TASARIM ODAKLI GASTRONOMİK DENEYİMLER

Gastronomi alanında tatla birlikte diğer duyulara da hitap eden bütüncül deneyimler restoranları rakiplerinden ayrıştırıyor. Son dönemde özellikle görsel dünya üzerine kurgulanmış bu ayrışan deneyimlerle daha sık karşılaşır olduk.

Gündelik yaşantımızdaki görsel akışı bir anda değiştirebilen, bizi algı ve duygu dünyası olarak farklı yerlere çekebilen mekanlar çok daha akılda kalıcı. Buna ulaşmanın yolları farklılık gösterebiliyor; bazen bir film yönetmenin kendi görsel dünyasını yansıttığı bir restoran bazen de birden fazla tasarımcının ortaklaşa tasarladığı kolektif kültürü yansıtan mekanlar karşımıza çıkıyor. Bazen de bu mekansal deneyimler sosyal medya aracılığı ile dijital deneyimlere de taşınabiliyor. Özgün gastronomik deneyimler yaratabilmenin ayrılmaz bir parçası olan mekansal hikaye anlatımını globalde deneyimlediğimiz gastronomik mekanlar üzerinden ele almak istedik.

Bar Luce dünyaca ünlü film yönetmeni Wes Anderson’ın Prada’nın Milano’da kurduğu sanat müzesi olan Fondazione Prada içerisinde tasarladığı bir cafe. Wes Anderson’ın filmlerinden aşina olduğumuz renk paletini ve nostaljik öğeleri yoğun bir şekilde hissettiğimiz Bar Luce aslında tipik bir Milano cafesinin Anderson tarafından yorumlanmış hali. 1950li ve 60lı yılların pastel renk paleti, Formica mobilyalar, terrazzo zemin, duvarlarda panel ahşap kullanımları ile İtalyan popüler kültürünün ayrılmaz parçası haline gelen bu tasarım öğeleri Wes Anderson’ın 2013 yılında yönettiği Castello Cavalcanti isimli filmindeki sanatsal yönelimlerle yorumlanıyor. Tavanda kullanılan detaylar ise Milano’nun simgelerinden biri haline gelmiş olan Galleria Vittorio Emanuele’ye gönderme yapıyor. Prada gibi sanatı destekleyen ve tasarımlarında sanatsal bir tavır sunan bir moda devinin kendi müzesi içindeki gastronomik deneyimi de bir sanatçıya tasarlatmış olması markanın kreatif direktörü olan Miuccia Prada’nın vizyoner tavrının dışavurumu.

Nationalmuseum, Stockholm’de sanatın ve tasarımın dönemsel bir kürasyonla sergilendiği bir müze. Uzun süren restorasyon çalışmalarından sonra 2018 yılında tekrar açılan müzenin fuaye alanı camla kapatılmış bir kubbenin altında bir heykel parkına dönüştürülmüş. Müze içerisindeki ayrışan deneyimlerden biri de çok sayıda tasarımcının işlerine ev sahipliği eden restoranı. Matti Klenell tarafından kürate edilen restoran kolektif bir tasarım felsefesi takip ediyor. Mobilya, aksesuar, aydınlatma ve masa düzeniyle ilgili tüm detaylar projeye davet edilen partnerler TAF Studio, Carina Seth Andersson ve Stina Löfgren ile diğer tasarımcılar tarafından kurgulandı. Genel olarak konforu yüksek bir yaşam alanı olarak tasarlanan restoran bu kolektif tasarım anlayışıyla 80 parçalık bir tasarım koleksiyonuna da sahip oldu. Barda sergilenen aydınlatma ise 10 tasarımcının birlikte tasarladığı cam kürelerden oluşuyor. Tüm bu tasarımcıların imzalarının bir araya gelmesi ise restoranı tasarımsal deneyim açısından özgün kılıyor.

Farklı tasarım referanslarının bir arada kullanıldığı Madrid’de bulunan Torcuato isimli restoran ve bar eklektik bir tasarım diline sahip. Bu eklektik tavır mekansal deneyimin rahatlıkla dijital deneyimlere taşınmasını mümkün kılıyor. Marie Antoinette dönemi Fransız stilinden, Art Deco’ya kadar geniş bir yelpazeye yayılan bu tasarımsal referanslar iddialı renk kullanımı, dokunma hissi uyandıran malzemeler, mekana özel bitki seçimleri ve imza niteliği taşıyan aydınlatma tasarımları ile Torcuato’yu dijital yayılım için çok uygun bir mekana dönüştürüyor. Menünün kurgusunda da dünyanın birçok köşesinden tatlara yer verilmiş. Bu da tasarım referanslarındaki geniş seçkinin gastronomik deneyimdeki izdüşümü olarak planlanmış.