TEKNOLOJİ VE TASARIMIN KAVŞAĞINDA YAPMA KÜLTÜRÜ
TEKNOLOJİ VE TASARIMIN KAVŞAĞINDA YAPMA KÜLTÜRÜ
TEKNOLOJİ VE TASARIMIN KAVŞAĞINDA YAPMA KÜLTÜRÜ
TEKNOLOJİ VE TASARIMIN KAVŞAĞINDA YAPMA KÜLTÜRÜ
TEKNOLOJİ VE TASARIMIN KAVŞAĞINDA YAPMA KÜLTÜRÜ
TEKNOLOJİ VE TASARIMIN KAVŞAĞINDA YAPMA KÜLTÜRÜ
TEKNOLOJİ VE TASARIMIN KAVŞAĞINDA YAPMA KÜLTÜRÜ
TEKNOLOJİ VE TASARIMIN KAVŞAĞINDA YAPMA KÜLTÜRÜ
TEKNOLOJİ VE TASARIMIN KAVŞAĞINDA YAPMA KÜLTÜRÜ
TEKNOLOJİ VE TASARIMIN KAVŞAĞINDA YAPMA KÜLTÜRÜ
TEKNOLOJİ VE TASARIMIN KAVŞAĞINDA YAPMA KÜLTÜRÜ
TEKNOLOJİ VE TASARIMIN KAVŞAĞINDA YAPMA KÜLTÜRÜ
TEKNOLOJİ VE TASARIMIN KAVŞAĞINDA YAPMA KÜLTÜRÜ
TEKNOLOJİ VE TASARIMIN KAVŞAĞINDA YAPMA KÜLTÜRÜ

TEKNOLOJİ VE TASARIMIN KAVŞAĞINDA YAPMA KÜLTÜRÜ

TASARIM   22.08.2021

Maker kültürünün erişilebilirliğini artırmayı hedefleyen POP-UP Makerlands projesiyle Londra Tasarım Bienali’ne katılan Anylab’in kurucusu Nurgül Yardım’la sohbet ettik.

POP-UP Makerlands projesini kısaca anlatabilir misin?

POP-UP Makerlands projesi, Londra Tasarım Bienali ve Chatnam House tarafından “Kriz Zamanında Tasarım” adıyla düzenlenen açık çağrı için tasarlandı. Çevre, sağlık, toplum ve çalışma başlıklarının altında “Nasıl daha sağlıklı, yeşil, eşitlikçi ve refah içinde toplumlar yaratabiliriz?” sorusuna yanıtlar arayan bir tasarım çağrısı diyebiliriz. Bana göre bu çağrıyı benzersiz kılan; dünyanın her yerinden, disiplinlerarası bir bakışla yeni fikirlerin aranması ve bunun Londra Tasarım Bienali kapsamında yapılması. Ben de bu sürece Londra’da devam ettiğim doktora araştırma konum olan “makerspace” mekânları üzerinden dahil oldum. Araştırmada öne çıkan değerleri mimari perspektiften bu açık çağrıya “çalışma” kategorisinin altında yeniden yorumladım. Kısaca tasarımın insanları bir araya getirdiği, işbirliği kavramının gerek kent içindeki parklarda gerekse boş dükkânlarda yaşatıldığı ve yaratıcı üretimin ortaya konulduğu mekânsal bir fikir projesi diyebiliriz. Buna uygun tasarlanan geçici strüktürler ile parka veya mekâna yerleşen, farklı yaşlarda veya deneyimlerde kullanıcılara hitap edecek bir makerspace modeli ortaya çıktı.

Bu süreçte beni heyecanlandıran bir gelişme, POP-UP Makerlands projesinin 50’den fazla ülkeden gelen yaklaşık 500 başvuru arasından jürinin seçtiği 12 projeden birisi olması. Seçici kurulda yer alan Lucy Parker'ın sözleriyle “Sanal bağlantıların ve soyut sistemlerin aşırı yüklenmesiyle mücadele eden bir dünyada POP-UP Makerlands projesi pek çok insanın elleriyle ve başkalarıyla yan yana çalışma arzusuna hitap etme potansiyeline sahip. Hem pratik ve eğlenceli bir yol hem de ‘pop-up’ kavramına yenilikçi bir yaklaşım getiriyor.”

Projenin fikrini Dale Dougherty’nin ortaya attığı homo faber kavramına dayandırıyorsun. Bunu biraz açıklayabilir misin?

