KARİYER SERÜVENİ: KORAY DUMAN
KARİYER SERÜVENİ: KORAY DUMAN
KARİYER SERÜVENİ: KORAY DUMAN
KARİYER SERÜVENİ: KORAY DUMAN
KARİYER SERÜVENİ: KORAY DUMAN
KARİYER SERÜVENİ: KORAY DUMAN
KARİYER SERÜVENİ: KORAY DUMAN
KARİYER SERÜVENİ: KORAY DUMAN
KARİYER SERÜVENİ: KORAY DUMAN
KARİYER SERÜVENİ: KORAY DUMAN
KARİYER SERÜVENİ: KORAY DUMAN
KARİYER SERÜVENİ: KORAY DUMAN
KARİYER SERÜVENİ: KORAY DUMAN
KARİYER SERÜVENİ: KORAY DUMAN
KARİYER SERÜVENİ: KORAY DUMAN
KARİYER SERÜVENİ: KORAY DUMAN
KARİYER SERÜVENİ: KORAY DUMAN
KARİYER SERÜVENİ: KORAY DUMAN

KARİYER SERÜVENİ: KORAY DUMAN

MİMARİ   14.10.2020

Mimarlık süreç ve yapıyla ilgili olduğu kadar duygularla da alakalı. Ve bugün belki de daha önce hiç olmadığı kadar sorgulamaya tabii. New York'ta yaşayan mimar Koray Duman da kariyerinin başından beri kararlı adımlar atmış olsa da, duyguları ve kişisel sorgulaması hep peşinden geliyor gibi görünüyor.

Hayatta bir B planınız var mı?

Evde kalıp baba olmak, ev beyi!

Tasarım ve mimarlık ofisiniz Büro, Architizer A+Awards tarafından verilen Emerging Firm of the Year ödülünü kazandı. Ödüllerin sizin için anlamı nedir?

Dokuz yıl önce kurduğum ofis yavaş yavaş büyüdü. Başlarda şans eseri işler alıyorduk ya da kendi istediğimiz projeleri yapıyorduk. Hem tasarım hem de yaptığın işler anlamında kendini, ofisini tanımlamak için bir zaman geçiyor. İlk zamanlarda hem ofisi oturtmak ve işleri yürütmekle uğraşırken, hem de kendi tasarımlarınızı anlamlandırmaya çalışırken bu tanımı yapmak çok kolay olmuyor. Son iki yılda Büro’nun kendi tarzı ve tanımı ortaya çıkmaya başladı ve böyle bir ödülü kazanmak biraz da bunun göstergesi olması anlamında önemli benim için. Bundan önce tek tek projelerimizin aldığı ödüller oldu ancak ilk defa ofisin genel tasarım yaklaşımıyla ve gösterdiği gelişimle ilgili bir ödül kazandık. Bu yönden ayrıca anlamlı.

Son projelerinizden biri New York’taki Islamic Cultural Center. Architizer A+ Awards Special Honories’de Firm of the Year kategorisinde ödül kazanan Adjaye Associates’in en son dikkatleri çeken projesi ise National Museum of African American History and Culture. Buradan hareketle mimarinin kültürel temsiliyet noktasında etkisi artıyor diyebilir miyiz?

Bunu söyleyebileceğimizi düşünmüyorum. ‘90’larda mesele daha ziyade mimarinin markalaması üzerineydi... Markanızla ilgili güçlü bir duruşunuzun ve söyleminizin olması gerekliliği doğdu. ‘90’ların sonunda 2000’lerin başında pek çok kurum, mimari biçimselligin markalama üzerindeki güçlü etkisini kullanmak istedi. Kurumlar için mesele gerçekten kültürün temsili değil, mimariyi kullanarak hafızalara kazınacak bir görsellik kazanmak. Mimarinin etkisinin bir kültürün temsiliyetini güçlendirmek adına önemli olduğu projeler var ve Islamic Cultural Center’ın da bunlardan biri olmasını dilerim. Çünkü projenin içeriği ile ilgili de çok çalıştık. Bir kültür merkezi istenildiği en başından beri çok netti ancak nasıl bir program sunacağı başlarda soru işaretiydi. Dolayısıyla tasarım sürecine başlamadan önce üç ay süren bir araştırma yaptık ve bu araştırmanın, merkezin kültürel kimliğinin oluşması anlamında çok yardımı oldu. Bunun için bir diğer iyi örnek SANAA Architect’in New Haeven’deki Grace Farms  projesi olabilir. Yapı kurumun kültürünü çok iyi temsil ediyor. Mimarlığın, kurumlar bağlamında kimlikleri üzerinden etkisi olduğunu söyleyebiliriz ama bu geçmişe göre daha da artıyor mu, bundan emin değilim. Muhtemelen, hayır.

