BİRLİKTE YAŞAMAK: FEM GÜÇLÜTÜRK
BİRLİKTE YAŞAMAK: FEM GÜÇLÜTÜRK
BİRLİKTE YAŞAMAK: FEM GÜÇLÜTÜRK
BİRLİKTE YAŞAMAK: FEM GÜÇLÜTÜRK
BİRLİKTE YAŞAMAK: FEM GÜÇLÜTÜRK
BİRLİKTE YAŞAMAK: FEM GÜÇLÜTÜRK
BİRLİKTE YAŞAMAK: FEM GÜÇLÜTÜRK
BİRLİKTE YAŞAMAK: FEM GÜÇLÜTÜRK
BİRLİKTE YAŞAMAK: FEM GÜÇLÜTÜRK
BİRLİKTE YAŞAMAK: FEM GÜÇLÜTÜRK

BİRLİKTE YAŞAMAK: FEM GÜÇLÜTÜRK

DOSYA KONUSU   28.05.2021

Fem Güçlütürk bir süredir doğanın içinde, başka türlerle, hayvanlarla, bitkilerle ‘birlikte’ yaşıyor. Ve o yaşamı kendi ezberleri üzerinden şekle koymaya çalışmaktansa, birlikte yaşadığı ekosistemin içine dahil olma isteğiyle yola çıkmış biri. Fem ile bu yolculuğu ve ‘birlikte’ yaşamın onun için ne anlama geldiğini konuştuk.

Doğrudan 'Birlikte nasıl yaşayacağız?' diye sorsam, bu 'birlikte'liğin senin için kapsamını nasıl tarif edersin? Başka türlerle, canlı-cansız varlıklarla, mikroorganizmalarla, hatta virüslerle, mikroplarla birlikte bu ekosistemin içinde yaşarken en fazla gözetmemiz gereken şey nedir sence?

Biraz zor yaşayacağız! Doğada iyi-kötü yok, herkes kendi soyunu sürdürme derdinde. İnsan ise türlerin en hırçını, kontrolsüz güç kullananı, zevk ve ego için ezeni, öldüreni ve her yaptığına da kendince bir bahane, bir gerekçe üreteni. İnsan ve doğa diye ayrım yaptığımız ve insanı piramidin tepesinde gördüğümüz sürece soykırıma hakkımız olduğunu sanıyoruz. Benim için bu birliktelikte bir bütün var. Tek bir canlıyı, taşı, bitkiyi yaşam zincirinden hunharca çektiğinde çarka çomak sokmuş, bindiğimiz dalı kesmiş oluyoruz. Tabii yine de kendi hayatımızı riske atmaktan bahsetmiyorum. Ancak gezegendeki tüm canlılara bir saygıyı ve yaşam hakkını şart koşuyorum. Bostandan domates toplarken dahi teşekkür ediyorum domatese! Çilek hasadımın, dutlarımın yarısını didikleyen kuşlara, rokalarımı kökleyen porsuğa kızıyorum ama öldürmüyorum, paylaşmayı öğreniyorum. Birlikte yaşamanın kurallarını ve paylaşmayı öğrenmek gerek. Ve tabii ki insanın besinine dikkat etmesi, varoluşunu hafifletmesi, moralini, ruh halini yüksek tutması ve gülmeyi, kendiyle dalga geçmeyi, -hep mutlu olmak imkânsız ama- çoğunlukla neşeli olunabileceğini hatırlaması gerekiyor. 

İnsanoğlunun gittiği yere uyum sağlamak ve oradaki yaşamın içine dahil olmaktan ziyade, kendi yaşam alışkanlıklarına göre o yeri dönüştürmek gibi bir eğilimi var genellikle... Sen bunun aksini yapmayı nasıl başardın? Ve nasıl sürdürüyorsun?

