OSLO'NUN YENİ YÜZÜ
OSLO'NUN YENİ YÜZÜ
OSLO'NUN YENİ YÜZÜ
OSLO'NUN YENİ YÜZÜ
OSLO'NUN YENİ YÜZÜ
OSLO'NUN YENİ YÜZÜ

OSLO'NUN YENİ YÜZÜ

MİMARİ   17.11.2020

Oslo Opera Evi, 9/11 Anıtı Pavyonu, İskenderiye Kütüphanesi, SFMoMA eki, Norveç’in yeni banknotları gibi, şimdiden ikonlaşmış pek çok projesiyle çok sevdiğimiz Snøhetta’nın Oslo’daki ofislerini ziyaret etme fırsatı bulduk, ardından kurucularından Kjetil Trædal Thorsen’e bugünün mimarlığını, Oslo’yu, dünya gündemini sorduk.

Geçtiğimiz hafta Metropolis’te yayımlanan makalenizce, “geleceğin müthiş kamusal alanları, iç mekanlar olacak”. İç-dış ilişkileri ve kamusallıkla ilgili böylesi deneyler yapan birisi olarak size, bunu yazdıran ne oldu?

Uzun süreden beri şehirlerimizde yaşadığımız özelleştirmeler. Demek istediğim, bugünün endişelerini ve geleceğin güvenlik unsurlarını temel alarak inşa edilen yapılar, bu yüzden giderek daha da özelleştirilmiş alanları tanımlar hale geliyor. Bugün şehirleri kamusallaştırmanın yolu olarak, dış mekanları erişime açmayı amaçlıyoruz; fakat geleceğin çok katmanlı şehirlerinde, binaların içindeki kamusal alanlara odaklanmamız gerekecek. Eğer çok daha eskiye, 1700’lere kadar giderseniz, şehirlerde neyin kamusal ya da neyin özel, neyin dış ya da neyin iç mekan olduğunun açıkça tanımlandığını görürsünüz. Bugünün planlama kararları ise, yeni mimari tipolojilerin gelişmesine yeni yollar yaratabilir.

Makalenizde, iç ve dışın yer değiştirmesini ofisinizde bir çalışma yöntemi olarak denediğinizden söz ediyorsunuz.

Aklınızı temizleyip, düşüncelerinizi tam olarak anlayabilmeniz için bazen o şeyi birebir deneyimlemeniz gerekiyor. Biz kendi çözümümüzü deneyimledik. Bizim için günlük çevre, düşüncelerimizi bize tanımlatan şey ve deneylerinizin ardından sizi sonuca götüren de bu tanımlar oluyor. Yani bir bakıma deney, hipotetiktir ve sonucu süreçlerden talep edersiniz. Ofiste bunu kurgulamaya çalışıyoruz. Ki bunun bir başka ölçeği olarak şehirler ya da başka yapılar ele alınabilir. Tren istasyonlarını, örneğin, kamusal alanlar olarak değerlendirdiğinizde, çok farklı iç mekan ve dış mekan tanımları çıkar. Dışarıdan içeriye, daha büyük bir iç mekana trenler gelir. Bu anlamda tren istasyonlarından öğrenebileceğimiz çok şey var. Ofiste bunu denedik; kapıları kaldırıp, zemin katı hem içeridekiler, hem de dışarıdakiler için erişilebilir kılmanın yeni yollarını yaratmaya çalıştık. Daha büyük toplanmalar, etkinlikler, hatta doğum günleri, düğünler… Böylece ofis mekanı da melezleşti ve yalnızca bir işleve ait olmaktan çıktı.

Bugün Oslo, Innsbruck, San Francisco ve New York ofislerinizde çalışıyorsunuz ve marka kimliğinden peyzaja, küçük yapılardan daha büyük planlamalara çok farklı ölçeklerde üretiyorsunuz. Bu yapı nasıl işliyor?

Yapmaya çalıştığımız, bir nevi farklı ölçekleri birbirinin üzerinden dönüştürmek, diyebilirim. Ölçekler arası intikal, ya da. Şu anda iki kültür yapısı projemiz var örneğin; birisi yüz on bin metrekare alana sahip iken, birisi yarım metrekareye ve ikisinde de aynı modele inanıyoruz, bu model üzerinden projeler birbirini dönüştürüyor. Farklı ölçekleri bir arada ele aldığınızda, aralarında bilgi geçişi sağlıyorsunuz. Onları, aralarındaki farkları gözetmeden aynı yapı içinde kurgulayabiliyorsunuz. Elbette kabul etmeliyim ki büyük projelerin araştırmalarına zaman ayırmak, küçük projelerden daha kolay, arz ve talep biçimleri daha farklı. Küçük projelerin iletişimi ve bilgi aktarımı, büyük projelerinkinden daha zorlayıcı, fakat iki proje türünün de kurguları aynı biçimde. Burada herkesten ve her şeyden etkileneceğimiz, olabildiğince yatay bir yapı kurmaya çalıştık; zira herkesin ve her şeyin söyleyecek çok şeyi var.

İskenderiye Kütüphanesi, geniş kitlelerce bilinirliğinizi sağlayan ve sonrasında Ağa Han ödülünü kazandıran yarışmaydı. Şimdiden bir şehir simgesine dönüşen Oslo Opera Evi ve yakın zamandaki Budapeşte Müzesi de yarışma ile yapılan projeler. Bugünün mimarlık ortamında yarışmaların rolüne dair ne söyleyebilirsiniz?

