ANITSALLIĞIN MİMARI: MARİO BOTTA
ANITSALLIĞIN MİMARI: MARİO BOTTA

ANITSALLIĞIN MİMARI: MARİO BOTTA

MİMARİ   13.09.2020

Mario Botta, İsviçre-İtalya sınırındaki Mendrisio’da 40 yılı aşkın süredir mimarlık mesleğini icra ediyor. Bu küçük kasabadaki ofisinden, çoğunluğu Çin’de olmak üzere dünyanın dört bir yanına yayılmış projelerini yürütüyor. 21-22 Şubat tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirilen alldesign’da konuşma yapacak olan Botta ile Mendrisio’dan aldığı ilhamdan küresellikle ilişkisine, anıtsal yaklaşımından mimarlıkta etik ve estetiğin bugünkü konumuna dek çeşitli konular üzerine konuştuk.

Sizin için anıtsallığın anlamı nedir? Mimaride anıtsallığı oluşturan ana öğeler hangileri?

Anıtsallık, mimarlık fikrinin içerisinde bulunuyor. Mimari eser, doğaya ait bir durumu kültürel bir koşula dönüştürüyor. Doğanın durumsallığına bakarak insanın emeğini ve düşüncesini kabul etmek, kendiliğinden insan emeğini yücelten, anıtsal bir eyleme dönüşüyor. Bu bakış açısıyla, yerçekimi hissini ifade etmek (yani mesela, yükleri zemine iletmek), doğanın durumsallığına bakarak bu yeni yapay unsuru kabul etmenin ve ayrıştırmanın bir çeşit yolu. Ancak dikkatli olmak gerek çünkü her mimari anlatım doğru, güzel ve şiirsel olmayı başaramayabilir, bazen banal sonuçlar da elde edilebilir.

Mimarlığın, inşa etmenin ötesinde daha kavramsal bir çerçeveye sahip olduğu uzun süredir tartışılan bir konu. Sizin açınızdan bu kavramsal çerçevenin tanımını yapabilir misiniz?

Mimari, tıpkı insanın kendini ifade etme biçimleri arasından diğerleri gibi (resim, heykel, müzik, edebiyat vs.) içerisinde bir dizi umut ve ilham barındırıyor: Güzellik, ahenk, mutluluk... Bu nedenle, bir yandan teknik ve işlevsel bir cevap ararken (insanın başını sokacağı bir çatı), yapılan işe duygu katmak da mümkün.

Son yıllardaki projelerinizin çoğunluğu Çin’de yer alıyor. Hızla gelişmekte olan bu ülkede tasarım yapmak hakkında neler düşünüyorsunuz?

Çin’deki işlerde büyük bir kolektif motivasyon hissetmek mümkün. Halk, son yüzyılda fakirleşmiş olsa da çok köklü bir kültürden geliyor. Bu nedenle de Çin, şu an yeniden canlanan ve daha iyiyi yapma potansiyelini sorgulayan bir ülkeye dönüşmekte.

Orada bulunmak size nasıl bir his veriyor?

Bu ülkeyi ne zaman ziyaret etme fırsatım olsa, ülkenin gelecek umutlarını besleyen o büyük enerjisi beni çok etkiliyor.

Peki, oradaki projelerinizde iş akışını nasıl yürütüyorsunuz, bunun için geliştirdiğiniz yöntemler var mı?

Her zaman yerel mimar gruplarıyla iş birliği yapıyorum. Mendrisio’daki stüdyomda işin sadece yaratıcı kısmı, yani detay çalışmaları dahil olmak üzere, tasarımı ortaya çıkıyor. Projenin hayata geçirilmesi ve yapım yönetimi aşamasında işi yerel mimarlara teslim ediyoruz, onlar o süreçleri yönetiyorlar.

Dünyanın çeşitli noktalarında hayata geçmiş projeleriniz var. Önceden bilginizin olmadığı alanlarda çalışırken ne gibi yollar izliyorsunuz?

Bir yeri, koşullarını ve bağlamını tanımak projenin ilk adımı. Hiçbir zaman bir yeri iyice araştırmadan çizgi bile çizmedim. İyi araştırma, tasarıma dair sezgiler için önemli göstergeler ortaya koyabilir diye düşünüyorum.

1970’lerden beri kendi mimarlık ofisinizi yürütüyorsunuz. Mimarlık tarihindeki ana yaklaşımlar, yıllar içinde sizin çalışmalarınızı nasıl etkiledi?

Umarım böyle bir etkileşim olmuştur. Mimar olarak doğmuyoruz, başka mimarların işleri ve hikayeleri ile yoğrularak mimar oluyoruz. Mimarlık her zaman için tarihin biçimsel bir anlatımı olagelmiştir. Bu yüzden, duyarlılığı, teknolojisi, ekonomisi ile her zaman belirli bir tarihsel dönemin çocuğudur. Mimar, ihtiyaçları gidermenin ötesinde aynı zamanda döneminin umutlarını da yorumlayan kişidir.

