YENİ MALZEMELERLE DEĞİŞEN TANIMLAR
YENİ MALZEMELERLE DEĞİŞEN TANIMLAR
YENİ MALZEMELERLE DEĞİŞEN TANIMLAR
YENİ MALZEMELERLE DEĞİŞEN TANIMLAR
YENİ MALZEMELERLE DEĞİŞEN TANIMLAR
YENİ MALZEMELERLE DEĞİŞEN TANIMLAR
YENİ MALZEMELERLE DEĞİŞEN TANIMLAR
YENİ MALZEMELERLE DEĞİŞEN TANIMLAR
YENİ MALZEMELERLE DEĞİŞEN TANIMLAR
YENİ MALZEMELERLE DEĞİŞEN TANIMLAR
YENİ MALZEMELERLE DEĞİŞEN TANIMLAR
YENİ MALZEMELERLE DEĞİŞEN TANIMLAR
YENİ MALZEMELERLE DEĞİŞEN TANIMLAR
YENİ MALZEMELERLE DEĞİŞEN TANIMLAR

YENİ MALZEMELERLE DEĞİŞEN TANIMLAR

TASARIM   9.05.2021

Aysel Abasova, Doruk Yıldırım, Hazal Yılmaz, Tolga Kalcıoğlu ve Yiğitalp Behram tarafından kurulan The Back Lab’in adının açılımı ‘Bits and Atoms Creative Knowledge Lab’. Bu isim, ekibin çalışma alanını bir hayli açık ediyor. Projelerinde, yöneldikleri mühendislik, biyoloji, malzeme bilimi, kodlama gibi alanlarla, mimarlık ve tasarım pratiğini birleştiriyorlar ki onları en fazla heyecanlandıran şey bu birleşim. Kendilerini en iyi tanımladığını düşündükleri ifade ise ‘yeni nesil tasarımcı’.

Ömer Madra, ‘köprüden önceki son çıkış için önümüzde yalnızca 10 yıl kaldığını’ söylüyor. Biz de bu aciliyetin gündeme oturduğu Dünya Günü’nün hemen ardından The Back Lab ekibiye, üzerine çalışmalar yürüttükleri biyo-materyal dünyası ve olası gelecek senaryoları üzerine konuştuk.

Geçtiğimiz günlerde Dünya Günü idi. İklim krizine, çevre sorunlarına, insan dışı canlılarla, mikroorganizmalarla ve tüm ekosistemle bir arada yaşamaya dair bilincin son yıllarda arttığını düşünmek yanlış olmaz sanırım. Biyo-materyaller bu sürecin neresinde sizce?

Kesinlikle doğru. Şu an insan faaliyetlerinin çevre üzerindeki etkisinin nihayet bilincine varmaya başladığımız bir zamanda yaşıyoruz. 'Dark Ecology' kitabında Timothy Morton insan-dışı canlılara olan farkındalığımızın gerçeklik algımızı nasıl değiştirdiğini işliyor. Morton'a göre artık yaşadığımız alanların sadece bize -insanlara- ait olmadığının farkına varıyoruz. Gerçek şu ki, biz insanlar çok sayıda insan-dışı canlıdan (bakteriler, hücreler ve benzeri mikroorganizmalar) oluşuyoruz ve yaşayan büyük bir sistemin parçasıyız.

Günümüzde birçok tasarımcı özelleşerek kendini ‘biyo-tasarımcı’ olarak tanımlıyor. Miselyum mobilyalar, selüloz çantalar, biyo-plastik ürünler, biyo-materyaller tasarımın hemen her alanında kendine yer bulabiliyor. Her geçen gün yeni bir biyo-malzemeden bahsediyoruz. İnsan dışı canlıların varlığını ve gerekliliğini kabullendikçe biyo-malzemeler yaygınlaşıyor, daha çok kullanım alanı buluyor ve dolayısıyla insanlar ‘birlikte yaşam’ konusunda her geçen gün daha da bilinçleniyor.

Tasarımcı ve mimarlar biyo-materyalleri ne oranda üretim süreçlerine dahil ediyorlar? Bu alandaki gelişmeler ne aşamada?

Materyallerin doğamız ve sağlığımız üzerindeki etkisi son dönemin en popüler konularından biri. Birçok tasarımcı ve araştırmacı bu konuda farklı çözüm yolları arayışında ve bir kısmı biyo-malzemelere yoğunlaşıyor. Bununla beraber köklü enstitüler ve üniversiteler de bu araştırma sürecine dahil olmuş durumda.

