JENNY SABİN İLE KARİYER SERÜVENİ
JENNY SABİN İLE KARİYER SERÜVENİ
JENNY SABİN İLE KARİYER SERÜVENİ
JENNY SABİN İLE KARİYER SERÜVENİ
JENNY SABİN İLE KARİYER SERÜVENİ
JENNY SABİN İLE KARİYER SERÜVENİ
JENNY SABİN İLE KARİYER SERÜVENİ
JENNY SABİN İLE KARİYER SERÜVENİ
JENNY SABİN İLE KARİYER SERÜVENİ
JENNY SABİN İLE KARİYER SERÜVENİ

JENNY SABİN İLE KARİYER SERÜVENİ

MİMARİ   10.11.2020

Hücrelerimizin robotlarla konuşup şekil değiştirdiği, DNA diziliminin baştan aşağı yenilendiği bir gelecek söz konusuysa, insanlık buna nasıl uyum sağlayacak bilinmez ama mimar ve araştırmacı Jenny Sabin gibilerin hiç yabancılık çekmeyeceği ortada. Mimarlığın bununla ne alakası var derseniz, bu yılki MoMA PS1 Young Architects Programı'nın kazananı Sabin tam da bu eksende bir mimarlıktan bahsediyor.

Profesyonel yaşantını en başından yeniden yazman mümkün olsaydı, şu anda nerede ve ne yapıyor olurdun?

Tek bir şeyi bile değiştirmezdim. Benimki başından beri bir süreç yolculuğuydu. Hikayem fırsatlara, ilişkilere ve deneyimlere açık olmakla ilgili. 10 yıl önce bana şu anda olduğum yeri tarif etseydiniz, çok şaşırırdım. Her gün, birlikte olduğum öğrenciler, işbirliği yaptığım insanlar ve iş ortaklarım sayesinde bir öncekinden çok farklı ve bunun için müteşekkirim. Daha iyi bir hayat isteyemezdim. Yalnızca biraz daha fazla uyumak isterdim.

Sınırları çok belirgin yapılar üzerinden bir mimariden bahsetmek yerine, mekan müdahaleleri ve kamusal alan üzerinden kendine yer bulan bir mimarlık pratiği ile ilgili konuşalım dersek, bu konudaki düşüncelerin nedir?

Benim asıl ilgimi çeken, binaların ve katmanlarının, tıpkı yaşayan organizmalar gibi, çevrelerindeki olaylara nasıl tepki verdikleri ve onlardan ne öğrendikleri. Bu süreci, çevre ve form arasındaki “dinamik mütekabiliyet/karşılıklılık” olarak tanımlıyorum. Bu benim MoMA PS1 için önerdiğim Lumen projesinde olduğu gibi, bir dizi müdahale şeklinde de olabilir... Kişiselleşebilen ve çok çeşitli boyutlarda katılım gösterebilen, yani bu anlamda uyum sağlayabilen bir mimari geliştirme üzerine çalışıyorum. İşlerim çoğunlukla gayrıresmi bir dil ve aynı şekilde mimari koşullara sahip bir manifesto ortaya koyuyorlar. Dolayısıyla binalar, kamusal alanlar ve mekan müdahaleleri arasında bir ayrım yaptığımı söyleyemem. Daha ziyade tüm bunların çevrelerine entegre ve kişiselleşmiş bir şekilde nasıl birlikte evrimleştikleri üzerine çalışıyorum.    

Lumen ile bu yılki MoMA PS1 Young Architects programını kazandın. Projeyi ana referansları üzerinden nasıl şekillendirdiğini merak ediyoruz.

Projede iki temel bileşen var; bunlardan birisi orta ve büyük ölçekte iki gölgelikten oluşuyor. Bunlar MoMA PS1’ın hazihazırda bulunan avlu duvarlarına geriliyor. İkinci bileşen ise, bu gölgelikleri birbirine bağlayıp yukarı çeken üç kule. Kullanılan yüksek teknoloji fiber doku, ışığı emen ve yavaşça yansıtan ışıldak bir  yapıya sahip. Bunu yanında, bir de güneşin konumuna göre renk değiştiren, güneş ışınlarıyla aktif hale gelen fiberler var. Tüm bu kristalize yapılar aslında ışığı farklı şekillerde yansıtıyorlar ve elektromanyetik bir görüntü yaratıyorlar. Bu da bizim renk değişimleri görmemizi sağlıyor. Dolayısıyla proje ortama uyum sağlayan bir malzeme üzerinden bir dönüşüm ortaya çıkarmakla birlikte, aynı zamanda mekanla da entegre bir şekilde işlemek üzerine kurulu. Ayrıca çok güzel görünüyor ve oyunbaz bir tarafı da var, ki bu ikisi benim için çok önemli. Projenin ismi olan Lumen hem biyolojik yapıların içsel formlarına ve morfolojiye (biçimbilim) referans veriyor, hem de ışık ile ilgili bir ölçü birimini ifade ediyor.

21. yüzyıl mimarlığını ve biyoloji gibi, bilimin farklı alanlarıyla olan ilişkisini nasıl yorumluyorsun?