Büro’nun New York’ta olmasıyla birlikte, bu kentin kültürel ortamının, sizin tasarım ve üretim süreçlerinize nasıl bir etkisi var?

Bu etkiyi iki yönlü tarif edebilirim. New York’a ilk geldiğimden beri genç sanatçılar, küratörler ve galeri sahiplerinden oluşan bir arkadaş grubum var. O nedenle her zaman sanat camiasına yakın oldum, ki New York bu anlamda merkez konumunda bir kent. Sanatçıların üretim için kendilerini bir şekilde sürekli sorgulamaları gerekiyor. Mimarlık bu anlamda daha sınırlayıcı olsa da, böyle bir ortamda  insan bir şekilde kendini sorgulamaya başlıyor. Dolayısıyla, kendi kimliğini ve yaptığı işi sürekli sorgulayan insanlar arasında olmak benim için güzel. Bunun yanında, New York dünyanın merkezlerinden biri olarak görüldüğü için, doğduğu, büyüdüğü yeri yeterli hissetmeyen insanlar tarafından yaşamak için tercih ediliyor. O nedenle de etrafta statükoyu sürekli sorgulayan ve yeterli olmadığını düşünüp kendine başka yollar arayan, bir yandan huzursuz, bir yandan o huzursuzluğun da etkisiyle çok verimli çalışan insanlar var. Bunlar aslında New York’un iyi yanları. Bir yandan da, insanın dikkatini sürekli dağıtan bir şehir. Tasarım süreçleri sırasında uzaklaşmayı ve kendi içimde veya Büro’da ekibimle birlikte izole olmayı istediğim zamanlar oluyor. Yoksa geçen zaman boyunca etrafta koşuşturup hiç bir şey üretmediğin fark edebiliyor insan. Bu da, bu kentin kötü tarafı.

Ütopya mimarlığı diye bir şey varsa, bunun için kaosun gittikçe arttığı kentlerden ziyade başka bir zemin hayal edebiliyor musunuz?

Uzun zamandır zihnimde olan bir proje var, bir tür arka plan. Amerika Mimarlar Odası’nda, “New Pratice New York” adlı bir grubun başındayım. Kentte beliren yeni mimari uygulamalara ve mesleğimizde oluşan değişimlere bakıyoruz. Bizim dönemimizde mimarların ütopyalarla karmaşık bir ilişkisi var. Ütopyaları seviyoruz. Ancak ortaya konulan son ütopyalar 60’ların sonunda, 70’lerin başındaydı. Şu anda buna yeniden sıçrayacak kadar cesur olduğumuz düşünmüyorum. Ütopyanın sosyal, kültürel ve politik baskıların içinden nasıl çıkılacağına dair yeni koşullar ortaya koymakla ilgili olduğuna inanmıyorum. O nedenle de bunu kentten uzakta bir yerde görmüyorum. Ben ütopyaya, binlerce farklı parçaya ayrılmış ve sistemin içine dağılmış tasarım senaryoları ve önermeleri olarak bakmayı tercih ediyorum. Orada olanı yok etmekten ve yeni bir sistem kurmaktan ziyade, sistemi daha kolay uygulanabilir parçalara bölmekten bahsediyorum. Bunun için Uber aplikasyonu iyi bir örnek. Uber endüstriyi tamamıyla yok edip, yepyeni bir sistem önermedi, yaptığı şey olan sistem üzerine çok akıllıca bir yaklaşımla yeni bir uygulama önermek oldu. Mimari ütopyalar için zemin hala kentler olmaya devam ediyor bence.

Kendi mimarlık yaklaşımınızı anlatırken, pek çok tanımla birlikte “şiirsel” ifadesini de kullanıyorsunuz. Mimarlığın şiirsel tarafını tanımlayabilir misiniz?