Biyo-malzemelerin yerini daha iyi anlamak için onları iki kısımda inceleyebiliriz; biyoloji bazlı malzemeler ve yaşayan malzemeler. Biyoloji bazlı malzemeler dediğimizde, daha çok polimerler, biyolojik atıklardan elde edilen ham maddeler ya da laboratuvarda büyütülen malzemeler aklımıza gelebilir. Bu alandaki uygulamalar her geçen gün artıyor. Bazı moda tasarımcıları tamamen biyolojik ve geri dönüştürülebilir malzemelerle çalışmaya başladılar ve yeni nesil tasarımcılar da bu farkındalığa daha okul yıllarında ulaşıyorlar. Mesela İstanbul Bilgi Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi öğrencilerine biyo-malzemeler ile çalışmayı ve yeni malzemeler üretmeyi temel bir beceri olarak ilk yıldan öğretmeye başladı. Barselona’da IaaC kapsamında modadan mimariye kadar birçok alanda biyo-malzemeler deneniyor, Amsterdam’da Mediamatic miselyumdan ürünler üretiyor. Bunlar yüzlerce diğer örneklerden sadece bizim birebir deneyimlediklerimiz.

Yaşayan malzemelerden bahsetmek gerekirse, bu çok daha zorlu bir konu. Yaşayan malzemeler geliştirmek, ‘tasarımı artık sadece insanlar için değil, aynı zamanda başka organizmalar için de yapıyoruz’ demek oluyor. Bu konu tasarımcıları daha önce hiç düşünmedikleri şekilde düşünmeye zorluyor çünkü yakın zamana kadar mimari ve tasarım eğitimine baktığımızda insana odaklanmış durumdaydı, insan-dışı canlılar ile birlikte yaşama konusu nadiren ele alınıyordu. Bununla beraber, dünyada ‘yaşayan mimariyi’ uygulamaya başlamış tasarımcılar ve araştırmacılar mevut. Marcos Cruz UCL Bartlett Bio-Id (Bio-Integrated Design) Yüksek Lisansını yönetiyor ve tamamen bu konuyu ele alıyorlar. Biz de The Back Lab olarak yaşayan malzemeler konusunda araştırmalar yapıyoruz, yaşayan mantar miselyumunu kil ile beraber üç boyutlu basma üzerinde kapsamlı bir araştırmamız var ve bu konu kesinlikle gündemimizde.

Biyo-malzemeleri her geçen gün daha çok göreceğimizi rahatlıkla söyleyebiliriz. Üretim endüstrisinin de bu araştırmalara dahil olduğunu düşünürsek, hayatımızın temel parçalarını oluşturan gündelik eşyalardan, mimariye kadar birçok alanda biyo-malzemeler ortaya çıkacaktır.

Plastik de çok tartışılan bir malzeme. Önce her şeyin suçunu ona yükledik, sonra plastiğin yapısına göre o kadar da zararlı olmayabileceğine dair araştırmalar yayınlandı. Plastik nasıl bir malzeme?

Öncelikle malzemelerin ekoloji üzerindeki etkisi ve genel olarak dünyanın sürdürülebilirliği yeni yeni uyanmaya başladığımız konular. Dolayısıyla bu tema üzerinde kesin kararlara varmak henüz yapabileceğimiz bir şey değil. Toplumsal olarak hemfikir olduğumuz konulardan biri dünyamızda bir dengesizlik olduğu. Ljungberg L. tüketici ürünleri ve sürdürülebilirlik üzerine yazdığı makalede çevresel etkileri sıfıra indirmek için hiçbir olasılık olmadığından ve bunun sebebinin de termodinamik yasalarıyla kanıtlanmış olduğundan bahsediyor. Ona göre dünya üzerinde bu kadar insanın yaşaması kendi başına sürdürülemez bir gerçeklik yaratıyor. Dolayısıyla sürdürülebilir malzeme veya üründen bahsederken bağlam ve karşılaştırma çok önemli bir hal alıyor.

Plastik, fiziksel özellikleri düşünüldüğünde etkileyici bir malzeme. Türüne göre su ve hava geçirmeyen, hafif, dayanıklı ve esnek olabiliyor. Bununla beraber plastik, petrol endüstrisinden arta kalan malzemelerden üretiliyor, dolayısıyla da muadillerine göre çok ucuz. Bu birçok endüstri için inanılmaz bir fırsat doğuruyor.

Diğer bir taraftan, yanlış kullanımından dolayı günümüzde plastik doğaya geri dönülmesi zor olan zararlar vermeye başladı. Herkesin bildiği gibi çözünmesi uzun seneler alıyor ve bununla beraber de aşınma ve eskime gibi sebeplerle mikro plastiklere dönüşüyor. Bu mikro plastikler günümüzde en derin denizlerde, soluduğumuz havada ve yediğimiz yemeklerde bulunuyor.

