GİYİLEBİLİR HABITAT’LAR
GİYİLEBİLİR HABITAT’LAR
GİYİLEBİLİR HABITAT’LAR
GİYİLEBİLİR HABITAT’LAR
GİYİLEBİLİR HABITAT’LAR
GİYİLEBİLİR HABITAT’LAR
GİYİLEBİLİR HABITAT’LAR
GİYİLEBİLİR HABITAT’LAR
GİYİLEBİLİR HABITAT’LAR
GİYİLEBİLİR HABITAT’LAR

GİYİLEBİLİR HABITAT’LAR

KONUK YAZAR   15.11.2020

İTÜ Taşkışla’nın bahçesinde kurulmuş büyük bir çadırın sahne arkasında, üç tasarımcı koleksiyonlarını sergilemek için hazırlanıyoruz. Yıl 2010... Profesyonel hayattaki ilk defilem için hummalı bir çalışma var. Bir anda sesler kesiliyor; hepimiz nefesimizi tutuyoruz ve defilem başlıyor. Şaşkınlık içinde verdiğim ilk selamdan sonra, aklımda kocaman bir soru: Mimarlık eğitimi için koridorlarında yıllarımı geçirdiğim bu binanın bahçesinde, yolculuğum bu noktaya nasıl geldi?! 

Henüz on yedi yaşındayken başladığım mimarlık eğitimi, Taşkışla’ya gelinceye kadar sorgulamadığım birçok kavramı, taşrada yetişmiş birisi olarak genetik koduma kaydetmek üzere ilerledi. Tasarım sürecim, sorulara ve sorunlara yanıt bulmak haline gelmişti. Adeta bir uyku gibi, uzun süren bir düşünme ve biriktirme operasyonunun ardından, ‘Form fonksiyonu takip eder’ ve ‘Az çoktur’ kavramlarıyla uyandım bu süreçten. Mimarlık fakültesinde öğrendiklerimden yola çıkarak, 2003 Genç Moda Tasarımcıları Yarışması için hazırladığım ilk koleksiyonda da, ‘Oyun’ kavramına yanıtlar ararken buldum kendimi. O dönem için hiç bilmediğim teknik bilgilerle, yanıtlarımı anlatmaya çalışırken çıkan sonuç kalabalık, kafası karışık, stil bakımından yavan ve tutarsız hale gelmişti. 

Bir mekanı tasarlarken hissettiğim rahatlık, sürece hakimiyet ve çıkan sonuçtan duyduğum tatmin duygusuna, giysi tasarlarken nasıl ulaşacaktım. Düşünce yapımda ve tasarım sürecimde değiştirmem gerekenler nelerdi? Aldığım eğitimin bana kattığı zenginlikleri ve ayağıma vurduğu prangaları analiz etmeye ve cevaplar bulmaya çalıştım bu süreçte hep. Bir mimari projeye olan bütünsel yaklaşımım, tasarım sürecinde detaydan bütüne ve bütünden detaya olan geçişlerim, sınırlar arasında tasarım yaparken bulduğum akılcı çözümler, adlığım akademik eğitimin bana kattıklarıydı kuşkusuz. Bu geçiş sürecinde elde ettiğim deneyimler ise, beni ‘daha kişisel’ kararlar alma konusunda eğitti. Herhangi bir soruya yanıt bulmadan, sadece tasarımcı olarak, öyle olmasını istediğim için karar verme dürtüsüydü bu; öznel ve nesnel olanın, akıl ve kalbin dengesi… 

Mimarlık kariyerimi bırakıp moda tasarımcısı olarak devam ettiğim tam on iki seneden sonra, Anonim Mimarlık ekibinin NO8 projesinde mimari tasarım sürecini yeniden deneyimleme fırsatı buldum. Bana her zaman sorulan ‘Hiç mimarlığı bıraktığın için pişman oldun mu?’ sorusuna yanıt bulmam için mükemmel bir zamandı aslında. Eş zamanlı olarak, MEF Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde Giyilebilir Habitat’lar adı altında bir seçmeli ders açmam için de teklif almıştım. Dersin kurgusunu oluştururken katılımcılarla birlikte cevap bulmak için bazı sorular belirledim. Mimarlık ve moda ara yüzünde tasarım girdisi ve yöntemleri bakımından benzerlikler var mıydı? Farklı disiplinler, aynı girdileri kullanarak nasıl tasarım yapardı? Mimari tasarımlar, moda tasarımı girdileri olarak kullanılırsa nasıl sonuçlar ortaya çıkardı? 

Genel olarak stil ve trend kavramları üzerinden başladığımız bu ders, mimarlık bölümü öğrencilerinin, kendi proje çizimleri başta olmak üzere çeşitli mimari girdileri kullanarak bir koleksiyon hazırlama deneyimi olarak devam etti. Sonucunda da her katılımcı yine aynı mimari girdileri kullanarak giyilebilir bir mekan tasarladı. Bu süreçte en çok dikkatimi çeken şey, hangi disiplinden olursa olsun, tasarımın asıl girdisinin hem tasarımcı hem tasarlanan olarak ‘insan’ olduğuydu. Bir tasarımcı olarak önce kendimizi tanımamız, tasarım girdisi olarak da karşımızdaki insanı anlamamız gerekiyor. Hal böyle olunca, ne tasarım yöntemleri ne de tasarım disiplinleri arasında bir fark kalmıyor. Mesleki icraat kısmına gelirsem, sektörlerin adları değişse de, üretim ve ikna problemleri her tasarım disiplini için aynı kalıyor. 

Bugün bir moda tasarımcısı olarak geldiğim noktada, bir mahalleyi, bir meskeni ya da bir duvarı ilham kaynağı olarak baz alırken, orada yaşamış kültürü, o kültürü oluşturan insanları hem sosyolojik olarak hem de birey olarak anlamaya çalışıyorum. Onların oluşturduğu mutfağı, müziği, dili, değeri ve çoksesliliği koleksiyonlarıma taşımak önceliğim. Bir araya getirdikleri renklerin uyumu benim kişisel seçimimle koleksiyonlarıma yansıyor. Sonucunda ortaya çıkan ise, farklı ölçekteki mekan kavramını giyebildiğimiz koleksiyonlar oluyor. Tıpkı 2021 İlkbahar/Yaz koleksiyonuma ilham veren Tatavla Seramikleri gibi…

#Niyazi Erdoğan #moda #mimari #mimari tasarım #İstanbul Teknik Üniversitesi #Taşkışla #giyilebilir habitat


Sayfanın Başına Dön