Mimarlığın insanların çevrelerini algılayışlarını gerçek anlamda değiştirmesini arzu ediyorum. Bir yandan da mimarlığın bunu yaparken çok baskın ve zorlayıcı bir hale bürünmesi tercih ettiğim bir şey değil. Bundan ziyade mimarlığın çok yerleşik ve düşünceli bir biçimde insanların etrafını sarmasını ve onları bu şekilde içine almasını seviyorum. Bunun nasıl yapılacağı benim de halen üzerine çalıştığım bir şey. Mimarlığın gücü ona zorlanmaktan değil, onun içinde olmaktan geliyor olmalı. Bu şekilde insanların duygularını yükseltiyor ve insanları değiştirebiliyor. Ancak bunun zorlayıcı değil, doğal ve organik bir şekilde olması gerekiyor. İşte ben bunun gerçekleşme anını şiirsel olarak tanımlıyorum.

Eğitim hayatınızın başından itibaren, bütün bu süreçte birisinin sizinle el ele yürüdüğünü hayal edelim. Bu kişinin kim olmasını isterdiniz?

IDEO’nun başındaki David Kelley. Kendisini tanımıyorum, iki yıl önce bir konuşmasına gittim İki-üç yıl önce Yunanistan hükümetinden demokrasinin yeni tarifini yapmaları konusunda danışmanlık vermeleri için davet aldılar. Yaratıcı düşünme konusunu o kadar geniş bir alana yaymaları inanılmaz. Böyle bir insanın benimle birlikte olmasını çok isterdim.

Kendi evinin, kimseyle kesinlikle paylaşmak istemeyeceğin, en özel noktası neresi?

Tahmin edebileceğiniz gibi tuvalet. Banyomuz açık olsa da tuvalet bana özel bir yer.

Günümüz dünyasında farklı eksendeki sosyal, siyasi, ekonomik veya mesleki pek çok tartışmada konu dönüp dolaşıp güç meselesine, sahip olduğun gücü nasıl kullandığına ve yansıttığına geliyor. Gücün mimari ile ilişkisini nasıl görüyorsunuz?

İyi veya kötü anlamda sıkı bir ilişki olduğunu söyleyebilirim. Gücün, özellikle de siyasal gücün ilk kullandığı araç mimarlık ve bu çok kuvvetli bir araç. Şehirciliğin en başından beri mimarlık gücün bir simgesi olarak gösteriliyor ve hala da çok etkili. Özellikle politik ve kültürel güçten bahsediyorsak. Çünkü mimari fiziksel bir şey ve ölçeği büyük. Mimarlığın sosyal güç ile ilişkisi ise daha farklı. Sosyal güce inanıyorsanız, mimariyle ilişkiniz bunun tam tersi yönde oluyor. Mimarlığın gücü az kullandığı toplumlarda, toplumun sosyal gücü her zaman daha yaygın  Dolayısıyla güç ve mimarlık arasında bir aşk-nefret ilişkisi var diyebiliriz.

Mimarlar buna karşı nasıl bir pozisyon almalı?

Bu zor bir durum. Mimarlık kültürü değişiyor. 20. yüzyılın başındaki kahramanlaştırılmış, beyaz erkek olan mimarlık figürü artık geçerli değil. Yeni jenerasyon bu figürün sorunsal yanlarının farkında. Bir diğer konu da, gücün kendini gösterdiği kentlerde yaşadığımız çevresel sorunlar. New York’ta örneğin peyzaj mimarları artık tasarım ekiplerinin başına geçti. Kentlerdeki büyük projelerin pek çoğu artık peyzaj mimarları tarafından yürütülüyor. Ayrıca geçmişe nazaran daha işbirliğine yatkın bir yapı söz konusu ve kadın mimarlar da bu anlamda da etkili rollerdeler. Bu gelişmeler önemli. Mimari uygulamalarda görmeye başladığımız işbirliği zihniyeti de çok kritik. Bu meslekte sahip olunan ego meselesi mimarların kendisi tarafından bile sorgulanmaya başladı. Diğer yandan, yaratıcı bir mesleğe sahip olduğunuzda egonuzla ilişkiniz karmaşık bir hal alabiliyor. Bu konuda tarafsız olmak çok zor.
 

XOXO The Mag izniyle yayınlanmıştır. 

Tarih/Sayı: XOXO The Mag Sonbahar/Kış 2017-2018

 

#KorayDuman #NewYork #mimarlık #röortaj


Sayfanın Başına Dön