Büyük uluslararası açık yarışmalara belki de tüm zamanlardan daha fazla rağbet var. Biz halen, yarışmaları mevcut mimari tartışmaları kırabileceğimiz arenalar olarak görüyoruz. Bir şeylerin evrilmesi, ilerlemesi gerek ve bunun mücadelesi yarışmalarla verilebilir. Oslo Opera Evi’ni düşünün, örneğin. Eğer bir işverenin gelip sizden proje istediği alışıldık yöntemle yapılsaydı, ortaya bu özel bina çıkmazdı. Yarışmalar bir tür özgürlük tanıyor ve bir şeyleri yeniden düşünebilmek için bu özgürlüğe ihtiyacımız var.

Norveç’in gelecek sene kullanıma girecek olan yeni banknotlarını tasarladınız. Çıkış noktalarınız neydi, ve pikselli tasarımlarınızın hikayesi nedir?

Pikseller, farklı bilgilerin bir arada kullanıldığı bir çeşit mozaik oluşturuyor. Banknotlarda, denize etkiyen rüzgar gücü çıkış noktamızdı ve pikseller, bunu görselleştirmemize olanak sağladı. Her banknottaki görselleri, Beaufort ölçeğinde rüzgar gücü değerleri ile deforme ettik ve farklı değerlerdeki sonuçları farklı banknotlara uyguladık. 50 Kron’da örneğin, yumuşak bir esinti ve kısa, kübik biçimler varken 1000 Kron’a doğru çıktıkça rüzgar sertleşiyor, daha keskin ve uzun biçimler yer alıyor. Renkler bankadan bize iletilmişti; dolayısıyla kırmızı, yeşil, mavi, morları özellikle tercih etmedik. Renklerle birlikte kullandığımız görselleri biz tercih ettik. Görsellerin tamamı temamızla, yeni denizle ilişkili. Deniz, Norveç’te çok önemlidir. Deniz kültürünü, tarih bağını, Norveç’i diğer ülkelere bağlayan şey oluşunu, ve de geleceğe dair umut taşıyışını düşündük; böylece denizi kullandık. Tüm bunlar, denizin bambaşka yüzleri ve bu yüzden de herkesin mavi olarak bildiği denizin başka renklerini, deforme edilmiş görsellerle birlikte kullandık.

Oslo’nun son zamanlarda yaşadığı çağdaş mimari patlamasını nasıl yorumluyorsunuz?
Bildiğiniz gibi, Norveç çok genç bir ülke, 1905’te kuruldu. Ülkenin kuruluşunda sosyal demokrasinin, ilerlemenin aracı olduğu düşünülüyordu ve geleceğin toplumunu yaratmak hedefleniyordu. İkinci Dünya Savaşı’nın sonrasında, Norveç’in dünya ile bağları kuvvetlendi ve refah seviyesi arttı. O zamanlar mimarlık, güçlü mirası olan ve popüler bir meslek değildi, moderniteyle birlikte Norveç dünyadan ve mimarlık ortamından etkilenmeye başladı. Sonraları, ülkenin geliri arttıkça mimarlık eğitimine yatırım yapılmaya ve deneysel çalışmalar gerçekleştirilmeye başlandı. Şehirler, konutlar ve bunların nasıl geliştirileceği üzerine düşünülebilecek refah seviyesi yakalanmıştı. Bugün Oslo’da etrafta gördüğünüz pek çok şey, genç mimarlık ofislerince yapılan deneysel çalışmalar. Burada tarihten ziyade, doğaya bağlıyız. Bu da, burada günlük hayatta mimarlığı farklı biçimlerde düşünebilmemize ve mimarlığın ne olması ya da ne olmaması gerektiği üzerine alışıldık terminolojiyi bırakabilmemize olanak sağladı. Estetik algımızın değişmesini kolaylaştırdı, neyin güzel ya da neyin çirkin olduğunu başka yollarla tartışabilmemizi sağladı.

Geçtiğimiz ay sona eren Oslo Mimarlık Trienali’nin açılış konuşmasını yapanlardandınız. Dünya gündemine temas eden “In Residence/On Residence/The Stay We Transit” bölümleri ile ait olma sorunlarını işleyen “After Belonging” temasına dair ne söyleyebilirsiniz?
Bugün aidiyet, epeyce karmaşık bir problem. “After Belonging” göçlerle, krizlerle bugün yaşadığımız aidiyet problemlerini geniş bir açıdan ele almayı amaçlıyordu, ve Oslo’da çok uzun zamandan beri yapılamamış olanı yaptı. Çok iyi bir tartışma ve düşünce ortamı yaratıldığına inanıyorum; trienal, bu konulara odaklanılması için çok önemli bir başlangıç noktası ortaya koydu. Bugünlerde yaşamakta olduğumuz, muazzam bir medeniyet uçurumu, ve bu uçurum belki de tarihte hiç olmadığı kadar derin. Her yeri kaplayan, kendi boşluklarını doğuran; göçler, savaşlar yaratan bir boşluk. Bunun nasıl giderilebileceğiyse… Politik gündeme de, mimarlık gündemine de bakılırsa, zor görünüyor. Her ne kadar bu sözcüğü kullanmak istemesem de, bu problemler mimarlığın DNA'sı. Mimarlık bir sanat değil, bu yüzden de yalnızca bir dışavurum olamaz; merkezine insanı almak zorunda. “Mimarlar için mimarlık”, ya da “mimarlık için mimarlık” diye bir şey yok. Mimarlık, toplumun çok özel katmanlarına ve işlevlerine etkir. Ruh halini, akıl yürütüşü, düşünce biçimini etkiler. Bu gerçekten kritik.

XOXO The Mag izniyle yayınlanmıştır. 

Tarih/Sayı: XOXO The Mag Sonbahar/Kış 2017-2018

#Snøhetta #KjetilTrædalThorsen #Oslo


Sayfanın Başına Dön