HER ŞEY MİMARLIKLA, MİMARLIK HER ŞEY İLE İLGİLİ: DANİEL LİBESKİND
HER ŞEY MİMARLIKLA, MİMARLIK HER ŞEY İLE İLGİLİ: DANİEL LİBESKİND
HER ŞEY MİMARLIKLA, MİMARLIK HER ŞEY İLE İLGİLİ: DANİEL LİBESKİND
HER ŞEY MİMARLIKLA, MİMARLIK HER ŞEY İLE İLGİLİ: DANİEL LİBESKİND
HER ŞEY MİMARLIKLA, MİMARLIK HER ŞEY İLE İLGİLİ: DANİEL LİBESKİND
HER ŞEY MİMARLIKLA, MİMARLIK HER ŞEY İLE İLGİLİ: DANİEL LİBESKİND

HER ŞEY MİMARLIKLA, MİMARLIK HER ŞEY İLE İLGİLİ: DANİEL LİBESKİND

MİMARİ   24.12.2020

71 yaşındaki mimar Daniel Libeskind’e göre her şey mimarlıkla, mimarlık da her şeyle ilgili. Geleceğe dair yaşından beklenenin ötesinde bir merak, heyecan ve umut barındırıyor hayata dair. İşlerini anlatırken yansıttığı profesyonel tutkuya rağmen, şaşırtıcı şekilde, kendisine göre halen belirgin bir uzmanlığa sahip değil...

Çağımızın yeni gerçeklikleri belirli uzmanlıkların farklılaşması gerektiği yönünde bir ihtiyaç doğurdu. Hatta zamanla mesleklerin tanımları da değişti. Bu açıdan baktığımızda çağımızda mimar kim?

Bu yüzyıl insanları yetkilendirmek üzerine kurulu ve pek çok şey yeni teknolojiyle ilgili. O nedenle bir yönüyle bu çağda herkes mimar olacak. Herkes sanal mimarlığı somut mimariye dönüştüren araçlara rahatça erişebiliyor. Dolayısıyla hepimiz mimarız.

Günümüzde sınırlar bazı alanlarda ortadan kalkarken, bazı alanlarda da keskinleşiyor. Bu mimarlığı nasıl etkiliyor?

Mimarlığın temel uğraş alanı insanlar ve yaşamı biçimlendirme. Bu nedenle, ne zaman yerinden etme, göç gibi konular gündemde olsa, o zaman mimari de gündeme gelmeli. Mimarlık temelde bir yaşam alanı sunmakla ilgili. Bu dönemde dünya üzerinde olan bitene karşı mimarlığın yalnızca estetik değil, etik ve politik bir tepki vermesine ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. 

Mimarinin bir dil olduğunu söylüyorsunuz. Eğer öyleyse bu dildeki en önemli sözcük ne sizce? 

En önemli sözcüğün “konukseverlik” olduğunu söylerdim. Hepimiz dünyada misafiriz. Onun sahibi değiliz. Gelecek kuşaklar için, daha iyi bir dünyada yaşabileceğimiz bilinciyle hareket etmemiz gerekiyor.

Mimarlık günahkar mı? 

Kesinlikle evet. İlgisiz kalma, çirkinlik yaratma, ahlakdışı davranma gibi pek çok günaha sahip. Aslında mimarlığın günahları insanoğlununkilerle aynı.

Stüdyonuzu, mimarinin optimizm üzerine kurulu bir pratik olduğuna inanan mimar ve tasarımcıların bir araya geldiği yer olarak tanımlıyorsunuz. Optimizme inanmanın gücü bizi nereye götürecek? 

Kim bilir... Ama, işlerin bürkoratik ve teknokratik olarak yürüdüğü bir noktadan daha iyi bir yere taşıyacaktır. Bizi, hayatın merkezinde insanların olduğu çok daha şiirsel ve ferah bir yere götürecektir. Bu anlamda bizim bu dünyadaki varoluşumuzla ilgili her şeyin olumlu bir noktaya gittiğine dair radikal bir dönüşüm söz konusu.

Amerikalı-Polonyalı bir mimar olarak, mesleğinize taşıdığınız kültürel kodlar var mı?

Elbette. Hayatım boyunca 25 farklı adresim oldu ve farklı kıtalarda, kentlerde yaşamış olmak, kesinlikle bir mimar olarak kimliğimin bir parçası.