Aslında yine de buraya kendi alışkanlıklarımızı getirdik ama ortak noktayı bulma kararıyla ve bizden önce burada yaşayanlara sevgiyle, ilgiyle, merakla ve saygıyla geldik. Birlikte yaşamın kurallarını öğrendik, sınırlarımızı da çizdik, çitimizi ona göre yeniden düzenledik. Yazın sevişen yılanların güneş çıkınca hangi kayada güneşlendiklerini gözlemledik. O saatte oradan geçmedik. Dışarıda kalan ayakkabı varsa giyerken ters çevirip silkelemeyi, bir taşı yerinden kaldırırken kendine doğru yatırarak altına bakmayı öğrendik. Sürdürmek için duygularının samimi olması lazım, yoksa aldığın ilk darbede saldırıya geçebilirsin. Geldiğimiz ilk sene ilk haftalarında evin içinde bir akrebe bastım, hastaneye zor vardım. Sonra öğrendik ki akrepler ikili yaşar, birini öldürürsen diğeri onu aramak için hep oralarda kalır, alıp uzağa atarsan diğeri de gelmez geri... Huzurla yaşamak istiyorsan doğayı seviyorum diyorsan bu sevginin gerçek olması lazım. Bizim ülkede sevgi ancak seven kişinin istediği gibi olursan geçerli, yoksa kara toprağın oluyorsun! Sevgi bana göre bu değil, olduğu gibi kabul etmek...

Doğanın içindeki yaşam alanınızı nasıl kurdunuz? Buranın tasarımında öne çıkan ihtiyaçlar nelerdi ve nasıl çözümler geliştirildi?

Öncelikle doğada olduğumuzu hatırlamak, mevsimleri, renkleri, kokuları, sesleri alabilmek için büyük ve açılabilir camlar tasarlandı. ‘Brief’imiz, ‘kendimiz bakabileceğimiz kadar büyük olsun’ diyeydi. Hem bahçesi hem evin büyüklüğü ona göre seçildi. Labofem'in atölye dükkanındaki ve evimizdeki kendi koleksiyonumuzu da yerleştirebilmek için bir cam sera kurduk. Güneşin doğu batı eksenine dikkat ettik, hakim termal rüzgarı karşımıza aldık. Rüzgara bakmak ve yapının yerleşimiyle tasarımı klima kullanımımızı neredeyse sıfıra indirdi. Bakım masrafını azaltmak ve belli aralıklara boya gibi işlerle uğraşmamak için ham haliyle brüt beton kullandık. Çatımızı ısı izolasyonu için yeşillendirmeye başladık. Su için elbette güneş enerjisi kullanıyoruz çoğunlukla. 

Bitkilerle ilişkinden ve bitki atölyenden bahseder misin? Nasıl başladı, nasıl devam ediyor?

‘Çocukluğumdan beri…’ demek isterdim ama öyle değil. Etiler'de bir terasa taşındığımızda ev sahibi giderken bir dolu saksı bıraktı bana. Öyle başladı her şey.  30lu yaşlardaydım ve ilgim arttı. Her seyahatte botanik bahçe gezdim, eğitimler aldım, evdeki bitkilerimin sayısı arttı. Her taşındığım evde balkon büyüdü. Genelde balkon eve katılır, biz evden balkona yer açtık. Sonra evdeki bitkileri güzel saksılar ürettirerek satmaya başladım ve bir dükkan atölyeye taşındım. Muğla'ya göçme kararımızla bize kalan bitkileri de alıp yeni yaşamımıza odaklandık. Artık sadece Youtube'dan anlatıyorum, bir de televizyon programı ile kitap projesi imzaladım. Bir tür jübile! 

Muğla'daki yaşamımızda biz ve bitkilerimiz, bir apartman dairesindeki balkon ve ev içinden, büyük bir bahçeye, ağır hava şartlarının da epey etkili olduğu yeni bir maceraya evrildik. Gıdamızı yetiştirmeye başladık. Kendi bahçemizde ve bu yıl komşularımızla daha geniş bir alanda orta ölçek bir bostan işine kalkıştık. Ticari değil, sadece kendimizi ve yakınlarımızı mutlu edecek kadar… Bundan sonra neye evrilir bilinmez. Bir plan yapılamadığını pandemi bize fazlasıyla öğretti. Ama gıdanı, en azından bazılarını üretebilmenin verdiği doyum inanılmaz. 

Son yıllarda iklim krizi ve çevre sorunlarıyla ilgili farkındalık ve eyleme geçme kararlılığıyla ilgili bir hareketlenme olduğunu söyleyebiliriz. Diğer yandan bu hareketlenme 'gerçek' bir eylem planına dönüşür mü, yoksa küresel bir 'moda/trend' rüzgârı olarak kalır mı? Ne dersin?