Mimaride gördüğümüz en büyük paradigma değişimlerinden birisi mimarların maker'lar olarak yeniden konumlandırılmaları oldu, ki bu düşünceye sahip olan tek kişi ben değilim. Mario Carpo gibi bazı tarihçi ve teorisyenler bunun Ortaçağ’dan beri meydana gelmemiş bir hareket olduğunu söylüyor. Günümüzde artık üretim yapan makinalarla gerçek zamanlı olarak iletişim kurabilir durumdayız. Dolayısıyla plan, kesit ve yükselti gibi şeylerin temsiliyeti halen çok önemli olmakla birlikte, radikal şekilde değişiyor. Mimarın bu yapma ve inşa etme senaryosundaki konumu da öyle... Bunu çok heyecan verici buluyorum. Konu biyoloji ve doğal sistemler olduğunda, madde, geometri, doku, çevresel etkenler, bunların hepsi birbiriyle çok ilişkili, hiç birini tekil olarak düşünmek mümkün değil. Ben tasarımda da bu şekilde dinamik bir beslenmeye izin veren alanlar olmasıyla ilgileniyorum ve mimari tasarım ile ilgili yeni bir düşünme yöntemi geliştirmek için de biyologlar, fizikçiler ve mühendislerle birlikte çalışıyorum.

Bu durumda bilimin senin için bu kadar heyecan verici olmasına neden olan biyolojiden öğreneceklerimizin potansiyeli diyebilir miyiz?

Uzun yıllardır işbirliği içinde olduğumuz hücre ve moleküler biyoloji uzmanı, Dr. Peter Lloyd Jones, benim ekstra hücresel matris (extra cellular matrix) denilen yapıyla tanışmama sebep oldu. Bu aslında hücrelerin etkileştiği çevre ve bu senaryoya göre DNA dediğimiz şey hikayenin çok ufak bir bölümü. Hikaye aynı zamanda çevrenin DNA yapısını nasıl etkilediği ve bu etkileşimin çevre ve form bağlamında nasıl dinamik bir döngü yarattığıyla ilgili, ki bu hikaye tasarımla ilgili düşünme pratiğimize çok kuvvetli bir yön kazandırıyor. Bu düşünce sistemi son 10 yıllık süreçte benim için çok önemli oldu.

Veri görselleştirme, dijital fabrikasyon gibi alanlarda sahip olduğunuz uzmanlık dolayısıyla, bu alanların gelecekteki olası kullanım alanları anlamında taşıdığı potansiyelin farkında olmak sende bir korku yaratıyor mu?

Hayır bu beni korkutmuyor. Biz ekip olarak kendi algoritmalarımızı tasarlıyoruz. Dolayısıyla ne yapıyorsak onu değiştiriyoruz. Ben yazılımları yeni bir malzeme türü olarak görüyorum. Son beş-altı yılda çok şey oldu ve yazılım kodları çok hızlı bir şekilde değişiyor. Şahsen stüdyo pratiğimde ve seminerlerimde, hem çok fazla kullanıldıkları, hem de ne yaptığınıza dair gerçek anlamda bir fikriniz yoksa çok karmaşık durumlar ortaya çıkarabileceği için, kullanımını yasakladığım bazı algoritmalar var. Aslına bakarsanız tüm bu süreçlerle ve bunların çevremize olan etkileriyle ilgili gelişmelerin çok erken bir evresinde olduğumuzu düşünüyorum ve bu benim hem heyecanlandırıyor hem de ürettiğim projeler anlamında kamçılıyor.  

Bireyselleşme ve kaçış çağımızın yaşam şekillerine yön veren kavramlar arasında sayılıyor. Ancak bir yandan da yaratıcı endüstrilerde bir kolektif üretim eğilimi söz konusu. Günümüz dünyasında bu iki uç noktanın bir arada olmasıyla ilgili ne düşünüyorsun?

Uzun yıllardır, özellikle bilim dünyasından pek çok kişiyle işbirliği halinde çalışıyoruz. Disiplinler arası, disiplinler ötesi gibi kavramlar çok popüler ama aslında farklı alanların kolektif çalışma süreçleri çok zorlayıcı. İşleri yapış, öğreniş ve sunuş şekillerimizde disiplinler arasında çok büyük farklar var. Ancak şu anda karşı karşıya olduğumuz küresel, ekonomik, siyasi ve sosyal bağlamdaki krizlerin hepsi kitlesel ve çıkış yolu işbirliğinden geçiyor. Bu bağlamda mimarlar da disiplinler arasındaki sınırları aşacak şekilde yeni bir rol üstlenebilir. Bu bir yandan nano düzeyde bir tasarım üzerine düşünürken, bir yandan bunun binalar boyutunda nasıl bir yansıması olabileceğiyle ilgili de çalışabilmek anlamına geliyor. Tek başına tasarım ve inşa ile yapılan mimarlık modeli bana göre zaten bir mit idi ve çok fazla abartılmıştı. Bunu geride bırakmamız gerekiyor. Mimarlık her zaman kolektif yapılan bir işti ve bu geleceğimiz açısından bunu çok olumlu buluyorum.

XOXO The Mag izniyle yayınlanmıştır. 

Tarih/Sayı: XOXO The Mag Sonbahar/Kış 2017-2018

#JennySabin #mimarlık #röportaj


Sayfanın Başına Dön