Dünya Ticaret Merkezi master planı, Berlin’deki ya da Irak’taki Kurdistan Museum gibi çok hassas bağlama oturan veya derin bir acıya, hafızaya sahip mekanlarda çalışmanın nasıl bir özel yanı var? 

Travmayla ve travmatik olaylarla yüzleşmek zorunda olduğumuz bir çağdayız. Bunları daha fazla hasır altı edemeyiz. Travmalar kendilerine bir çıkış kapısı bulamadığında bizi çok kötü bir gelecek bekliyor demektir. Katlanan trajedilerle yüzleşmek bu meselenin önemli bir tarafı. Bir katliama sebep olan- ve dünyanın gidişatını değiştiren bir soykırımdan ya da Hiroşima’daki atom bombasından bu yana yaşadığımız yer aynı değil. Dünyamızı bir bütünlük içinde algılayabilmek önemli. Hafıza bu anlamda yalnızca bir ayakizi değil, geçmişle geleceği birbirine bağlayan ve gelecek için bir ferah bir alan yaratan yegane unsur.

İşlerinizin bazılarında kendinizi ifade edişiniz, yapının işlevselliğinden daha belirgin gibi görünüyor. Buna katılıyor musunuz? 

İşlevselliğin ayrıştırılabilir bir şey olduğunu düşünmüyorum. Her durumda mutlaka mevcut. Dolayısıyla işlevselliği diğer bütün yönlerden ayırmanın çok mümkün olduğunu düşünmüyorum. Bu anlamda bana göre soyut bile kalıyor diyebilirim. Bir ev, sokak, şehir planı veya anıt inşa ettiğinizde bir bütünlük içinde, kategorilere ayırmadan hayatın kendisini düşünerek bunu yapıyorsunuz. Akademide de konuya böyle bir bütünlük içinde yaklaşılır.

Fırsatınız olsaydı yeniden tasarlayacağınız veya inşa edeceğiniz bir projeniz var mı?

Hayır. Çünkü tasarımı deneysel bir alan olarak görmüyorum, aksine çok pratik bir meslek. Mimarlığın teori ve pratiğin sınırlarının ötesine geçen ve gerçek zamanlı bir sonuç ortaya koyması gerekiyor. Mimari bu anlamda anakronizm olamaz. Mimarlık deney yapmak değildir, o nedenle değiştirmeyi hiç düşünmezdim.

En belirgin uzmanığınız nedir? 

Bir uzmanlığım olduğunu düşünmüyorum. Hiçbir konuda uzman değilim.

Mimarlığın da içinde sayıldığı yaratıcı endüstrilerde, cinsiyet ayrımı konusunda bir hassasiyet ve süregelen tartışmalar söz konusu. Sizin bu konudaki yaklaşımınız nasıl?

Cinsiyet meselesinin yarattığı duvarların karşısındayım elbette ve bu konudaki yaklaşımım çok kuvvetli ve net. Küresel ölçekte kadınlara uygulanan ayrımcılığın her anlamda çok olumsuz sonuçlar doğurduğunu düşünüyorum. Bana göre cinsiyet eşitliği ve ötekini kabul etme meselesi çok önemli. Mimarlığın anahtar kelimelerinden biri de “öteki”. Daha önceki sorulardan birinde bunun konukseverlik olduğunu söylemiştim ama “öteki” daha önce geliyor. Çünkü temelde mimari bizim için değil, “öteki” içindir. 

Geçtiğimiz yıl Frankfurt’ta gerçekleşen "One Day in Life" için farklı alanlardan müzisyenlerle bir arada çalıştınız ve müziği, kentsel mekanı ve insanın varoluşunu soyut bir şekilde buluşturdunuz.