Latincede “alet yapan insan” anlamına gelen homo faber, yaratıcılığın bizi alet yapmaya yönlendiren doğuştan gelen bir insan özelliği olduğu ve bunları çevremizi kontrol edebilmek için kullandığımız fikrini ifade ediyor. Maker Magazine’i kuran Maker Faire buluşmalarını düzenleyen Dale Dougherty, man the maker tanımından yola çıkarak ortaya attığı homo faber kavramındaki “maker” ifadesinin alet yapan, zanaatkâr, mucit gibi tanımların yanında kendin yap (DIY) kültürünü, hacker’ları ve tamircileri, hatta YouTuber’ları da kapsadığını söylüyor. Tabii ki bu tanımlar hem sosyal ve kültürel gelişmelerle hem de mekân ve bulunduğu çevreyle ilişkilendirilebilir. Elle bir şeyler yapma arzusu kaybolmadığı gibi maker olarak bunu yapma şekilleri ve yöntemlerinin değiştiğini, geliştiğini söyleyebiliriz. Bu değişimin insandaki karşılığı İngiliz sosyolog David Gauntlett şöyle ifade ediyor: “Bence bir şeyler yaparak kendinizi dünyaya yerleşmiş, onun daha fazla parçası hâline gelmiş hissediyorsunuz. Çünkü sadece tüketmekle kalmıyor, dünyaya katkıda bulunuyorsunuz, böylece onunla daha yoğun bir bağ kuruyor, aktif bir şekilde ilgileniyorsunuz.” Bunun üzerine MIT'deki Medya Çalışmaları Programı'nın kurucusu Henry Jenkins, David Gauntlett'e “Yapmakla ne demek istiyorsun?” diye soruyor. Gauntlett de onu “İnsanların bir şeyler yapmasını kastediyorum, yeni veya eski teknolojilerle, fiziksel veya dijital olabilir,” diye yanıtlıyor. Tıpkı Gauntlett'in düşünceleri gibi Dougherty de yapma teriminin sanat ve bilimin kesişiminde, teknoloji ile tasarımın kavşağında yer aldığını iddia ediyor.

Bir yıldan uzun süredir Londra’nın makerspace’lerini araştırdığını belirtiyorsun. Bu çalışmalarında neleri keşfettin?

Hem kullanıcı hem de tasarımcı olarak ortak çalışma alanlarına, atölye ve fabrikasyon mekânlarına, üretim laboratuvarlarına ve makerspace mekânlarına hep ilgim oldu. Bunun temelinde belki de mimarlık okuduğumuz dönemdeki stüdyo ruhunun, birlikte yapılan maker çalışmalarının, elle veya dijital üretimlere aşina olmanın yer aldığını söyleyebilirim. Benim Londra’da ilk makerspace ziyaretim Makerversity olmuştu ve ilk anda tam da bahsettiğim mimarlık stüdyosu günlerimi hatırladım.

Diğer taraftan makerspace denince genellikle zihinlerimizde canlanan ilk görsel sıraya dizilmiş 3D yazıcılar veya farklı malzemeleri işlemek için kullanılmayı bekleyen alet edevat dolu bir raf oluyor. Tabii ki bir üretim mekânı olan makerspace’lerde bu tür karakteristik öğelerin olduğu varsayılabilir, ancak temelde bu mekânlar kültürel ve fiziksel bağlamları, komüniteleri ve kamusallıkları gibi kendine has, benzersiz koşullarla şekilleniyor. Dolayısıyla bu mekânları birçok parametre ile ilişkilendirmek mümkün. Makerspace konseptini tanımlamak kolay olmasa da kişilerin yapma eylemi ve yaratıcılık üzerinden beslendiği işbirlikçi bir araştırma, üretme ve paylaşma alanı olarak düşünülebilir.

Londra’daki makerspace’lerin fiziksel alanlarının çeşitliliğinin yanında çok çeşitli toplulukları, teknolojiyi ve üretimi nasıl birbirine bağladıklarını gözlemleme fırsatına sahip oldum. Araştırmamda mekânların analizleri ve üyeleri olarak “maker”lar ile yaptığım sohbetler bu çeşitliliği daha da derinleşiyor. Örneğin makerspace’lerin oluşturdukları kamusal alanlar ve kentle etkileşimleri sayesinde mahallelerinde toplulukları olumlu anlamda şekillendirdiğine dair içgörüler çıkıyor. Bir makerspace direktörü ve aynı zamanda mimar olan Will Holman, makerspace'lerin yükselen bir mimari tipoloji ve paylaşım ekonomisinin bir tezahürü olduğunu iddia ediyor; ama nereye evrilecekleri üzerine düşünülmesi gerektiğini paylaşıyor. Örneğin bir makerspace’in fiziksel ortamı, topluluklarında ortaya çıkan ilişkileri teşvik ediyor. Aynı fiziksel alan bir makerspace'in temel yönlerinden biri gibi görünse de orayı kullanan insanlarla var oluyor. Yani bu ortamların hem fiziksel hem de sosyal parametrelerine bakmak önemli. Araştırmam halen devam ediyor, bu sürecin sonunda ortaya çıkan fikir ve değerlerin farklı coğrafyalardaki yapma mekânlarına bakışımıza bir katkı sunacağını umuyorum.

Çalışmanın özellikle Doğu Londra’ya odaklanmasının özel bir nedeni var mı?