Batılı değer sisteminin iki güçlü bileşeni etik ve estetiktir. Bu iki değer bugünlerde hala eski güçlerini koruyor mu? Eğer öyleyse mimariye nasıl etki ediyor?

Bir eser, etik bir güdü içermeksizin estetik olamaz. Farklı artistik formlar, aynı zamanda etik bir gerilimi, sanatçının içinde bulunduğu topluluktan yola çıkarak yorumladığı değerler dizisini de ifade eder. Mimarlık da bu konuda sanatla aynı noktada durur. Mimarlığın estetik değerleri her zaman kentliler için bir dizi hak ve değer ortaya koymalıdır. 

Sizin mimarlığınızda tuğlanın özel bir yeri var. Projelerinizin çoğunda tuğla kullanmanızın ardında yatan nedenler neler?

Doğal malzemelerle çalışmayı seviyorum ve tuğla halen mütevazı yapılarda da kullanılabilen yeterince ekonomik ve ayrıca iyi yaşlanan bir malzeme. Hatta bazen yapı kullanıldıkça, zaman içinde daha da iyi sonuçlar veriyor.

Bir binanın ömrünü öngörmek neredeyse imkansız. Siz kendi tasarım süreçlerinizde zamanı nasıl ele alıyorsunuz?

Binanın zaman içerisindeki sürecini önemli bir değer olarak görüyorum. Çünkü gelecek nesillere bırakılabilecek birer anı olarak düşünüyorum binaları. Başka bir deyişle, şehrin hafızasını belirleyen anı niteliğindeki bu değerler, bugün küreselleşmeyle oluşan tüketime karşı bir panzehir görevi üstlenebilir.

Kendi yaşadığınız kent olan Mendrisio’da mimarlık okulu kurdunuz. Yeni bir akademi açarken ana motivasyonunuz neydi?

Mendrisio’daki Università della Svizzera Italiana bünyesinde mimarlık fakültesi kurmamız şu temel fikre dayanıyordu: Hızlı ve karmaşık değişimlere cevap verebilmek için mimara yalnızca teknik eğitim değil; felsefe, tarih, sanat tarihi gibi insana dair pek çok farklı alanda eğitim vermek önemli. Mendrisio Akademisi, çözümler üretmektense yeni sorular sormayı hedefleyen bir okul.

Bir metropoldense Mendrisio gibi küçük bir kentte yaşamayı tercih ediyorsunuz. Bu, tasarımlarınızı nasıl etkiliyor? Mendrisio esin kaynaklarınızdan biri mi?

Mendrisio, Akdeniz’i Orta Avrupa’ya bağlayan otoyolun üzerinde, Milano Malpensa havaalanına yalnızca 30 dakika uzaklıkta olma avantajına sahip küçük bir köy. Bu anlamda bir taraftan ‘yerel’in sunduğu avantajların keyfini çıkarırken, diğer yandan tam anlamıyla küresel bir dünyada yaşayabiliyorum.

Mesleğinizle gündelik yaşantınız birbiriyle sıkı sıkıya ilişkili mi? Örneğin sokakta yürürken gördüğünüz binaları yargılıyor musunuz?

Binalar bir kere tamamlandıktan sonra kentin bir parçası olur. Otobiyografik karakterlerini kaybeder ve kolektif tarihin parçası haline gelir. En çarpıcı yaratıcı eylem dahi, Gaudì’yi düşünelim mesela, belirli bir tarihi anın izi olarak okunur. İnsanların mimari bir eseri nasıl kullandıklarını gözlemlemek ve deneyimlemek hoşuma gidiyor. Bence yaşama dair fikirler mimari fikirlerden daha kuvvetli.

Neleri okumaktan keyif alıyorsunuz? Mimarlık kitaplarını mı, yoksa edebi eserleri mi?

Maalesef her istediğimi okumayı başaramıyorum. Akşamları eve yorgun geliyorum ve yatağın yanında bir kitap dağım bulunuyor. Zaman zaman, seyahatler arasında, işimi ilgilendiren denemeler okuyorum. Diğer yandan fırsat bulduğumda okuduğum yaşam öyküleri ve romanların benim için birer ilham kaynağı olduğunu düşünüyorum.

Yaptığınız tasarımlar arasında henüz gerçekleşmeyen ancak sizin çok önemli olduğunu düşündükleriniz var mı?

Bir sürü... Gerçekleşmemiş her proje, yaşanmamış bir aşk gibi. Arşivimde devamı gelememiş pek çok proje var. Tümü de yarım kalmış maceralar benim için. Hepsi farklı formlarda, gerçekleşmemiş birer umudu temsil ediyor. 

XOXO The Mag izniyle yayınlanmıştır. 

Tarih/Sayı:  XOXO The Mag İlkbahar/Yaz 2014-2015

#MarioBotta #mimarlık #röportaj


Sayfanın Başına Dön