Frankurt Operası’nın daveti üzerine yaptığım bir projeydi, ki burası yalnızca bir opera değil, New York’taki Lincoln Center gibi çok daha geniş bir kültürel organizasyon. Frankfurt’ta mimarlık adına ne yapabilirim diye düşündüm ve bir anda bina dışında bir şeyler inşa ederek, insanların içinde yaşadıkları kente dair algılarını değiştirecek bir proje üzerine düşünmeye başladım. Aklıma ilk genel müzik performansıyla ilgili bir şeyler yapmaktı, burada hem eski hem çağdaş anlamda kendi sevdiğim müziği kullanarak bir iş ortaya çıkardım. Bir boks ringi, kentin çok yoksul bir mahallesi, göçmenlerin yaşadığı yerler, eski bir hastanenin ameliyathanesi ve tren istasyonu gibi alışılmışın dışında mekanlarda çok önemli müzisyenlerin performansları gerçekleşti. Dünyaca tanınan piyanist  Pierre-Laurent Aimard’ın boks ringinin ortasında sergilediği veya Carolin Widmann 50.000 kişilik bir stadyumun ortasında kemanıyla Paganini’nin solo bestelerini çaldığı performanslar unutulmazdı. Yalnızca batı klasik müziği yoktu projede. Hint Müziği gibi farklı duygu formlarının olduğu müzikler de kullandım. Bir kenti içinde bir şeyler inşa ederek de değiştirebilirsiniz, o kentte yaşayan insanların düşüncelerini değiştirerek de bunu yapabilirsiniz. Ana fikir buydu.

Bazı mimari yapılar o kadar anıtsal oluyor ki, ilk yapıldıktan sonra, zaman geçtikçe, cephe temizliği gibi basit görünen ama pratik çözüm üretilmesi gereken bazı koşullar ortaya çıkabiliyor. Bu durumları en başından, bu anıtsal yapıları tasarlarken hesaba katıyor musunuz?

Bu çok güzel bir soru, çünkü mimari zamanla çok ilişkili ve sonuçta sürdürülebilir malzemeler kullanmak zorundayız. Örneğin, Milano’daki en son projelerimden birisi için titanyum içeren ve karbondioksiti oksijene dönüştürerek kendi kendini temizleyen bir kaplama geliştirdim. Kirlenmeyi önleyen çok güçlü yapıya sahip bir malzeme oldu. Elbette binaları çok uzun yıllar iyi koşullarda tutmak için yöntemler düşünmek zorundayız. Kullandığım bazı malzemeler çok geleneksel de olabiliyor ama sonuçta taklit malzeme hiçbir zaman tercih etmiyorum. Bu soruyu sormanıza sebep, Berlin’deki Jewish Museum ise, orada oksitlenmeyen çinko kullandım. Bu madde zaman içinde renk değiştiriyor ve yıllar içinde gittikçe koyulaşıyor. Amacım başından beri buydu çünkü bu içerikteki bir müzenin parlak olması kesinlikle istediğim bir şey olmazdı. Dolayısıyla zaman içinde kararması başından beri arzu ettiğim bir durumdu ve bu süreç tamamlanmış değil. Malzemenin yapısı nedeniyle halen devam ediyor.

Tasarım ve mimarlık dışında, bize biraz kişisel bir sorgulamanın sinyallerini veren “keşif” projeleriniz de var. Bu projelerin arkasında gerçekten kişisel bir sorgulama mı var?

Kişisel sorgulama devamlılığı olan bir süreç. Mimarlığın kendisi merak etmek üzerine kurulu. Meraksa soru sormakla ilgili. Pek çok insan mimarlıktan cevaplar ortaya koymasını bekliyor ama mimarlık dünyasının en önemli yapıtları hep kritik sorular ortaya koymuştur. Aya Sofya, piramitler, katedraller, camiler gibi pek çok yapı temelinde insanlığa, neredeyiz, neden burdayız, nereye gidiyoruz gibi sorular sorar. Mimari soru sormadığı noktada, hayatın kendisini unutmamıza neden olan bir uyuşturucudur.

2018’de sizi bekleyen heyecanlı şeyler var mı?

Litvanya, Almanya, Fransa, Çin, Ortadoğu gibi dünyanın pek çok farklı yerinde projeler yürütüyorum ve hepsi de çok heyecan verici. Bu açıdan çok şanslıyım. Aslında tüm bunları yapabilmeniz için biraz şanslı olmanız ve sevdiğiniz insanlarla çalışmanız gerekiyor ki, ben eşimle çalışıyorum. Kendisi aynı zamanda ortağım. Yani yine şanslıyım.

XOXO The Mag izniyle yayınlanmıştır. 

Tarih/Sayı: XOXO The Mag Sonbahar/Kış 2017-2018

 

#DanielLibeskind #mimarlık #röportaj


Sayfanın Başına Dön