‘Cradle to Cradle’ isimli kitapta Michael Braungart ve William McDonough ürünlerin iki farklı döngüye ait olduğundan bahsediyor. Bunlardan birincisi teknik döngü, ikincisi de biyolojik döngü. Yazarlar kitapta bu iki ürün döngüsünün birbiri ile karışmaması gerektiğinden bahsediyor. Biyolojik döngüye ait ürünler toprağa karışabilirler ve kıyafet/gündelik eşya yoluyla insan ile direk temas halinde olabilirler. Fakat teknik olan ürünler (mesela plastik) bulundukları döngüden çıkarılmamalıdır. Bu tür ürünlere ‘circular product’ yani döngüsel ürün denir. Bu durumda yaratılan ürün, kullanım süresi sona erince geri dönüşüm gibi yöntemlerle aynı döngüde tutulur. Kitapta ayrıca plastikten yapılan ürünlerin insan ile yakın temas içerisinde olmasının sağlığa zararlı olduğundan bahsediliyor.

Bu durumda önceden de bahsetmiş olduğumuz bağlam çok önemli. Plastik harika özelliklere sahip değerli bir malzeme olmakla beraber bu malzemenin tek kullanımlık üretilmesi ve çocuk oyuncakları, kıyafet ve ayakkabı gibi ürünlerde kullanılması bir sorun.

Yaptığınız işi ve çalışmalarınızı bu konuda hiç bilgisi olmayan birine nasıl anlatırsınız?

Açıkçası bu konuda biraz zorlanıyoruz. Lisans olarak mimarlık ve iç mimarlık geçmişinden geliyoruz fakat yurtdışında geçirdiğimiz zaman ve aldığımız eğitim bizi mimarlık ve tasarım dünyasından, mühendislik, biyoloji, malzeme bilimi, kodlama gibi alanlara yönlendirdi. The Back Lab olarak en çok heyecanlandığımız nokta bu tür teknik dalları tasarım ve mimarlık bilgimizle birleştirmek.

Bizi en iyi tanımladığını düşündüğümüz ifade, son dönemlerde duymaya başladığımız, "yeni nesil tasarımcı" olabilir. Bizim görüşümüzde yeni nesil tasarımcı birçok farklı daldan bilgiye sahip ‘multidisipliner’ bir birey. Yeni nesil tasarımcının bir özelliği de geçmişe göre farklı kaygılara sahip olması. Chris Precth'in de söylediği gibi geçmişte sorgulanan teoriler ve kavramlar günümüzde bizim için sürdürülebilirlik ve inovasyondan sonra geliyor. Teori ve kavramların değeri elbette tartışılamaz fakat günümüz sorunlarını çözmek için sürdürülebilirlik ve inovasyona ağırlık vererek harekete geçmemiz ve deneme yanılma süreçlerine girmemiz gerekiyor.

Biz de The Back Lab olarak önceki deneyimlerimizden kazanmış olduğumuz üretim, malzeme ve sürdürülebilirlik bilgileriyle, tasarım ve mimarlık alanlarında, farklı ölçeklerde projeler geliştiriyoruz.

2019 tarihli Future House projesinde göçmen krizine ve mülteci kamplarına odaklanıyordunuz? Bu mesele sosyal, ekonomik, politik ve insani olarak dünyanın karşı karşıya olduğu ne büyük problemlerden biri hala. Projeden bahseder misiniz? Önermeniz neydi?

Göçmen krizi, Akdeniz'in dört bir yanında göç kamplarının kapasitesi ve verimliliği ile ilgili birçok endişeye yol açan küresel bir durum. Uygun altyapının eksikliği, mekânsal zorluklar, yiyecek ve su kıtlığı nedeniyle, bu kampların geleceği şu anda belirsiz. Bu proje stratejik konumu ve bölgedeki göçmen sayısının etkisinden dolayı Türkiye’nin en büyük çadır kenti olan Şanlıurfa’da bulunan Suruç Çadır Kent mülteci kampını inceliyor.

Proje, kendi kendine yeten, uyarlanabilir ve sürdürülebilir bir topluluk oluşturmak amacıyla Suruç Kampındaki insan kapasitesi, kaynaklar, yaşam kalitesi ve bölgesel izolasyon sorunlarını ele alıyor. Bu girdileri kullanarak sürdürülebilir yöntemlerle göç akışlarına cevap verebilecek akıllı bir sistem geliştiriliyor. Nihai amacı, kendi kendine yetebilen yeni bir topluluk oluşturmak ve yaşam kalitesini iyileştirmek diyebiliriz.