Valla bilemem ama artık ilik kemiğe dayandı, bir plana dönüşmesi şart ama klüresel çıkarlar, planlar bizlerin çok üzerinde. Yine de en azından herkesin bir adım atması, ‘benim bir musluğumun fazla akmasıyla su mu tükenir’ dememesi, imkanlar el verdiğince duyarlı ve az israf ile yaşamayı denemesi, çocuklarına öğretmesi lazım. Gel gör ki ölümün nefesi ensemizde iken bile maske, mesafe, temizlik konusunda en eğitimlilerimiz dahi sınıfta kaldı. Punduna uydurup, uyduruktan bir izinle sokaklara keyif için dökülenlerin çoğu yasakları koyanları değil kendilerini kandırmış oldu. Bu bencillikle çok uzun yaşayamayacağımız garanti! Ya hastalıktan ya susuzluktan heder olacağız!  Hepimiz için geçerli bu eleştiri. Susuz bahçe yapın diyorum, kendi bahçemde bambu var mesela. O yüzden bir konuda eleştiri yaparken bir yandan da ben bu konuda nerede hata yapıyorum diye öz eleştiri yapmak gerekiyor. Sözün özü, elinden ne kadarı geliyorsa en azından onu yapmaya çalışmak, kaynakları dikkatli tüketmek önemli.

Bu kapsamda geliştirilen tasarım çözümleri, üretim teknikleri, yeni malzeme çeşitliliği, değişen üretim ve tüketim yaklaşımları kısıtlı bir çevrenin erişiminden çıkıp nasıl yaygınlaşır ve daha demokratik hale gelir sence?

Bunun için belirli bir eğitime, ihtiyacı duyumsamaya, içten bir talebe ve politik / idari anlayışa, duruşa, hassasiyete sahip olmak lazım. Ben bunların hiçbirinin bizde çok olduğunu düşünmüyorum. Daha az nüfuslu, bilinci ve tüketim kültürü belli bir doygunluğa ulaşmış ülkelerden başlayarak bize de zamanla sirayet edenler var ama o esnada makas dehşet şekilde açıldığı için yine ulaşılabilir olmuyor. Bize hep en ucuzu, en uyduruğu, en çöpü kalıyor. Gıdadan eşyaya kadar her dalda gelişmiş ülkelerin atıklarından beslenmeye zorlanıyoruz. Kırsalda hala ‘denize at deniz götürür’ diye bir laf var, eskiden attıkların belki tekrar doğaya dönebilecek ürün iken artık plastikler, izmaritler, kutu kolalar dönemiyor, denize atınca yan koya gidip yığılıyor. Maden için ağaç kesiliyor, yerine bin ağaç dikeriz diyorlar. Doğa denince sadece ağaç akla geliyor. Ben hala dünya nüfusunun çoğunun gelişmiş az sayıda ülkenin refahına hizmet edeceğini, onlar onurlu, gururlu, doğaya hassas yaşasınlar diye çeri çöpü tüketmek zorunda bırakılmayı sürdüreceğini düşünüyorum.

Konuştuğumuz meseleler kapsamında son yıllarda keşfettiğin, öğrendiğin ve seni şaşırtan şeyler oldu mu?

Beni şaşırtan şey, bize ziyarete gelen, oldukça ‘outdoor’ görünen arkadaşlarımızın bile dağ başında yaşamaktan korkmasını, bazılarının -sinekliğe rağmen- camları açmaktan çekindiklerini deneyimlemek oldu. Bir yerde okumuştum; ‘Türk halkı doğaya bakmayı sever, doğada olmayı değil’ diye. Tam olarak bunu anladım ve çok şaşkınım! Bir başka konu da, Anadolu'nun doğaya tapanlarından gelen harika geleneklerin, doğaya saygı unsurlarının yeni kırsalda tamamen silinmiş olması. Köydeki tüm komşularım için söylemiyorum ama gıdasını doğadan, parasını tarlasından, arısından, dağdaki ağacından, çiçeğinden kazanan birinin nasıl olur da aynı yeri pisletebildiğine, ilaçlarla zehirlediğine inanamıyorum. Buraya taşındığımda eskilerin kadim bilgilerini, şaman atalarımızın bilgeliklerini duymak, deneyimlemek için heyecanlanırken, kendimi ormana itelenmiş koltuk kanepe takımlarını ve koylara bırakılmış çocuk bezlerini toplarken, yasak olduğu halde kesilen ağaçlar, vurulan tilkiler, rant için açılan alanlar için ağlarken buldum. 

#FemGüçlütürk #röportaj #DosyaKonusu #BirlikteYaşam


Sayfanın Başına Dön