasik uslubuyla Boğaz’da salınan bir elbise gibidir. Tıpkı Büyükada’daki köşkler gibi; gerek Vallaury imzalı, gerek Raimondo D’aranco imzalı. Hepsi couture elbiseler gibi muhteşem görünürler. Makyajlı balkonları, süslü panjurları ve ampir kubbeleriyle büyük bir baloya hazırlanıyor gibilerdir.

Tüm bu klasikilerin dışında bir de avangardlar var moda dünyasında. Tıpkı mimari gibi onlar da klasiklere inat edercesine var oluyor ve gardropları güncelliyorlar.

Iris Van Herpen, Rick Owens, Gareth Pugh gibi bir ekol var. Ki ben onlara modern zamanın William Blake’leri diyorum. Karanlık ve gizemliler. Mistik ve deneyseller. Onların her dikişi, her nakışı mimari referanslarla dolu olup siluetleri çok bellidir. Anarşist ve alışılmadık gotik duruşlara sahiplerdir. Bir gotik kilise sütunu veya bir şatonun oymaları, bu tasarımcıların kumaş işçiliğine ve dikiş detaylarına türlü ilhamlar vermiştir.

Gareth Pugh’un origami efektleri ve katlama metodlu 3d elbiseleri, New York’taki Norman Foster Hearst binasınının camından fırlamış gibidir. Sanki binayı giymiş, Central Park’a yürüyüşe çıkacakmış gibi görünürler. Omurgamsı silüetiyle Jürgen Mayer’in Metropol Parasol binası, İris van Harpen’in son defilesindeki enstalasyon elbiselerin neredeyse aynısıdır. Alman mimar, tasarımcıya öyle bir ilham vermiş ki kadınlar omuzlarında Foster’in izlerini istedikleri zaman taşıyabilecekler. Bu multidisipliner algı dünyasının içinde mimari akımların kanat çırpışları, derin nefesleri, defilelerde ve modada hissedilmeye çoktan başlamış, hatta özümsenmişti bile. Modacılar sanattan, resimden doğadan ve formlardan ilham almaya devam ediyor, mimariyi de referans sıralarının neredeyse en başına koyuyorlar.

Konuk Yazar: Melis Ağazat

#mimari #moda #Melis Agazat


Sayfanın Başına Dön