Kampın tasarımı çevresel faktörler ve kullanıcının ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde üretilmiş bir algoritmanın sonucu olarak ortaya çıkıyor. Tasarımı oluşturan modüller ve modüllerin konumlandırması Şanlıurfa’nın en büyük çevresel problemlerinden biri olan sıcaklık göz önünde bulundurularak, güneş analizleri sonucunda karar veriliyor. Kampa gelenlerin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde bu modüllere fonksiyonlar yükleniyor. Örneğin eğer bir alanda çocuk popülasyonu diğerlerinden fazla ise o alana okul modülleri ekleniyor, aynı şekilde market, sosyal alan ve hastaneler de bu verilerden yola çıkarak konumlandırılıyor.

Bu etkenlere göre kurulan algoritma üzerinden çıkan sonuçlar kataloglanıyor ve aralarından en optimize olanları seçilerek süreç tekrarlanıyor. Sonuç olarak Future House Suruç Kampı için hem alternatif bir yerleşim ve inşaat metodolojisi üretirken hem de optimize, modüler bir şehir tasarımı ortaya koyuyor.

Pandeminin de etkisiyle son zamanlarda 'hibrit çözümler, hibrit mekânlar' üzerine çok tartıştık. Tartışmayı da sürdürüyoruz. Barcelona'da yürüttüğünüz Hybrid Space projesinin bu kapsamla bir ilgisi var mı?

‘Hybrid Space’ aslında pek de hayal ürünü olmayan bir gelecek varsayımı üzerine kurulu. Sanal, artırılmış ve karma gerçeklik cihazları büyük yatırımcıların da dahil olmasıyla birlikte hiç olmadığı kadar hızlı gelişiyor. Bu ivme kazanarak gelişen teknoloji göz önünde bulundurulduğunda, ekranlarla sınırlandırılmış sanal mekânların bu sınırları aşıp bizi çevreleyen gündelik gerçekliğimizin bir parçası haline geleceğini söylemek bir fanteziden ziyade, yerinde bir gelecek öngörüsü gibi gözüküyor.

Liam Young’ın ‘Green Screen Worlds’ konuşmasındaki tahminine göre geleceğin dünyasında sanal mekanlar ana yaşam alanlarımız haline gelirken fiziksel mimarlık sanal mekanların doğru konumlandırılabilmesi için kullanılan bir araç haline gelecek.

‘Hybrid Space’ Liam Young’ın da üzerine düşündüğü bu geleceğin hibrit mekanının, nasıl tasarlanabileceği sorusundan yola çıkarak geleceğin mimarı için fiziksel ve dijital mekânlar arasında köprü oluşturacak, dijital mekân verisini saklamak üzere geliştirilmiş iki boyutlu bir barkod üretiyor. Bu barkod fiziksel mimarinin üzerine yerleşen mimari bir süs gibi algılanabilir, yalnız bu süs bilgisayarın gözlerinden bakıldığında anlam kazanıp fiziksel mekânın sanal parçası, devamı olarak şekilleniyor.

Fiziksel mimarinin bir parçası haline gelen bu barkod, geleceğin mimarını fiziksel ve dijitalin çakıştığı geleceğin hibrit mekânını düşünmeye dolayısıyla fiziksel ve dijital mekânı bir arada, birbirinin tamamlayıcısı olarak tasarlamaya davet ediyor.

Bu bağlamda ‘Hybrid Space’ bir yandan son derece teknik kaygılarla bir barkod ortaya çıkarırken bir yandan da geleceğin mekânı olarak öngördüğü hibrit mekanda fiziksel ve dijitalin ilişkisini sorguluyor.

Malzeme denemeleri, bu alandaki keşifler, dijital üretim ve 'computational design' alanlarındaki gelişmelerin tasarım ve mimarlıkta yarattığı en belirgin ve önemli etki ne sizce? Ya da yakın gelecekte ne olacak?

Tasarımcılar ve mimarlar birer sistem tasarımcısı olmaya başladı. Artık tasarım malzeme, form, üretim gibi aşamaları kontrol ederek tasarlanan bir sistemin ürünü olarak ortaya çıkıyor. BIM (Building Information System) gibi kolaboratif araçlar, Grasshopper gibi hesaplamalı tasarım uygulamaları ve dijital üretim tasarım dünyasındaki dinamikleri değiştiriyor. Açık kaynaklar ve ‘maker’ kültürü küresel çapta bilgi paylaşmamızı sağlıyor. Tüm bu gelişmeler mimar ve tasarımcının, tasarımın baştan sona kadar her alanında direkt olarak etkili olmasına olanak sağlıyor.