Belki neden Londra’nın çalışmanın odağında olduğunu paylaşmak daha aydınlatıcı olabilir. İngiltere'nin sosyal fayda için kurulan inovasyon ajansı Nesta’nın bir araştırmasına göre Londra Birleşik Krallık'ın diğer bölgelerinden çok daha fazla makerspace’e sahip. Ve son yıllarda Londra ekonomisinde yerel kaynaklı ürünler, el işi ve yaratıcı endüstrilerin kolektif ürünlerinin canlandığı görülüyor. Üretim için fırsatlar yaratıldıkça Londra’daki makerspace’ler ve komünitelerinin geliştiğini, farklılaştığını söyleyebiliriz. Özellikle kentin doğusuna odaklanmak yerine yönetim şekillerinden mekânsal karakterlerine, üyelik sistemlerinden mahalle ile olan ilişkilerine kadar birbirinden farklı makerspace’lere odaklandım diyebilirim. Adlandırmak gerekirse, derinleşmeye çalıştığım makerspace’ler Londra’nın merkezindeki Somerset House’a yerleşmiş Makerversity, Assemble (kolektif mimarlık pratiği) tarafından kurulan Blackhorse Workshop, Every One Every Day adlı sivil toplum kuruluşu tarafından kurulan Everyone’s Warehouse, tamamen gönüllülük üzerine kurulmuş South London Makerspace ve bambaşka disiplinlerden maker’ları barındıran Sugarhouse Studios.

Londra Tasarım Bienali deneyimini nasıl özetlersin? Projen bu yılın temasıyla hangi açılardan bağdaşıyor?

Ülke pavyonlarındaki yerleştirmelerin veya araştırmaların üzerine düşünmenin yanında yeni tasarımcıları, sanatçıları tanımak ve farklı disiplinlerden bakış açılarına şahit olmak benim için çok geliştirici oldu. Bienalin gerçekleştiği Somerset House, Thames Nehri'ne bakan ve bence Avrupa'nın en güzel avlularından birini çevreleyen bir neo-klasik yapı. Somerset House Stüdyoları, bu yapıyı kullanan ve farklı disiplinlerden gelen yaratıcı bir topluluğa ev sahipliği yapan bir inisiyatif. Kişisel olarak bienal süresi boyunca farklı zaman dilimleri ve günlerde kamusal alandaki herkese açık yerleştirmelerden biletle girilen bölümlere kadar birçok ziyarette bulundum. Bunun arkasındaki güzel bir sebep, 2020 yılında itibaren Somerset House Stüdyoları’nın bir üyesi olmam. Hazırladığım ve sunduğum Anylabtalks podcast’i ile kurucusu olduğum Anylab Experimental Studio’ya verilen bir burs ile mimari ve iletişim arakesitinde üretimlerimi sürdürüyorum.

Londra Tasarım Bienali'nin bu yılki teması resonance’tı [yankı]. Bienalin sanat direktörü Es Devlin “Tasarımcıların ürettiği fikir ve eylemlerin kolektif rezonansı, gerçek anlamda dönüştürücü olma gücüne sahip,” diyerek aslında ortaya çıkan üretimlerin yankılanmasıyla daha sürdürülebilir bir geleceğin mümkün olduğunu belirtti. Zaten bienalin ana yerleştirmesi olan Forest For Change [Değişim Ormanı] etkileşimli bir deneyimle, özellikle Birleşmiş Milletler küresel hedefleri üzerinden ziyaretçileri bilgilendiren, bir yandan da bunu insanlarla birlikte geliştiren, üreten, hatta dijital ortama taşıyan bir iş olmuş. Bu bağlamda bakınca POP-UP Makerlands projesinin de özünde “insanlarla birlikte var olmak” fikrinin yer aldığını söyleyebiliriz. Aslında yankılanmak, içimizdeki değerlerin ortaya koyduklarımızla, yaptıklarımızla tutarlı olması demek. Böylece daha iyi bir dünya için hem yaratıcı fikirler hem de sosyal etkisi yüksek inovasyonlar mümkün olacak diye düşünüyorum.

POP-UP Makerlands projesinin geleceğinde ne var? Bu başka kentlere de uyarlanabilecek bir model mi?

POP-UP Makerlands’in jürinin seçkisinde yer alması, fiziksel olarak hayata geçmesi çok önemli.

İlerleyen dönemde de başta Chatham House olmak üzere gerek ulusal gerekse uluslararası farklı paydaşlar ile işbirliği içinde olmayı planlıyorum. Pandemiyle değerini daha da hatırladığımız kent içi açık alanlarda hem birlikte düşünme hem de üretmenin heyecanını paylaştığımız geçici mekânlar olabileceğini düşünüyorum. Burada önemli olan yere ve bağlama göre hem içeriğinin hem de strüktürün şekillenmesi olacak. Örneğin Londra özelinde bakarsak, parkların kent içinde erişilebilirliğin çok yüksek olması ve açık alana yapılacak yerleştirmelerde özellikle mahalle kolektifleri ile beraber çalışmanın kolaylığını kullanabiliriz. Tabii ki üzerine düşünüp gerekli araştırmalar yapıldığında farklı kentlerde uygulanması mümkün, nitekim kültürel ve fiziksel farklılaşmaların POP-UP Makerlands fikrini daha da zenginleştireceğine eminim.

Can Koçak

#LondraTasarımBienali #KrizZamanındaTasarım #NurgülYardımMeriçliler #POP-UP #Makerlands


Sayfanın Başına Dön