Yakın gelecek hakkında birkaç fikrimiz var aslında. Öncelikle bitler atomlardan daha hafif, yani bir üründense o ürünün dijital verisini bir yerden bir yere aktarmak daha kolay. Biz de ismimiz The Back Lab’i (Bits and Atoms Creative Knowledge Lab) buradan alıyoruz. Dijital üretim araçlarının çoğalması ve demokratikleşmesiyle -ki burada özellikle üç boyutlu yazıcıya bir vurgu yapabiliriz- mimarın ve tasarımcının, tasarlayan sıfatının yanına deneyen, geliştiren ve üreten ekleniyor.

Mimarlığın yapılı çevreyle sınırlı olmadığı aşikar. Bugün gelinen noktada kapsamıyla ilgili nasıl bir tanım / tarif yapardınız?

Mimarlığın kapsamı mimarın ilgi alanıyla birlikte genişliyor, günümüzde bu ilgi alanı da mekân ile alakadar birçok disipline yayılmış durumda, sanal gerçeklikten yeni malzeme araştırmalarına yeni üretim tekniklerine kadar sayısız alanda mimarın yer aldığını görebiliyoruz. Bu durumda mimarlığın tanımını yapılı çevreyle sınırlamak sizin de söylediğiniz gibi pek de doğru bir tanım olmamakla birlikte net bir tanım yapmak da zorlaşıyor.

Herhalde fazla kapsamlı bir tanım yapmaya çalışmaktansa basitçe mimarı mekânı ve mekânın etkilerini dert edinen olarak tanımlamaya devam etmek bizim için en yerinde tarif olacaktır.

Tasarım ve mimarlık pratiklerinin, genetik, biyo-mühendislik gibi alanlarla işbirliği içinde yaptığı araştırmalar mesleğin kendisi için nasıl bir potansiyel taşıyor?

Doğa, birçok disiplinde olduğu gibi mimar ve tasarımcıların da en güçlü ilham kaynaklarından biri. Günümüzde disiplinler arası iş birliği imkanlarının artmasıyla bu ilham, biyoloji ve kimya mühendisleri ile malzeme bilimcilerinin de dahil olduğu, malzeme inovasyonu, form araştırmalarıyla destekleniyor. Dolayısıyla doğa, tasarımcının yenilikçi ve sürdürülebilir çözümler arayışında yol haritası haline gelebiliyor. Biyomimikri adıyla geçen bu akım, tasarım zorluklarını çözmek için doğada bulunan stratejilerden öğrenen ve bunları taklit eden bir yaklaşım.

Biyo-mühendisler ve mimarlar arasındaki disiplinler arası işbirliği, gelecekte binalarımızı ve şehirlerimizi tasarlama, inşa etme şeklimizi kökten değiştirme potansiyeline sahip, UCL Bartlett ve IaaC’taki gelişmeler bu potansiyeli doğrular nitelikte. Tasarımcının başka disiplinlerle yaptığı bu iş birliği, bildiğimiz anlamıyla mimarlık ve tasarımın radikal değişimler geçirmesine neden olacakmış gibi gözüküyor.

Şu ana kadarki çalışmalarınızda sizi çok şaşırtan bir keşfiniz oldu mu?

Bu soruyu belli bir gelişme üzerinden değil de genel çalışmalarımız üzerinden değerlendirmek gerekirse aslında her projemizde, projenin başlangıç ve bitiş noktaları arasındaki süreçte yeni keşifler oluyor. Genelde bir projeye başlarken belirli tahminler ile başlıyoruz. Projelerin genel akışı ise, daha ilk denemelerimizden aldığımız geri bildirimler ile şekilleniyor. Yani her yaptığımız tasarım araştırması aslında yeni bir keşif oluyor.

Bu keşiflere örnek verecek olursak, miselyum ile çalışırken çok büyük bir sorun olan, miselyumun patojenlere maruz kalıp küflenmesi sorununu sadece malzemenin nemini düşürerek ve PH seviyesini arttırarak çözebileceğimizi gördük. Başka bir projemizde ise silikon, alkol ve yeni bir malzeme olan grafeni karıştırarak ısıya duyarlı bir malzeme sistemi geliştirilebileceğini keşfettik. Anlayacağınız ele aldığımız her deneysel proje bizi şaşırtmayı başarıyor ve bu işimizin en keyifli yanlarından biri.

 

#TheBackLab #AyselAbasova #DorukYıldırım #HazalYılmaz #TolgaKalcıoğlu #YiğitBehram


Sayfanın Başına Dön